Stockholm’ de gezilecek yerler yazısında bir aralık günü gezmeye çalıştığımız şehri tanıtmaya çalışacağım.
Pegasus’ un kampanyalarından biri baktık noel dönemine denk geliyor hemen aldık. Madem aralıkta gidiyoruz inşallah kar yağar dedik. Nasıl içten dua etmişsek 3 gün hiç durmadan kar yağdı. Öyle çok yağdı ki İsveç’te pek yaşanmayan bir olay oldu, trenler çalışmadı. Gerçi birkaç saat sürdü ama insanların şaşkınlığını görecektiniz, komikti. Fakat İsveç’e gidecekseniz siz yine de kışın gidin.
Dedim ya karlı bir kış günüydü ve biz Stokholm havaalanında buzun üstüne indiğimiz an anlamıştık kar bu ülkeye çok yakışıyordu.
Şehir merkezine otobüsle ulaşır ulaşmaz ilk işimiz turist bürosuna gitmek oldu. Stockholm kart alırsak ulaşım ve müze girişlerini daha ucuza getireceğimizi anladık. Stockholm’ de görülecek yerleri belirlemiştik. Fakat yine de bilgi almak için turist bürosuna gittik. Daha önceden rezervasyon yaptığımız hosteli haritada göstermelerini rica ettik. Bir adada olduğunu ve fotoğraflardan ıssız bir yer olduğunu, dışarının da karanlık olduğunu “acaba tehlikeli midir ” dediğimizi hatırlıyorum. Görevli gülerek ” burası İsveç ” demişti.
Sonraki günlerde İsveç’te gezerken bizi şaşırtan bir olayla karşılaşsak birbirimize ” burası İsveç “dedik. Söylemeyi unuttum bu gezide ablam Türkan ve onun liseden beri arkadaşı olan Ayten var.
Stokholm düzenli bir şehir fakat sanılanın aksine küçük değil hatta bayağı geniş denebilir. Bizim olduğumuz dönem noel yaklaşıyordu hem de Nobel ödüllerinin verildiği haftaydı. Dolayısıyla etraf daha bir ışıltılı, cıvıl cıvıldı ve normalinden fazla kalabalıktı.
Şehrin merkezi de kabul edilen Gamlastan turistler için gidilmesi gereken yerlerin başında geliyor. Bizim Sultanahöet bölgesi gibi düşünün, turistik cazibe merkezi burası.
Saray, Nobel müzesi, eski kiliseler, kafeler, oyuncakçılar, marketler ne ararsanız bu civarda bulabilirsiniz. Kar ve noel belli ki insanları mutlu etmişti. Herkes gülümsüyordu biz ise şaşkın, üşümüş ama çok keyifliydik. Durup durup aşırı pahalı da olsa kahve içtik, tüm gün pasta yedik durduk. O eski rengarenk binalara bakınca ister istemez şehrin ortaçağdaki halini merak ediyorduk. Düşünsenize birkaç asır önce bu yollardan tahta ayakkabılı, örgülü sarı saçları ve kırmızı yanaklı kızlar yürüyordu. Belki tam şuradan kaba sakalları ile bir adam geçiyordu. Bu yamuk pencereli binaların arasında at arabalarının sesi yankılanıyordu. Kim bilir ne güzeldi o zamanlar Gamlastan :(
Tam karşımızda 90 cm genişliğinde ülkenin en dar sokağı Marten Trotzigs Grand var. Meydana çıkan sokakların hepsi dar inişli çıkışlı ama bu en darı olarak biliniyor.
Başlarda düşer miyiz acaba diye korksakta kaymadığını farkettik. Kaymayı önlemek için çok basit doğal bir yöntem olan çam ağaçlarının yapraklarını kullanıyorlar . Cadde ve ara sokaklarda ise daha değişik ve akıllıca bir yöntemleri var. Küçücük taş gibi mıcır gibi parçacıkları serpmişler ve bu kaymayı önlüyor. İster topuklu ayakkabı ile çıkın yola isterseniz bisiklet kullanın imkanı yok kaymazsınız. Diyelim karlar eridi elektrik süpürgesi gibi bir makina ile o taşları topluyorlar bir daha kullanmak üzere saklıyorlar.
Kaymadınız anladık, ama hiç üşümediniz mi diye merak ediyorsanız. Tabii ki üşüdük fakat Stockholm belediyesi hazırlıklıydı. Gece gündüz yanan metal ızgaralar yapılmıştı. Gençler bisiklet ile odun taşıyor biten ateşe ilave ediyordu.. Kimse kusura bakmasın “büyükşehir çalışıyor” sloganını kullanacak birileri varsa o da Stockholm belediyesidir! Koca bir alkış sesi duyalım :))
Gamlastan’ ı anlatacakken daldan dala atladım farkındayım :) Gamlastan köprülerle ulaşılabilen bir adacık. Binaların ciciliğine, mağazaların vitrinlerine bile bakmaktan mest oluyorsunuz Dantel ürünler, Viking biblolarının binlerce versiyonu, çok sevdikleri belli olan sarı lacivert bayrakları ve kahve kokusu arasında dolaşıyorsunuz. Yüzünüzde sürekli bir gülümse ile tabii ki.
İlk durağımız bu müze oldu çünkü dediğim gibi şehirde Nobel çoşkusu ve haklı gururu vardı. Frag giymiş şoförler, şık giyimli bayanlar otellere girip çıkıyordu. Otellerin önünde basın ordusu tüm dünyaya yayın yapıyordu. Kolay değil bizim ülkemizde burun kıvrılsa da tüm dünya TV kanalları oradaydı. İnsan bütün bu olanlara tanıklık ettiği için bile heyecanlanıyor. Nobeli kimler kimler almış, kimler redetmiş, başlangıcından günümüze tarihini izledik. Tüm Nobel alanların fotoğrafı tavanda hareket halinde geçerken Orhan Pamuk’u gördüğümüzde üçümüzde çok duygulandık. Ben ağlamışta olabilirim, bu tarz durumlarda genelde ağlarım.
Stocholm Wasa müzesinde
İsveç öyle bir ülke ki deniz üstünde yaşıyor dersek yanlış olmaz. Kişi başı en çok tekne sayısının düştüğü ülke aynı zamanda. Üstelik atalarının gelmiş geçmiş en büyük denizciler olarak bilinen Vikingler olduğunu da biliyoruz. Fakat başlıktaki Wasa müzesinde batık bir geminin sergileniyor ve biz onu görmek için delici rüzgara karşı koya koya yürüyoruz. Hava karardı kararacak hem artık tecrübeliyiz karanlık basınca zifiri karanlık oluyor buralarda. Oysa saat 13:00 civarı.
Uzaktan görülen müze kapısında kuyruk mu? Yok artık, yüzlerce insan var. Ama bizim Stockholm kartımız var yaşasın!
Biz ne göreceğimizi az çok araştırmıştık lakin böylesini beklemiyorduk. Dev bir hangarın içinde sergilenen geminin etrafında 3 ayrı kata çıkıp koridorlarında dolaşarak geminin altını üstünü görebiliyorsunuz . İçine girilmiyor elbet bütün detaylarını önünüzde üstelik rehberler ve bilgisayarlı anlatımlar var. Küçücük kamaralar, direkler, halatlar, toplar, vidalar hepsi aynen inşa edildiği gibi önünüzde duruyor. Geminin tamamı ahşap demiş miydim?
1628 yılında 450 kişilik mürettebatla ilk kez denize indirilen Vasa isimli gemi daha 100 mt gitmeden batmış. Geminin karanlık sulara batmasının ardından çeşitli varsayımlar yapılmış. Derler ki kuzeyin aslanı denilen Kral Gustav ( bu yüzden geminin başında aslan figürü var ) en büyük savaş gemisini biz yapacağız demiş. Sürekli planlara müdahale etmiş, hesaplamalarda hata görselerde ikna edememişler, korkularından ses çıkaramamışlar. Gemi suya iner inmez batmaya başlamış, birkaç dakika içinde tamamen gömülmüş. Gemi çamur tabakası ile kaplanmış bu nedenle gemicilerin eşyaları ve daha birçok şey hiç bozulmadan bugüne kadar gelebilmiş.
İnsan acaba bu bir replikası mıdır diye düşünüyor. Fakat rehberin anlattınca şaşırıp kaldık. 1957 de vinç yardımı ile çekilmeye başlanmış ve 1961 de tam 333 yıl sonra çıkarılmış. Tamamen kurtarılması, temizlenmesi, bulunduğu yere çıkarılması ve müzenin açılışı 1990 yılını bulmuş. Beni asıl şaşırtansa tarihinde denizcilikleri ile övünen bir millet isveçliler. Basit bir hatayla gemi 100 metre bile gidemeden batmış. Ama adamlar ” battığı yerde kalsın, kimsecikler rezilliğimizi duymasın ” dememişler. Üstüne bir de müze yapıp sergilemişler.
Ahh şu İsveç liler :))
Şuraya müzenin web adresini bırakayım da elinizin altında bulunsun.
Vasa müzesinin bulunduğu adada ulusal müzede çok güzel tasarlanmış, gezmesi kolay bir müzedir. Burada da İsveç’ in tarihini gözler önüne sermişler. Takdir etmek lazım bu müzecilik işini çok iyi yapıyorlar. Çoluk çocuk genç yaşlı müzede bir gün geçirelim demiş gelmiş. Ama sonra anladık ki daha fazla müze, patlayana kadar kahve bu şehrin kış sloganıymış. Burnunuzu dışarı çıkarır çıkarmaz donma tehlikesi ile başbaşasınız haydi hayırlısı :)
Bu müzeden sonra Skansen denilen açık hava parkına yürüdük. Buraya gelince işte dedik ısınmak için fırsat ayağımıza geldi. Kendimizi dev noel ağacının etrafındaki dans eden insanların arasında bulduk.
Hazırlanan mangallarda pişirilen balık ekmeklerden aldık. Şu yaşıma kadar yediğim en keyifli balıktı. Ateşin etrafında birbirimize sokulmuş öylece ilk kez duyduğumuz şarkılara eşlik ediyorduk. Hem ne derler bilirsiniz iyi bir gezgin gittiği coğrafyaya uyum sağlayan ve saygı gösterendir. Gerçi ABBA’ dan bir Waterloo patlatsalardı iyiydi. Ama nerde hep çocuk şarkıları söyleyen kırmızı yanaklı teyzeler vardı.
Gerçi şükretmek lazım. Sevimliler falan da aklıma nedense agresif, depresif, cinayet hikayelerinin bol olduğu bir ülkede olduğumuz geliyor. Ben de kafamdaki İsveç sadece ahududu reçeli ve köftesi kadar lezzetli olsun isterdim. fakat maalesef ara ara aklıma Ejderha Dövmeli Kız ve Stokholm Sendromu geliyor, irkiliyorum.
Şehrin bir diğer kısmı olan Södermalm’ a geçtiğimizde bambaşka bir yüzünü gördük. Gamlastan’ ın eski binalarının yerini modern binalar, şık butik ve cafeler aldı. Hedefimizde EriccsonGobe vardı. Bu bina kapalı buz hokeyi sahası aynı zamanda konser salonu gibi hizmetler için inşa edilmiş. Hatta bir ay kadar sonra Eurovizyon şarkı yarışması ev sahipliğini yapacaklardı. Binanın adı Ericson küresi çünkü şekli de küre. Tamamen yuvarlak olan bu binanın dışında bir yuvarlak tüp şeklinde cam bir asansör yapılmış. En tepesine çıktığınızda bütün Stokholm’ u görebilirsiniz. Dünyada başka örneği olmayan binanın mimarisiyle övünüyorlar, haklılar Sezar’ın hakkı Sezar’ a.
Bu şehri biri ” dadılar tarafından büyütülmüş buz gibi bir kadına benziyor ” diye tarif etmiş. Çok doğru ben de bir tespit ekliyorum gece kapılar kapanmış ve sizi Kocaman bir İKEA’ da unutmuşlar gibi bir his bırakıyor. Yapacağınız gideceğiniz her şey işaretlenmiş, oklarla gösterilmiş, tam zamanında işliyor. Planlı, düzenli ,temiz, ihtiyaç kadarsa asla fazlası değil, kullanışlı, güzel görünümlü dev bir İkea burası. Turistler için kolay gezilebilir bir şehir olduğunu çok rahat diyebilirim.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
2018 de ilk gittiğim Stcokholm muhteşem anılar ile Türkiye ye döndüm. İnsana saygıyı orada gördüm.
Skansen , gamla stan , sigtuna ne güzel bir geziydi, hatıralarım canlandı pustoodunya ?