Günlük Moskova gezilerimi yapıp akşam dinlenmeye çekilince Moskova ve Rusya daha çok SSCB hakkında konuşmak adet haline gelmişti. Her okuduğumuz detay bizi şaşırttığından bir yazı hazırlamak istedim. Burada dursun meraklısı çıkar okur diye kısa bir Rusya tarihine gidelim istedim.
Osmanlının ilk yılları ile çarlık Rusya’ nın kurulması aşağı yukarı aynı zamanlara denk geliyor. Bir çok savaş, anlaşmazlıklar, güzel kızları alıp sarayda baştacı yapmalar ile geçen bir Osmanlı – Rus ilişkisinde Baltacı Mehmet ile Yekaterina yakıştırmışlığımızda vardır hani…
Biz Rusya’ yı; her daim sıcak denizlere inmek isteyen bu yüzden de alttan alta kuyumuzu kazan bir ülke biliriz. Moskov gavuru tabirini yerleştirecek kadar nefret etmişizdir. Ama yine de Varasilov diye bir Rus lider İstanbul’ a gelmiş. O kadar mutlu olmuşuz ki Taksim meydanında ki heykelin bir köşesinde kendisine yer vermişiz, biz de garip milletiz vesselam!
1. Dünya savaşında sıralarında yani 1917 yılında Lenin Rusya’daki monarşi den hoşnut olmuyordu. Lenin’ in önderliğindeki Bolşevikler, işçi ve köylüleri de yanlarına alarak Ekim Devrimini yaptılar. Bu aynı zamanda Sovyetler birliğinin kurulması demekti. Bu tarihten sonra sosyalizme dayalı bir devlet oldular.
Yazımın sonunda Lenin’ in mumyasına yaptığım ziyaret ve mumyanın bilinmeyenlerini anlattığım yazının linkini bulacaksınız. Okumanızı tavsiye ederim.
Böylece eski Rusya imparatorluğunun sömürgeleri olan devletleri de kapsayan S.S.C.B yi kurulmuş.
1924 de Lenin ölünce ülke Stalin ile başbaşa kalmış. Stalin acımasız çıkmış ve insanları SSCB yi yükseltmek uğruna öyle bir çalıştırmış ki kimse o günleri hatırlamak dahi istemiyor. Hitler e rahmet okutacak cinste birisiymiş denir. Birinci dünya savaşından sonra ikinci dünya savaşına kadar aramız S.S.C.B ile iyiymiş. Taa ki Stalin gelip Kars ve Ardahan’ ı geri verin ayrıca boğazlarda söz sahibi olmak istiyoruz diyene kadar.
Zamanın dışişleri bakanı Şükrü Saraçoğlu Moskova’ da masaya öyle bir yumruğunu vurmuş ki iki ülke ilişkilerinde unutulmayanlar arasına girmiş. Peki birçok insanın katili olarak bilinen Stalin 1953 de ölünce rahatlamışlar mı dersiniz?
Sonrasında başa gelen Kruşçef de hırslı bir lider çıkmış. 1956 da sıcaklara inmek isteğini Mısır’ a yanaşarak gerçekleştirmeye çalışmış. Abdül Nass ile sıkı fıkı olmuşlar. Hatta Kıbrıs sorunu yaşadığımız dönemde Mısır Rum hükümetine silah vererek destek olmuş. Müslüman ülke dersiniz ama sırtınızdan vururlar böyle, neyseee…
Nüklüer savaşın başlaması yılları da tam bu döneme denk geliyor. Sovyet yanlısı Küba’ ya füze yerleştiren SSCB, böylece yeni düşmanını bulmuş. Amerika!
Kennedy burnunun dibindeki Küba’ da Rusları istemediğinden Küba’yı ablukaya almış. Ama Ruslar gemileri çoktan yola çıkarmış bile. Kennedy ile Kruşçef arasında yapılan görüşmeler de ABD ablukayı ve Türkiye’ deki füzelerini de kaldırmasının karşılığında Ruslar’ da Küba’dan füzeleri çekeceğini açıklamış. ( Türk kamuoyunun bu durumdan çok yıllar sonra haberdar olması da ayrıca ilginçtir ) Kennedy kabul etmiş ama tesadüf müdür bilinmez ama birkaç hafta sonra suikaste kurban gitmesi de ne bileyim biraz tuhaf.
Aylar sonra da Kruşçef görevinden alınmış. Derin devlet denilen sistem o günlerde de bir savaş istiyordu ve o ikisi buna mani olmuştu, kimbilir? Yoksa yine o beş ailenin işi mi, çık kafamızdan beş aile!
Bu dönem Rusya’ nın uzay ile ilgilenmeye başladığı döneme denk geliyordu. Brejnev’ i benim kafamda ilginç yapan ise; uzaya giden ilk insan olan Yuri Gagarin’ in kendisinden daha popüler oluşunu hazmedemediği söylenceleri. Hatta kozmonotun nedeni halen açıklanamayan uçak kazasında ölümünden sorumlu tutuluyormuş. Günahı boynuna artık.
Yuri Gagarin in benim kahramanımdır. Şimdi kulağa basit gelse de o tarihlerde bu mucize. Demek ki bütün dünyada nasıl ilgi gördüyse, fesatlığa kurban gitmiş.
Yıllar geçiyor ve başta bu kez en tanıdık isimlerden biri; Mihael Gorbaçov SSCB’ nin yeni lideri oluyor. Kafasındaki meşhur lekeyle alakası yok ama nispeten sevimli bir lider oluyor.
Onun da yaptıkları saymakla bitmez ama ilk göze çarpan nüklüer denemeleri tek taraflı durdurması. Amerika ile özellikle Reagan ile sıcak ilişkileri başlatması oldu.
SSCB’ nin içindeki değişiklik ise Perestroika ( yeniden yapılanma ) ve Galastnost ( açıklık ) politikalarıyla silah yerine ekonomiye ağırlık vermek istemesiydi. Aynı dönemde Baltık coğrafyası çalkalanmaya başlamıştı. Gorbaçov inanç özgürlüğü, Afganistan’ dan çekilme açıklamaları yaptı. Birlik içindeki diğer ülkeler 89’da Berlin duvarınında yıkılmasıyla demir perdeyi eritmeye başladı.
Tam da o sırada Boris Yeltsin çıkıp Gorbaçov’ un arkasında türlü işler çevirerek başkan oldu. Oysa Beyaz Rusya ve Ukrayna ayrılmasını imzalayan Gorboçov Nobel ödülünü almış iyi niyetli bir liderdi. Onun yerine Yeltsin’ in geçmesi siyasi gerginliği çoğalttı. 187 kişinin öldüğü çatışmalar Moskova’yı kana bulamıştı.
Böylece Rusya’ yı batılıların yağmalama dönemi de başlamış oldu. Yeni yetme zenginler bir tarafta, diğer tarafta da açlıktan ölen insanlar. Ülke aslında oligarklar tarafından yönetiliyordu. Yeltsin’ i kötü yapansa Türk ve özellikle müslüman düşmanı olarak bilinmesidir. Bosna savaşında Sırpları desteklemesi, Grozni’ de Çeçenlere yaptıkları dün gibi akıllardadır. Aslında bu onun da bitişiydi çünkü Çeçenler kendilerini öyle bir korudular ki o yenilmez Rus ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Artık yalnız kalan Yeltsin çok eskiden tanıdığı eski bir KGB ajanı olan Vlademir Putin‘ i 1999 da başa geçirdi. Artık KGB casusu Kremlindeydi…
İşte kısaca Rusya’ nın politik tarihi bu şekilde gelişiyor. Şimdi insan bütün bunları okuyunca Ruslara acıyor doğrusu. Düşünsenize korkunç İvan’ dan bu yana bir tane adam gibi adam gelmemiş başlarına. Liderlerin tamamı ülkelerinin başarılı olması uğruna çok hırslı olmuşlar. Bitmiş bir toplumdan; tarım, silah, ilaç, ağır sanayi ,sanat, spor, eğitim konularında dünyanın bir numarası haline getirmişler. Her birinin farklı konularda zararı kadar faydası da olmuş. Bugün halen Lenin saygı duyulan, ülkenin kurucusu olarak bilinen şahsiyetidir.
İşte böyle sevgili okuyucu madem artık Rusya’ nın politik geçmişinden haberdarız o zaman keyifli gezi yazılarımı da okumanın zamanı gelmiştir.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
“Ne Biliyorum?” Oyunu: Moskova’ya Yolculuk
Bolşoy Tiyatrosu: Bir Tiyatrodan Fazlası!
Tolstoy ‘un evinde zaman yolculuğu ve 28 sayısının gizemi
Kızıl Meydan’ın Gizemi: Lenin’in Mumyası
Suç ve Ceza: Dostoyevski’nin St. Petersburg’u
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.