Bu yazıda sizinle beraber gelin kadim bir kültürün tam merkezine gidelim. Koca uygarlığın, dinlerin, törelerin mihenk taşı denilebilecek şehre. Coğrafi olarak İran’ın tam ortasında olan Yezd’e. Gelin birlikte benim gözümden şehri gezelim. Gezerken yepyeni bilgiler öğrenelim.
Ben yazarken çok heyecanladım umarım siz de okurken aynı heyecanla gezmiş kadar olursunuz. Aslında bu tam bir gezi yazısı değil. Bir çoğunuzun ilk kez duyacağı bir kültür armonisinin içine dalacağınıza garanti edeceğim bir yazı.
Şehir hakkında şöyle bir cümle görmüştüm. “Yezd halkı atalarının dürüstlüğünü, nezaketini ve haysiyetini korumuş, tevazu ve misafirperverliğiyle tanınmaktadır”. Ataları derken Yezd’in 5000 yıllık bir tarihe sahip olduğunu hatırlatırım. Neredeyse insanlık kadar eski yani.
Birçok İranlı, İran’ı gezen kişiler Yezd’in ülkedeki en sevdikleri şehir olduğunu söylemişti. Görünce nedenini anladım, bu çok basitti; şehrin kendine has bir karakteri, havası vardı. Esrarengiz, sanatsal, muhafazakar ve sakin.
Tamamı labirent olan bir şehirde nüfusu öyle çok değil 1.000.000 civarı. 700 yaşındaki Jumah- Cuma Camii‘ nin minaresinin 52 metre ile İran’ ın en yükseği olduğu biliniyor. Ama bu görkemli cami bile şehirdeki birçok şeyin gölgesinde kalıyor.
Çünkü bu şehir dünyada benzeri olmayan şeyleri barındırıyor. Bir kere insanlığın ilk tek tanrılı dini Zerdüştlük burada geniş bir cemaatle devam ediyor. Hani o hep duyduğumuz, hepinizin de bildiğini düşündüğüm zerdüştlerin “sönmeyen ateşi” burada.
Yıllara yenilmeyen bir spor türü “zorhane” denilen yerde aralıksız her akşam yapılıyor. Antreman izlemek için girdiğiniz yapı devasa bir yer altı su sistemi, kanatlar ‘a çıkıyor, şok oluyorsunuz.
Bu yüzyılda kullanılmaya başladığımız klimanın atası bu şehirde. Hem de gayet şık, bizdeki gibi gürültülü ve doğaya zararlı da değil. Onlara badgir deniyor.
Yezd’ in labirent sokaklarda kaybolmak ise tatlının üstündeki kaymak gibi bir şey. Tatlı demişken binlerce yıldır aynı tarifle yapılan tatlılar ve kurabiyeleriyle meşhur burası. Onların yalancısıyım ama MÖ. 400 den bu yana yapılan dünyanın ilk şerbetli tatlısını yeme şansınız var desem? Faludeh; nişastadan yapılan, tel şehriyeye benzeyen ve genelde üstüne limon, vişne veya gül suyu dökülerek sunulan tatlı.
Ölülerini gömmek yerine akbabalara yem edildiği sessizlik kuleleri görme şansına kaç puan verirsiniz?
Muharrem ayında kendini zincirlerle dövenlerin nakhl aracıyla tören yaptıkları yer bu şehir desem?
İşte tüm bunlar bir gezginin aklını almaya yetecek kadar etkili. Bu şehre dair tek pişmanlığım ise daha fazla kalmamak oldu. Ama buraya da yazıyorum; eğer bir gün tekrar İran’ a gidersem Yezd’ e yine gideceğim ve birkaç gün kalacağım.
Buraya bu notu düştükten sonra hangisinden başlayacağımı bilemeden bodoslama BADGİR’lerden konuya giriyorum.
Badgirlere klimaların atası deyebiliriz. Yerel halk şehirlerini günün sıcağına karşı bir sığınak haline getirecek şekilde akıllıca tasarlamış. Çoğu evin avlusu yer seviyesinin altına gömülü ve sıcaktan kalın kerpiç duvarlarla korunuyor. Sokakların dar olmasının bir sebebi gün ışığının daha az vurması sağlamak. Sıcak coğrafyalarda genelde şehriler bu şekilde inşa edilmiştir. Netice de aklın yolu bir. Ortadoğu’da birçok şehirde, Fas’ ta, Hindistan’da böyle şehirler görmüştüm. Semerkant, Buhara, Trablus, Fes, Marakeş, Mardin’de de Yezd’deki gibi evleri yüksek duvarlar arkasına yapmışlar. Böyle yapılmasının bir diğer sebebi de korunma içgüdüsü.
Fakat bu sokaklarda dikkat çeken ve buraya özgü bir başka şey daha var.
Yezd’de yıl ortalamasına bakınca sıcaklığın 40 derecenin üstünde olduğunu görüyoruz. Bununla baş etmek için yapıların üstünde yükselen bir başyapıt var; BADGİR yani rüzgar yakalayıcı bu!
Bunlar dünyanın en eski doğal soğutma sistemidir. Rüzgar kulenin yüksek kısmından girer ve temiz hava daha sonra evin içine yönlendirilir.
Yapıların içindeki alçak basınç, odanın içindeki havanın sürekli devir daim halinde olmasını sağlar. Böylece içinde geniş dikey boşluklar bulunan rüzgar yakalayıcılar, bir çeşit doğal vantilatör görevi görür. En basit anlatımla; sıcak havanın dışarı dışardaki rüzgarın ise içeri alınmasına olanak tanıyor.
Yezd şehri “Rüzgar Yakalayanlar Şehir” olarak anılmasının sebebi 700 kadar Badgir’in olması. Rüzgar yakalayıcının geçmişi 14. yüzyıla kadar uzanıyormuş. Mimari fikrin ise Pers İmparatorluğu’na yani iki bin beşyüz yıl öncesine kadar dayandığı düşünülünce çok deli bir şey değil mi?
Bunlar uzun, kübik, kil yapılar ve halen işlev görüyorlar. Kulelerin eşsiz silüetini izlemek çok keyifliydi hele gece ışıklandırmaları harikaydı doğrusu. Korunuyor olmalarını ise biraz halkın kültürüne bağlılığına biraz da Unesco’ ya borçluyuz.
Umalım da dünya kadim uygarlıkların izinden giderek elektrik sarfiyatını minimuma indirecek hamleler yapar. Deyip ve kamusal mesajımı da verip sıradaki bir başka mimari harikaya uzanıyoruz. Kanatlara!
Yezd’in ikinci en önemli mühendislik harikası, Badgirlerle beraber kullanılan Qanats- Kanatlar yani şehirdeki su kanallarıdır. Aynı zamanda sarnıç ve su soğutucusu olan Qanat- Kanat İran’ın başyapıtı adeta. Çölün ortasında olan bu şehirde en çok ihtiyaç duyulan şey elbette su. Gerçi çölde olmaya gerek yok her canlının yaşam kaynağı su.
Devasa kum tepeleri gibi, deva karınca yuvaları gibi duran bu yapılar çölün ortasında olma hissini de veriyor. Bu duygu Yezd’e özel bence.
Yezd’ in kanat yapımcılarını ve yapım sürecini en güzel görebileceğiniz yer “su müzesi” olacaktır. Su müzesinde görselleri ağzımız açık inceledik. Şehrin çok uzağında buldukları su kaynaklarını kilometrelerce tünel kazıp yer altından şehre getirmek muazzam bir işçilik. (benzeri bizde de var aslında İstanbul ve su araştırmalarımdan da bir ara bahsederim. Fakat şu an konu Yezd)
Eski uygarlıklar yeraltı tünelleriyle suyu şehre doğru yönlendirmişler. Bu kanat denilen sistemde tarımdan, kişisel ihtiyaçlara kadar su halka dağıtılıyormuş. Aynı zamanda yaz sıcağında yiyecekler bozulmasın diye buzdolabı işlevi de var. Derin dondurucu demek daha doğru olabilir. Aynı zamanda badgirlerin çalışma sisteminin bir parçası. Hal böyle olunca şehrin can damarı Kanatlar denilebilir. Bu ab ambar denilen yani su depolarından şehirde işler halde yüz kadar varmış. Görünüşte yer seviyesiyle aynı görünse de, içine girildiğinde bir merdivenle yerin 10 metre altına inilir.
Hatta daha da fazlaydı. Ne fotoğrafların ne de kelimelerin bu çöl şehrinin atmosferini, ihtişamını tam olarak tasvir edeceğine inanıyorum.
Şehirdeki en iyi şeylerden biri, hemen hemen her çatı katına çıkıp etrafınıza bakabilmenizdir. Daha da iyisi, Yezd’ın sanatsal ve popüler kafelerinden bazıları çatılarda bulunur. Orada takılmak, yıldızlara bakmak, çay içmek ve dost canlısı İranlılarla muhabbet etmek istemenize neden olabilir. Kafelerin teraslarından şehre bakınca artık siz masaldaki Aladdinsiniz. Üstünde oturduğunuz o meşhur İran halıları uçmayacak, çay getirdikleri çaydanlığı ovalassanız da cin gelmez. Ama yine de siz bir masalın içinde gibisiniz bana inanın.
Yeri gelmişken en iyisi şuraya bir iki cafe adı yazayım. Nardoon café büyük terasi var genelde dolu ama şansınızı deneyin. Cafe Kolombo, Panahandeh adası café, Keramat restoran, Honar cafe. Hepsinin çatısına çıkıp akşam ışıklı şehrin manzarasını izleyebilirsiniz. Biz birine gittik birkaç tanesine de sadece manzaraya bakmak için çıktık. Kesinlikle kimse hop nereye gidiyorsunuz filan demiyor. Unutmayın İrandasınız herkesin herkese hoşgörülü olduğu ülkedesiniz. Bu son cümlem aşırı özlem içerdi farketmişsinizdir.
Yezd kahvesini içebileceğiniz en güzel yerlerden biri Cuma camisi karşısındaki sağlı sollu hediyelik eşya ve cafelerin olduğu caddenin köşesindeki mekan. Adını not almamışım ama kalabalıktan anlarsınız. Dİğer saydıklarımın hepsi dar ara sokaklarda bu ise meydanda.
Şehri her gezen gibi ara sokaklarda kaybolup kendi atmosferini aramanız gerekiyor. Çünkü bu şehir modernleşmeye inat tarihle içiçe gizli hazinelerle dolu. Eski şehrin her köşesinde bir hazine sandığı var resmen.
Bir köşeyi dönüyorusunuz ve karşınıza garip bir ahşap alet çıkıveriyor.
İran’da her yıl Muharrem ayının 9 ve 10. gününde kalabalık kitlelerin katıldığı anma ( matem ) törenleri yapılır. Bu günde siyah giyen erkekler düzgün sıralar halinde şehirlerde dolaşırlar. Bir yandan ilahiler söylerler bir yandan da zincirleri ritmik hareketlerle sırtlarına vururlar. Bu törenlere “eza deran” denilir. Gruba davullarla ritm tutulur, borular çalınır, siyah bayrak her yerdedir. Hz. Hüseyin ve adamlarını temsil edenler yeşil, Yezid’in adamları kırmızı giyerler. Birçok izleyici de kenarda törenleri izlerken ağlar. İran’ da kırmızı giyen özellikle muharrem ayında kırmızı giyen hoş karşılanmazmış bilginiz olsun.
Nakhl ağaçtan bir araçtır. Tepesi sivri kemerli kocaman bir palmiye şeklindedir. On metre yüksekliğindeki bu araç şehit olan imam Hüseyin’in tabutunu yani 3. imamı sembolize eder. Palmiye ağacı Kerbela olaylarının Mezapotamya’da yaşanmasına atıftır. Bu nesne, Muharrem merasimlerinin başrol oyuncusu.
Aşure gününe birkaç hafta kala süslenmeye başlanırmış. Önce, aracın bir yüzü küçüklü büyüklü aynalarla donatılırmış. Aynaların şehit edilen imam Hüseyin’in bedenini aydınlattığı düşünülürmüş. Daha sonra da aracın diğer yanı ve her aynasız köşesi siyah kumaşla kaplanırmış. Bu siyah örtünün üstüne yüzlerce kılıç, hançer ve pala asılırmış. Bunlar da İmam Hüseyin’in yaralanmasını sembolize edermiş.
Zamanı geldiğinde süslenip püslenip, siyahlar kuşanmış binlerce kişinin omuzlarında taşınıyor. Yezd, aşure günlerinin en kalabalık törenlerine ev sahipliği yapan kentlerden biri. Burada, Muharrem ayının ilk on gününde Hz Muhammed’in torunu Hüseyin ve yanlarında bulunanların Kerbela’da şehit edilmelerini anma maksadıyla merasimler düzenleniyor. Kur’an’dan ayetler ve dua sesleri ile beraber, Nakhl defalarca meydanda dolaştırılıyor.
Gelelim aşırı dindar şialardan Zerdüştlere… Yezd, Zerdüştlük hakkında bilgi edinebileceğiniz İran’daki en önemli şehirdir.
Milattan önceki dönemlere dayanan Zerdüşlük en eski tek tanrıya inanan dindir. Günümüzden yaklaşık olarak 3500 yıl önce yaşamış olan Zerdüşt tarafından, İran’da ortaya çıkmıştır. Bu dine inanan kişiler öldükten sonra Ahura Mazda’nın huzuruna çıkacağına inanır. Aynı zamanda dünyada yaptıklarından dolayı sorgulanacağına. Binlerce yıl öncesine dayanan böylesi bir dinin günümüze benzemesi yönünden, Zerdüştlük oldukça önemli bir yere sahiptir.
Dinler tarihi uzmanları affetsinler belki cahilce bir düşünce ama Zerdüştlük bana sanki Budizm gibi felsefi yönü ön plana çıkan bir inanç gibi geldi. Yine de en önemli izlenimim bütün semavi dinlerdeki ritüellerin birbirine çok benzemesi! Örneğin günde beş kez bizdeki vakitlere benzer saatlerde namaz kılarlar. Bu noktada özellikle ifade etmek istediğim bir konu var. Bazı insanlar kendi inancını yüceltirken, başka insanların inançlarına bilgi sahibi olmadan hüküm verirler. Hatta hiç çekinmeden küçümserler bana göre bu çok yanlış. Şehri anlatırken bu konuyu bağımsız tutamayacağımdan Zerdüştlük inanıcını size anlatmak zorundaydım. Ateşgede’den aldığım broşürlerdeki bilgileri buraya aktardım.
Zerdüştlüğün ilkeleri basittir ve modern zamanlarda bile yankı uyandırır: İyi Düşünceler, Güzel Sözler, İyi Eylemler. Temelinde iyilik ve kötülüğün savaşı yatar.
Faravahar ya da Ferohar, Zerdüştlüğün bilinen sembolüdür. Fravaşi adlı koruyucu meleği temsil eder.
Zerdüşt, Gatalar denen dörtlükler yazmıştır. Bu dörtlükler Avesta denen kutsal kitapta toplanmıştır.
Zerdüştlük felsefesinde su, hava, toprak, ateş kutsal sayılır ve ateşe, aydınlığa veya güneşe bakılarak ibadet edilir. Zerdüştiler ateşe tapmazlar, ancak ateşi yüceltirler onu kıble kabul ederek ateş önünde dua ederler. Ancak Zerdüştlükte asıl kıble güneştir.
Zerdüştlük inancına göre Tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş olarak yaratmıştır. Bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. Zerdüşt inancının gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüşlükte, doğru yaşama, ahlâkî emirlere uyma esastır.
Abdest almasalar da vücudun ve kıyafetlerin temiz olması esastır. Özellikle ibadette beyaz tercih ediyorlar. Namazlarında kutsal kitaplarından bir kısım okuyup bugünü güzel geçireceğim diye başlıyorlarmış. Güzel konuşacağım, yardım isteyene yardıma koşacağım, iyilik edeceğim gibi söylemlerle bir nevi tanrılarıyla konuşuyorlarmış.
Günümüzde bu dinin doğduğu ülke olan İran’da, yalnızca yaklaşık 30.000 Zerdüşt bulunurken, en fazla Zerdüştinin yaşadığı ülke Hindistan’dır. Ayy aklıma gelmişken Freddie Mercury’yi tanımayan yoktur. Afrika’ nın çoğunluğu müslümanlardan oluşan adası Zanzibar’ da doğan, beyaz bir adam olması yeteri kadar şaşırtıcı değlmiş gibi üstelik Zerdüştmüş de.
Zerdüşt kelimesinin beynimizde dönüp durmasını sağlayan bir şey de Nietzsch’ nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adını verdiği kitabıdır deyip devam edelim.
Ateş Tapınağını ve Sessizlik Kuleleri’ni ziyaret ederek Zerdüştlük hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz. Ateşgede’ deki müze oldukça etkileyiciydi doğrusu.
Zerdüşt Ateş Tapınağı, Sessizlik Kuleleri’ne gitmek için taksiye binmeniz gerekebilir.
Atash Behram’ın birebir çevirisi “Zafer Ateşi”dir. Zerdüştlük hakkında bilgi edinmek istiyorsanız ziyaret etmeniz gereken başlıca yer burasıdır. Tapınak dokuz Atash Behram’dan (Zerdüştlükteki kutsal ateş) biridir. İran’da, M.Ö. 400’den bu yana insanların dinlerini uyguladıkları, en yüksek dereceli Zerdüşt ateşinin bulunduğu tek tapınaktır. Diğer sekiz Atash Behrams tapınağı Hindistan’dadır.
Kutsal ateşin durduğu ana binaya girer girmez bizi ilahiler karşıladı. Çok büyük olmayan, duvarlarda Zerdüştün resmedildiği tablolar olan bir bina. Camın arkasında görülebilen ateş bronz bir kapta yanıyor. Görevliler, badem ağacı veya kayısı odunları ile ateşi besliyormuş. Farklı onaltı mesleğin ateşinden parçaların birleşmesiyle oluşmuş bir ateşmiş. Görevleri 24 saat ateşin hiç sönmeden yanmasını sağlamak. Aslında bu ateş 1940 yılında Ardekan denilen yerden buraya getirilmiş.
Ateşin temizliği için günde beş kez temizleme ayini yapılır. Bu esnada Avesta’dan ilahiler okunur. İşlemi yapan rahipler ki bunlara hirbod denilirmiş, ağzına maske takarlar. Böylece ateşi nefeslerinin kirletmesine mani olurlar. Camın arkasında olma sebebi de aynı, ziyaretçilerin nefesiyle ateşin kirlenmesini önlemek.
Bu arada mutlaka kulağınıza çalınmıştır; Hz. Muhammed doğduğunda türü türlü mucizeler gerçekleşmiş diye anlatılır ya hani. İşte onlardan biri de yüzyıllardır sönmeyen zerdüşt ateşi söndü denir. O ateş bu ateş!
Tapınakta sadece Zerdüşt olanların girmesine izin verilen ve ateş etrafında dua edebilecekleri odalar da varmış ama göremedik. Biz turistler için hazırlanmış diğer binaya geçtik. Burada ise dini törenler, nikah ve bir tür vaftiz töreninin detaylarını okuduk. Fotoğraflarda kültürü tanıtan objeleri ve giyim kuşamı inceledik.
Dış cephede, binanın çatısında Zerdüşt dininin sembolü Faravahar var. Bu sembol, Tanrı Ahura Mazda’nın elinde tuttuğu güneşi simgeliyor. ‘’İyi düşün, iyi konuş, iyi yap’’ yazıyor tapınağın girişinde.
Giriş ücreti 100.000 IRR’dir.
Burası Zerdüştlerin ölülerini götürüp akbabaların yemesi için bıraktıkları yer. Zerdüştler için aslında hüzünlü ve kutsal bir yer ama biz turist olarak geziyoruz, ayıp gibi geldi şu an. 40 yılı aşkın bir süredir Zerdüştlerin inançları gereği ölülerini buraya bırakmalarına izin verilmiyormuş. Aslında kişisel fikrim ayıp etmişler. Bırakın kim nasıl istiyorsa öyle yaşasın!
Buradan çok etkilendiğimi özellikle belirtmek isterim. O yüzden biraz anlatmam gerektiğini de düşünüyorum. Yazımın sonunda orada çektiğim bir videonun da linki olacak merak etmeyin.
Geleneksel olarak Zerdüştler yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması gerektiğine inanırlar. Bu yüzden ölülerin cesetlerini defnetmek yerine üstü açık kulelerin çatılarında akbabalara ve doğal etkenlere karşı korumasız bir şekilde bırakırlar. Doğal elementleri kutsal saydıklarından böylece bu elementleri (su, toprak, hava, ateş) kirletmekten korurlar. Bildiğimiz tek şey bu paragraftan ibaretti.
Oraya gidince detaylarını öğrenmek hepimizi mutlu etti. Öncelikle Yezd’e hem yakın hem de kenarında denilebilen noktada olduğunu söyleyeyim. Taksi ile gitmeniz şart.
Burası yıllardır gelmek istediğim en çok merak ettiğim yerlerin başındaydı. O yüzden çok heyecanla gezdim. Çok güzel bilgilendirme tabelaları konulmuş. Kocaman açıklık bir alan ve ortasında iki tepe var. Tepelerden birine turistlerin rahat çıkabilmesi için merdivenler yapılmış. Diğerinde yok ama çıkılabilir yasak değil.
Artık bir müze alanı olan yere gittiğimizde ilk gördüğümüz tepelerin üstünde silindir yapılardı. Fakat oraya çıkmadan zamanında yerleşim yeriymiş izlenimi veren bina kalıntıları gördük. Bu yapılara “khyle” adı verilirmiş. Meğer ölülerini Nesesa denilen rahiplere teslim edip üç gün boyunca bu binalarda kalıyorlarmış. Bu yas döneminde de beyaz kıyafetler giymeleri şartmış.
Dakhme denilen ve sessizlik kuleleri diye dilimize çevrilen bu yapıda artık iş rahipte. Onlardan başka kimsenin girişine müsade edilmiyormuş.
Bu “nesesa” denilen rahipler bir suç işlemiş kişilermiş meğer ve cezalarını burada çekerlermiş.
Öğlen sıcağında yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladık. Tıpkı geçmişte aileGitgide yaklaştığımız daire şeklindeki yapının aslında çok büyük olduğunu farkettik.
İşte nihayet ölülerin akbabalara bırakıldığı yerdeydik. Yine bilgilendirme tabelalarını okumaya başladık.
Zerdüştlükte öldükten sonra ruhun bedenden ayrılması için üç gün geçmesi gerekirmiş. Akbabalar tarafından bedenin yok edilmesi için Dakhme yani Sessizlik Kuleleri’ne bırakılmasının ardında çeşitli sebepler varmış meğer.
Cenaze töreni şöyle oluyormuş. Bir kişi ölünce ailesi tarafından bu kulenin eteklerine getiriliyormuş. Rahipler tarafından kulenin içine taşınıyormuş. Hatta şimdi bizim girdiğimiz gibi geniş bir kapıdan da girmezlermiş. Küçük dar bir yerden giriş varmış sebebi ise başka yırtıcı hayvanların girmesine engel olmakmış.
Ölünün üzerine bir taş bırakılırmış. Terk edilen ölünün vücudunu parçalayacak akbabalar beklenirmiş. Geriye kalan kemikler ise kulenin ortasındaki kemik kuyusu denilen çukura atılırmış. Böylece ruh ölüyü terk ettikten sonra, bedenler ateşi, suyu ve toprağı kirletmiyor diye düşünürlermiş.
Şimdi bizim gölge diye yaslandığımız silindirin en dışı halkasına erkek cesetler dizilirmiş. Orta halkaya kadın cesetler, içteki halkaya ise çocuk cesetler. Cenazeler tamamen eriyip bitince kemikler çukura atılırmış. Sanmayın ki birkaç günde bitiyor. Tüm bu işlem 6 ila 12 ay sürermiş.
Kefenin sadece yüzünü açık bırakırlarmış. Kokuyu alan akbabalar gelip ölüyü yemeğe başlarmış. Bu esnada Nesesalar takip eder ve ölü ilk olarak sağ gözü yerse o kişi cennete, soldan başlarsa yandı cehenneme. Akbabaların cesedi yemeye başladığını ve hangi gözden başladığını ailesine söylermiş. Akbabalar yemeyi bitiridikten sonra aile şayet isterse kemikler aileye verilirmiş de.
İran’da görmek istediğim yerlerin başında burası geliyordu. Sonunda yıllardır görmek için çabalayıp durduğum yerdeydim “Sessizlik Kuleleri” nde. Nesesa rahiplerinin, akbabalar ölüyü yiyip bitirdikten sonra kalan kemikleri toplayıp attıkları çukurdaydım. Oraya bakarken yaşarken birbirinden farklı insanların bir avuç kemiğe dönüştüğü yerde nasıl biraraya geldiğini düşündüm. Hayat bu kadar basitti işte!
Tepeden inerken bilet aldığımız yerin yanında bir mezarlık gözümüze çarptı. Meğer şu an şehirde yaşayan Zerdüştlerin mezarlığıymış, yazık, üzüldüm doğrusu. İnsanlar yasa gereği artık akbabalara ölülerini bırakamadıklarından metal bir tabut içinde gömülüyorlarmış. Yani yine toprak, su , hava ateş elementlerine zarar vermeden oracıktalar.
Giriş ücreti 150.000 IRR’dir.
Chak Chak-Ardakan Zorastrian Tapınağı – Bu türbeyi ziyaret etmedim çünkü Yezd’in dışında ve şehrin yaklaşık 90 km kuzeyinde. Ancak görmek isteyen olur diye buraya adını yazayım dedim.
Şimdi Zerdüştlükle bağlantılı yerler dışında nereleri görmeliyiz kısmına geldik.
Bu külliye aslında çeşmeli ve bahçeli bir meydanı çevreleyen güzel bir İslam mimari yapısıdır. Ana kapı iki yüksek minareli üç katlı olup, geri kalan kısmı iki katlıdır. Gece manzarası gündüzden daha güzeldir aklınızda olsun. Külliyenin bir tarafında da ziyaret edebileceğiniz bir cami bulunmaktadır. Unutmayın buranın altında bir sürü ciğerci var, kokunun peşinden gidip bir şans verin bence. Üstelik hesaplı da.
Burası “vay be” etkisi yaratan bir müze değil ama Qanat su dağıtım sistemi hakkında ilginç bilgiler öğrenebilirsiniz. Bence yine de gidiniz. Aslında çarşı içinde birilerine sorun içinde çizme verilip, yağmurluk giydirilip gezme şansı olan bir su sarnıcı, delhiz gibi bir yer varmış. Arkadaşlar adını bilmediğinden bize de bir türü tarif edemediler. Dolayısıyla bulamadık ama gidecek olanlar çabalasınlar derim. SU müzesi yerine hatta buraya gidin demişlerdi.
Bu, başlangıçta İran’da savaşçıları eğitmek için kullanılan geleneksel bir spor. Zurkhaneh’i diye yazılan ama Zorhane diye okunan zor bir performanstı izlediğimiz. Hem bedene hem de zihne yönelik egzersizlerden oluşuyor ve hatta Uluslararası Zurkhaneh Spor Federasyonu bile varmış.
Merkezdeki halkanın içinde farklı yaşlarda erkeklerin yaptığı bir takım ısınma hareketleri gibiydi. Ama bunu müzik ve ilahi eşliğinde yapıyorlar. Kolay gibi görünse de izledikçe aslında zor olduğunu adının da burdan geldiğini farkettik. Çocuklar, gençler ve de yaşlılar vardı.
Herkesin birbirine saygılı davranışı burada da gözlerden kaçmadı. Arada bize çay servisi de yapıldı. Keyfimiz yerindeydi anlayacağınız.
Sporcuların elinde labut vardı meğer en ağırı 65 kg imiş. Sonra zilleri aldılar ki onlar da oldukça ağır görünüyordu. Zaten başlamadan önce de tahtadan ama ağır oldukları besbelli, kalkana benzer materyalle ısınma yapmışlardı. Şimdi ben böyle anlatınca karmaşık gelmiş olabilir o yüzden en iyisi yazımın sonunda orada çektiğim vidonun linkini bırakıyorum. İzleyin, beğenin, yorum yapın ayy bir de kanalıma abone olsanız süper olur.
Giriş ücreti 150.000 IRR’dir.
Unutmadan şehirde ve ülkede birçok yerde Zorhane var. Bu bizim gittiğimiz turistik bir yerdi. Ancak ertesi akşam bedava girilen ve bize göre daha uhrevi bir şekilde sporu yapanların mekanını keşfettik. Onun adı da ” Fahadan Zurkhaney” burayı şiddetle tavsiye ederim.
Cuma camii İran’ın en yüksek minarelerine sahip, mutlaka görülmeli. Burası bir ateşgedenin üstüne yapılmış aslında. Dört eyvanlı bir avlusu, kocaman bir kubbesi var. En dikkat çekici özelliği taç kapısı ve dediğim gibi iki yüksek minaresi. Namaz bölümünün kubbesinde, mavi bir zemin üstünde yıldızlar halinde döşenmiş çini mozaik yer alıyor. Yıldızlı semaya estetik bir yaklaşım. Göz alabildiğine kum rengi kente bu şahane mavi çinilerle kaplı kubbe ve zarif minareler iç açıcı. Sadece turkuaz giriş kapısı ve çinileri hayranlıkla seyretmek için gidilir. Yarım saatinizi alacak bu cami yerli ve yabancı birçok kişinin favori camisi o yüzden kalabalık.
Giriş ücreti 200.000 IRR
İskender’in Hapishanesi – Öne çıkan bir özelliği olmadığını düşündüğümden gitmedik. Ama vaktiniz ve ilginiz varsa girersiniz.
Giriş ücreti 150.000 IRR’ imiş.
Saryazd Kalesi – Bu kale Yezd’in 50 km güneyinde yer alıyor. İnternetteki fotoğrafları gerçek üstü görünüyor ve bir gün Yezd’e gidersem gitmek isterim.
Çöl safarisi – Bizim yapmadığımız ama hosteldeki kzı arkadaşların katıldığı eğlenceli bir aktiviteymiş. Hiç çöle gitmeyenler için neden olmasın? Fiyatları saate göre değiştiğinden buraya yazmadım.
Yerel kumaşlar da bulursunuz, çanta, kitap, antika parçalar ve daha neler neler…
Bu blog yazısını bitirirken Yezd’in şimdiye kadar gördüğüm en sıra dışı yerlerden biri olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Kumlu, labirent sokakların arasında yürüdüğümde, hemen köşede beni neyin beklediğine dair duyulan heyecanı hissettim.
Yazd’ da belki gökdelen yok ama bu şehirde kendinizi küçük hissettiren bir şeyler var. Belki etrafınızdaki çöl yüzünden böyle hissedersiniz. Şehrin iç içe geçmiş kaderi, kumların fısıltıların yankılandığı dar sokaklarıdır belki böyle hissettiren. Belki de yalnızca çatılarda dolaşan kedilerin bozduğu sessizliktendir.
Tıpkı denizde dalgaların arasında kaybolanlara yol gösteren bir deniz fenerini andıran minarelerin şehri. Uçsuz bucaksız kum tepeleri arasında kaybolan gezginlere ipek yolundan bu yana yol gösteren minareler…
Peki siz hiç kalbinizi kumların fısıltılarına kaptırmayı hayal ettiniz mi?
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Youtube : pustoodunya
Zorhane videosu için şurayı tıklayınız
Sessizlik kuleleri videosu için şurayı tıklayınız
Instagram : pustoodunya sayfamda hikayeler profilde sabittir.
Diğer İran yazılarım için linkler de aşağıdadır
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
1 Comment
Kaleminize sağlık. Yazd şehrine ilk kez 2009 yılında gitmiştim. Son olarak ta 8 Ocak 2024’te. Buna rağmen yazınızı büyük bir keyifle okudum. Anlatıminiz çok güzel. İsmini hatırlayamadığıniz kahveci Pahlevan Kafe. Yazd kahvesi isimli kahvesi çok lezzetli. Yanında geleneksel Yazd kurabiyesi de çok iyi gitti. Selamlar.