Rusya’ nın gözdesi Suzdal derken ciddiydim. Şimdi siz Moskova St.Peteresburg dururken Suzdal da neresi demeyi, anlatmaya başlıyorum.
Suzdal Moskova’ yı çevreleyen altın çember dedikleri kasabalardan biridir. Başkente 200 km uzaklıkta bu kasabadır. İlk kuruluşu 1024 yılıymış oldukça eski bir şehir anlayacağınız. Daha sonraları Moğol-Tatarlar, Rus beylikleri derken tamamen Rusların olmuş. Çok önemli dini merkez haline gelmiş. Çarlık, devrim, Bolşevikler derken şimdilerde önemli bir turizm şehri durumunda.
Rusya seyahati öncesi fotoğraflarına bakarak buraya gitmeye karar verdim. Tabii ki ben bu kararı da yaz aylarında almıştım. Kar, buz filan hiç hesapta yokken yani. Rusların dediğine göre kış henüz yüzünü göstermemişken bize göre ise dondurucu soğukta gitmek nasip oldu.
Suzdal’ a gitmenin iki yolu var. Tren ve otobüs, bir de üçüncü yol özel aracınız varsa arabayla da gidilir. Biz trenle gidip dönüşü de otobüsle yapalım diye karar verdik. Böylece her iki ulaşımı deneyimlemiş olacaktık. Asıl sıkıntı tren bileti satın almak olduğunu kestiremememiz dışında plan harikaydı.
Suzdal’ a gitmek için ilk önce Vladamir şehrine gitmek sonra da normal şartlarda 35 dakika olan yolu taksi, otobüs daha doğrusu minibüs ile gitmeniz gerekmektedir. Tren biletini internet ortamından almak mümkün ama Rusya burası biz işimizi sağlama alalım deyip tren istasyonunun yerini de öğrenmek adına bir gün önce aldık.
Moskova’ da tam 9 adet tren garı var. Her biri çok işlek, metro hatlarıyla birbirine bağlı ve gösterişli binalar olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Suzdal’ a gidiş için Vladamir şehri biletini Kurskaya garından almamız gerekiyor. Şansımıza bu istasyon acayip yoğun olanı. Ama kaderden kaçılmaz dedik gittik.
Problem bilet satan gişeyi bulmak, bulunca derdini anlatmak, anlattın diyelim parayı ver üstünü al amaaannn ne zor bilseniz. Çünkü sürekli Rusça bir şeyler söylüyorlar ve siz anlamadığınızda suçluymuş gibi bakmaları çok fena çoook. Büyük ihtimalle gidiş-dönüş mü alacaksınız, şu saat uygun mu diyorlardır da anlamıyoruz ki. Sonuçta ertesi sabah için 7 numaralı perondan saat 08.00 da hareket eden trene bileti almayı başardık.
Bilet ücreti ise bir kişi 323 ruble yani o tarihte 20 Tl idi. Hesaplara göre 11.00 de Vladimir’ de olacaktık.
Biletlerde koltuk numarası yok. Durum böyle olunca saat yaklaşınca kapıların hizasına yolcular yığıldılar. Biz de yeri geldiğinde voltranı oluşturup, ezici gücümüzle kalabalığı yarmayı Moskova metrosunda öğrendik. ( bu gezide 4 kadın olarak geziyoruz) Bunu yapmak zorundayız çünkü ayakta gitme ihtimalimizin olduğunu az çok tahmin ettik. O yüzden bir hışım daldık vagona ve boş koltuklara oturduk.
Limon sıkacağı satan gidiyor, elimde görmüş olduğunuz traş bıçağı diyen geliyor. O gidiyor şarkı söyleyen kadın geliyor. Bildiğin bizim vapurlar gibi bir hareketlilik var. Bir uyutmadılar insanı gerçi uyuyamazdık çünkü içerisi buz gibiydi. Yolun yarısından sonra bacaklarımdaki hissi kaybettiğimi net hatırlıyorum. Bizden başka kimsenin de umrunda değil ya, en çok o dokunuyor insana. Biletler ucuz acaba ondan mı diyoruz, iyi de bileti satın alırken kimse sormadı ki birinci sınıf ister misiniz, diye. vallahi sorslardı üç katını verirdik. kapıları mı açtılar cereyan yapıyor diyoruz ama kalkıp kontrol edemeyiz yerimizi kaparlar. İki kişilik koltukta 3 kişi öyle kuzu kuzu oturuyoruz. Durum kısaca budur.
Tren bileti alınabilecek linki şuraya bırakayım. https://pass.rzd.ru/main-pass/public/en
Suzdal yolunda Vladamirdeyiz
Sonunda Vladamir’ e vardık. Burada da görülecek yerler varmış ama nedense hedef Suzdal olduğundan teşebbüs bile etmedik. O kadar garip bir tren istasyonu ki ve o kadar ilginç tuvaleti vardı ki keşke fotoğraf çekebilseydik. Biraz tarif etsem mi, ay edeyim çatlarım yoksa :)
Şimdi efenim şöyle bir tuvalet; kapı yarım bildiğiniz bar kapısı gibi. Kapıyı açıp içeri girince hemen bir basamak çıkmalısınız. Alaturka bir tuvalet yerleştirilmiş. İşinizi görmek için çömelince kapı kısa kaldığından siz karşınızdakine baka baka işinizi görmelisiniz. Hayır kendi arkadaşına bakınca sıkıntı yok, en fazla gülersin. Ama karşında kafada koca tilki kürkünden şapkasıyla kırmızı yanaklı, kıpkırmızı rujlu teyze ile gözgöze gelmek çok garip doğrusu. Tarif edebildim mi bilemem de pozisyon canlanmıştır az çok…
Bileti satan kadına koltuk numarasını soruyoruz ısrarla ve şiddetle bir şeylere anlatıyor. İşaret mişaret koltuk dedik, yok dedi sadece ayakta yer var, dedi. Soğukta beklemektense tamam, dedik. Biz zannettik ki kalabalık ya biz ayakta gideceğiz. Yol üstü biri iner yerine otururuz nasılsa sıkıntı yok. Kendi aramızda İstanbul çocuğuyuz biz diyoruz filan. Ne boş lakırdılarmış meğer. Kadın doğru söylüyormuş, otobüste hiç koltuk yokmuş. Bayağı hiç koltuk koymamışlar daha doğrusu sökmüşler. Üstelik otobüsler çok eski, çok kalabalık ve yolumuz çok uzun. Yollar buz kaplıı demiş miydim ? Şoför ise 50 metrede bir durup ya birini alıyor ya indiriyor. 35 kilometrelik yol haliyle 1.5 saatte alınıyor. Yolun manzarasına lafımız yok iki taraf dev ağaçlar kar lapa lapa yağıyor ama bakamıyoruz ki.
Sonunda Suzdal ‘a vardık. Otobüsün içi sıcak biz üstüste giyinik, sırtçantalarımız çok büyük.
Varır varmaz bayıldık Suzdal’a. Hava çok ama çok soğuk, aynı zamanda müthiş temiz. Rezervasyonumuzu yaptığımız Godzillas hostelin yerini soruyoruz bilen yok. Ama haritaya bakmıştık şu taraftı bence, diyorum ama çaktırmıyorum da inşallah yanlış hatırlamıyorumdur, diyorum. Çünkü kar şidddetle yağıyor, yerler buz, açız, üşüyoruz bir de kaybolmak aman aman.
Önce market bulduk hemen girip alışverişimizi yapalım, bu sırada da ısınırız, dedik. Alışveriş sonrası yürürken köprüyü görünce aaa yanımızda dere varmış, dedik. Tamamen buz tutmuştu.
Hostele vardığımızda bizi karşılayan beyfendi klasik nerelisiniz, diye sordu. Türküz deyince bizimki bir koşu içeriden kafasına taktığı fesle geldi. Hoppalaaa, tam yerine düştük deyip gülüşüyoruz. Beyfendi hosteli resmen Türk eserleriyle doldurmuş. Kilimden, minderlere, seramiklere kadar her şey Türk usulü. Türkiye hayranıymış, İstanbul’a bayılıyorum diyor, tabii ki Rusca. Biz içinden İstanbul’u duyunca mevzuyu anlıyoruz.
Malum kış ayları üstelik kuzeydeyiz hava erken karardığından bir an evvel çıkalım istedik.
Yıllardır gezerim ben Suzdal kadar sakin bir yer görmedim. Sadece rüzgarın sesi, arada köpek havlaması, en fazla atların çektiği kızakların sesi. En güzeli ise sadece ayaklarımızın altında ezilen kar sesi vardı.
Sibirya bölgesinin karakteristik ahşap evleriyle dolu katedralleriyle, salatalık festivali ile meşhur bir kent burası. Demek mevsiminde gelmek gerekiyor.
Hava kararmaya başlarken koyu maviye dönen gökyüzü kar beyazıyla çok güzel kontrast oluşturuyor. İnsanda sürekli fotoğraf çekme isteği uyandırıyor ama fotoğraf mı dedim ben?
Öyle kolay iş değil inanın. Elini eldivenden çıkarıp fotoğraf çekmek ölüm. Dayanamayıp birkaç kare çektik ama hakikaten donuyor insan. Hatta cep telefonları soğuktan açılamıyor. Ekran açılsın diye beklerken bir yandan elinizde ısıtmanız gerekiyor, o derece soğuk. Ben sürekli objektifin camını korumaya çalıştım ama nafile. Gözümü yaklaştırınca nefesimden buharlanıyor. Ben siliyorum çizgiler oluyor, ne zorluklar çektim bilseniz.
Suzdal’ın ana meydanında hediyelik eşyalar, turşular adını bilemediğimiz ballı bir içecek, yün çoraplar, matruşkalar satan tezgahlar kuruluydu. Noel yaklaştığından kocaman bir çam ağacı süslenmişti. Etrafında kurulmuş kırmızı yanaklı kadınların tezgahlarını birbir gezip ufak tefek hatıra eşyalar aldık.
Karda yürümek ne zordur bilirsiniz. Tüm gün evlerin cazibesiyle yürüdük ama kendimizi zerre yorgun hissetmememiz havanın temizliğinden sevgili okuyucu …
Marketten alışverişimizi yaptık. Akşama ziyafette çerezler, içecekler var, ana yemek tabii ki makarna!
Hostelde yemek sonrası masamıza nevalelerimizi açtık. Yerli malı haftası gibi oldu. Hostelin yetkilisi Vasil de votkasıyla geldi. Şenlendik biz, ohhh pek güzel bir gece herkes gülüyor nasıl güzel olmaz.
Aslında araştırmalarımda okuduğum Ruslara özgü bir tür hamama gitmek istiyorduk. Hatta hostele adım atar atmaz Vasil’e sorduk. Sağolsun o da birkaç telefon görüşmesi yaptı ama nedendir bilinmez açık bir hamam bulamadık. Şimdi bunu okurken Türk hamamı duruken bu merak nerden çıktı demeyin. Olay çok karmaşık. En güzeli aşağıdaki başlık altında anlatayım, gelin sizde bilgilenmiş olun.
Yüzyıllardır Rusya’da ve Ukrayna’da kullanılır. Sadece yıkanmak için değil, birtakım dini seremoniler ve hastalıklarına şifa bulmak için de kullanmıştır. Tam olarak bizim hamamlar gibi yüksek sıcaklıkta terlemek esaslı. Ama bunun farkı sonrasında buz gibi suya ya da kar içine atlamanız gerekiyor. Bir farkı da burda ısınan vücudunuza huş ağacı yaprakları yani “venik” ile kendinizden geçecek kadar vücudunuza vurulmasıdır. Rusçada venik süpürge anlamına gelir. Bu işlem meğer kan dolaşımını hızlandırıyormuş. Venik masajı ayrıca, vücuttaki zararlı mikropları ve virüsleri de yok ediyormuş. En önemlisi ise, metabolizmayı hızlandıran venik, cildin erken yaşlanmasını önlüyormuş.
Rus kadınların gzüellik sırrını çözdük mü ne dersiniz ? Sanmıyorum başka gizli formülleri vardır kesin.
Kısaca kendinizi 10 yıl genç, cildinizin ise bebek gibi yumuşak ve pürüzsüz olduğunu hissedersiniz. İşte olay budur! Bize bunlarla gelin dediğinizi duyar gibiyim. Ama bitti mi, bitmedi. Peşinden buz gibi su altına girmelisiniz ya da dışarda yağan lapalapa kara aldırmadan yerde yuvarlanmalısınız. Maksat vücuda şok yaşatmak.
Aslında bizim hayalimizde o soğukta gidelim bir güzel ısınalım, kafamıza keçe şapkayı koysunlar ki beynimiz sulanmasın. Sonra banklara uzanıp laflayalım. Tahta kovada ıslattıkları veniklerle masaj mı yaparlar vururlar mı artık bilemiyorum ama ona da razıydık. Sıcaktan bunalıp kendimizi Suzdal’ ın tertemiz karlarının üstüne atalım istedik. Ama bir başka kışa kaldı. Siz siz olun eğer yolunuz Sibirya, Ukrayna gibi yerlere kışın düşerse deneyin.
Biz de baktık banya işi yattı ama keyfimiz yerinde bir anda dışarı çıkmak istedik. Saat gece yarısını geçti ama olsun ne kadar güzel kar yağıyor.
İyi ki de çıkmışız çünkü Suzdal’ da yağan karı, rüzgarın yanaklarımızı delişini, sessizliğin verdiği huzuru hiçbir zaman unutmayacağım anlardı.
Ertesi gün hostele veda ettik. Kızakla gezimizi yaptık, yöresel yemeklerin yapıldığı şık bir lokanta bulup yemek yedik. Orada çok canayakın 4 adam ile konuştuk. Petersburglularmış doğal olarak kıyaslama istediler. Moskova mı, St.petersburg mu? Haliyle Petersburg dedim eğer adamlar Moskovalı olsaydı elbet Moskova daha güzel diyecektim. Çünkü iki şehirden hangisi güzel ben halen karar veremedim. Bize tavsiye ettikleri ballı içecekten tattık. Ayy havyar bile yedik, az kalsın unutacaktım.
Keyifli dakikalardan sonra Suzdal’dan geri dönüş yolculuğu başladı. Off yol gözümde büyümüştü. Bu kez Moskova’ ya otobüsle döndük aradaki fark sadece sıcak oluşuydu. İkibuçuk saat otobüsün içinde şapka ve eldivenle oturmamızdan ne kadar sıcak olduğunu siz anlayın artık. Trende donma tehlikesi geçirdiğimiz için yine de halimizden memnunuz.
Moskova ile ilgili diğer yazılarımın linkleri aşağıdadır.
2. günün özeti : atların çektiği kızakta gezildi, ağzı açık evlere bakıldı, kankamız Vasily ile bol bol gülündü.
2.günün sözü : Burası şimdi Sibirya mı değil mi ? evet Sibiryaymış Vasil sınır burdan başlıyor dedi.
sayılarla 2 .gün : 12.5 km – 16256 adım yüründü. Kar altında ve karın üstünde…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Yaaaa Şükran evlere bayıldım, yazı da harika… Bel bu yıl gerçekleştiririm Sibirya hayalimi ama kışın görmeyi daha çok isterdim…
gerçekten çok güzel bir yer Oyacımmm