Şafşavan Fas’ın mavi boncuğu, ben ona öyle bir isim taktım. Bence yakıştı da:)
Fas’ın kuzeyinde, Rif Dağları’nın eteklerinde yer alan Şafşavan, masmavi sokakları ve tarihi dokusuyla adeta bir rüya şehridir. Bu büyüleyici şehir, ziyaretçilerini Orta Çağ’a uzanan bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Dar sokaklarda kaybolmak, mavi badanalı evleri seyretmek, şehrin muhteşem manzarasının tadını çıkarmak ve yerel halkın sıcak misafirperverliğini deneyimlemek için Şafşavan’a gitmeniz yeterli.
Bu yazıda, Şafşavan’a nasıl gidileceği, nerede konaklanacağı, ne yenileceği ve neler görüleceği gibi bilgiler bulabilirsiniz. Fakat, bu mavi boncuk Şafşavan’ ınımızın iki sıkıntısı var. Biri adının nasıl telefuz edilmesi gerektiği, diğeri ise neden mavi olduğu.
Chefchaouen diye yazılıyor da ben bunu bakarak yazdım, imkanı yok bir kere de yazamıyorum. Söylemesine gelince Şafşavan, Şeşaven, Şefşaun ve yerlilerin dediği gibi ise Şaven ! Şaven bana daha kolay geldi. Bu paylaşımda kendisinden Şafşavan olarak bahsedeceğim.
Hazırsanız başlıyoruz!
Fas’ta şehirler arası ulaşımda trenin de rahat bir seçenek olduğunu biliyoruz. Fakat Şafşavan’a maalesef tren gitmiyor. Bu nedenle, ister Fez, Marakeş, Casablanca, Tanca veya Rabat gibi diğer şehirlerden gidin, Şafşavan’a otobüsle ulaşmak en kolay ve yaygın yol.
Fas’ın en meşhur ve lüks otobüs firması CTM’yi ben de hiç kullanmadım. Her gittiğim şehrin ana terminalinde firmanın adına bakmadan otobüslere bindim ve hiç pişman olmadım. Daha ucuz otobüslerin kötü olacağını düşünmeyin, gayet konforlu seyahatler sunuyorlar.
Bloglarda valizi bagaja koymak için ekstra para aldıklarına dair bilgiler okumuştum. Benim de başıma bir kez geldi, ne parası dedim ve valizi bagaja koydular. Haklarınızı savunmanız önemli, çekinmeyin.
Şafşavan’a Meknes üzerinden gittim. Fez’den sonra Meknes’e gitmiştik ve otobüs terminalinden ilk kalkan otobüse bindik. Bilet 50 dirhemdi. Şafşavan’a yakın bir ana yolda indik ve diğer yolcularla ortak taksiye binerek 11 dirhem daha ödeyerek mavi şehre ulaştık.
Taksicilerin “gel abla gel, Şaven! Şaven!” deyişlerinden hiçbir şey anlamadığım için sürekli Blue City’ye gidip gitmediğini teyit ettim. Masmavi bir şehre gidiyorduk ama etraf kupkuru ve dağlık arazideydi. Şüphelendim ama araçtaki diğer yolcular sakin olmamı ve Şafşavan’a gittiğimizi söylediler. Zaten Fas’ta herkesin çok yardımsever olduğunu belirtmeden edemem.
Bir sürü rivayet var, ben içlerinde “zararlı hayvanları uzaklaştırmak için maviye boyanmış” olan seçeneği kendimce doğru olarak seçtim. Bana daha mantıklı geldi.
Hatta kapıları, pencereleri haşerelere karşı maviye boyayan çok yerde bulundum.
İlk aklıma gelen Hasankeyf’teki köy mesela. Yunan adalarından, Bodrum’a, Trakya köy evlerine kadar hep maviye boyanır.
Diğer rivayet, Yahudilere kadar gidiyormuş. Yahudiler için mavi rengin kutsal var sayılmasından ötürü ilk yerlileri bu renge boyamışlar deniyor.
Fakat benim aklıma takılan bir konu var. Öyle olsa İspanya’dan kaçan Yahudiler iki dağ arasında gelip yerleşmişse, ne diye kilometrelerce uzaktan görülen mavi renge boyasınlar ki?
O zaman azıcık şehrin tarihine bakmak gerekir. Buyrunuz aşağıda…
Tanca’ya 120 km uzaklıkta Rif dağlarında yer alan Şafşavan Cebeli tarikatı tarafından kurulmuş.
Hatta şeyhin yakınlardaki türbesi yüzyıllardan beri kutsal bir ziyaret yeri. Hıristiyanların fethinin ardından İspanya’dan kaçan Müslümanlara ve Yahudilere de sığınak olan Şafşavan, uzak ve dağlık bir bölge. Bunun etkisiyle uzun süre Avrupa’ya kapalı, özerk bir bölge olarak kalmış. 1920’de İspanyollar gelene kadar, kente yalnızca kimliklerini gizleyen iki Avrupalının girebildiği biliniyormuş.
Buraya ilk gelenler burada kökeni Ortaçağ’a uzanan bir Kastilya dili konuşan Yahudi topluluğunun varlığını da keşfetmişler. Muhtemelen işte bu Yahudiler İspanya’dan kaçan Yahudi mültecilerin soyundan gelenler olabilir.
Magribi Endülüs’ün 500 yıllık mirası olan Şafşavan başlarda bembeyaz evlere sahipmiş. Sonra kapı ve pencere pervazlarını maviye boyanmış.
Muhtemelen kapı ve pencereden zararlı hayvanların mavi renge duyarlı olması nedeniyle başladı. Baktılar ki bu renk aynı zamanda onlar için kutsal olan mavi renk bütün duvarları boyamaya başlamış da olabilirler. Şimdilerde yollar bile mavi, evlerin kapılarındaki tabelalar bile mavi, demir parmaklıklar mavi, su depoları mavi, çanak antenler mavi…
Giderek daha fazla turisti kendine çekse de, Rif dağlarının eteklerine kurulmuş bu şehri biraz da Batıyla tanıştıran modacı Armani’nin bir reklam filmi olmuş. Sonra kimse tutamamış Şafşavan’ı .
Şehrin popüler olmasının başka bir sebebi var.
Bu kuytu köşedeki şehri ilk keşfedenler hippi takımı. Neden burası? Mavi diye mi, ucuz diye mi, manzarası süper diye mi? E şıkkı, bunların hiçbiri! Sebep Kif denilen bir çeşit Marijuananın bu civarda yetiştirilmesi. Bölgenin en büyük kenevir ihracatı burada yapılıyor. Halen durumda bir değişiklik yok Amsterdam kadar olmasa da etraftan buram buram ot kokusu geliyor. Rastalı saçları, yalınayak, ayağına geçirdiği şalvarı, yırtık tişörtleriyle hippi dediğimiz kişilere çokca rastlanıyor. Kimseye zararları yok. İlla yanınıza gelip satıyorum lazım mı diyeni ben duymadım.
Keşke gelip biri sorsaydı, ne çok istemiştim. Kadın olduğumuzdan olsa gerek kimse teklif bile etmedi. O diyaloğa girmeyi çok istiyordum; kaç paradır, nerden buluyorlar, satışlar nasıl? Sorularımı bile planlamıştım.
Fas genelinde esrar içilmesinin yaygın olduğuna şahit olmuştum. Gündüz vakti elinde cigara amcaları görünce insan başta şaşırıyor sonra alışıyor. Bu durum sizleri tedirgin etmesin, kimse kimseye zorla iç demiyor netice de. Bunu eğer yolunuz düşerse bilin diye anlattım.
Fas’ta bulunduğum 17 gün içinde bir türlü alışamadığım tek şey ise ezan sesi oldu.
Ayıplayacaksınız belki ama ezan okunuşu bana sevimsiz geldi. En güzel ezan Türkiye’de okunuyor, yazın bunu bir kenara. Hele Şafşavan’da bir sabah ezanı okundu ki ben yataktan zıpladım. Deprem oluyor halka çağrı yapılıyor herhalde diye düşündüm. Nasıl yanık bir okumak, nasıl uzatmak tarif edemem. Üstelik dağlardan yankılanıp gelince ses ikiye katlanıyordu. Bir cami duruyor diğeri başlıyor filan. Bir müddet dinledik ama ezana benzetemedik. Sonra dikkatli dinleyince müezzinin Kur’anı Kerim’den okuduğunu farkettik. Kısaca Allahuekbere gelene kadar o korkumuz sürdü. Camilerin ezan saatlerinde dolup taştığını da yeri gelmişken belirteyim.
Mevsim itibari, ile çok fazla turist olmaması bizim açımızdan çok güzeldi. Duyduğuma göre bazı sokakların başınca maç kuyruğu gibi fotoğraf çektirme sırası oluyormuş. Zaten ben kendi fotoğrafımın çekilmesinden hiç hoşlanmıyorum. Şafşavan’da rekor kırdım denebilir. Şafşavan’daki yerliler de benim gibi fotoğrafının çekilmesinden hiç hoşnut değiller.
Şafşavanlılar o kadar yılmışlar ki artık elinizde telefon, fotoğraf makinası görürlerse otomatik azarlama moduna geçiyorlar. Haksız da sayılmazlar. O yüzden izin almalısınız. Gerçi o zaman hiç vermiyorlar ya da gizli çekmelisiniz.
İşin içinde inanç gereği fotoğraf çektirmemek de var. Bize düşen saygı duymak ve çekmemek olmalı. Yanlarına oturur biraz muhabbet eder, samimiyeti ilerletince bir fotoğraf çekilebilir miyiz, diye sorarsanız kabul edebilirler. Hem de çektikten sonra gösterince bayılıyorlar, aklınızda olsun. Kadınlar çok tatlı kuzeye özgü olan Haik denilen kıyafetler giyorlar. Kuzey Fas a özgü Rif dağı civarında yaşayanların yaptıkları hasır, kenarlarında rengarenk püsküller olan şapkalar takıyorlar. Çok ciciler ama teyzeler bize hiç cici bakmıyorlar.
Çocuklar ise hola diye bağırıyorlar. Onlar için beyaz tenli insanlar yürüyen para demek, büyüklerinden duydukları bu! Maalesef o bakımdan ben kendimi rahatsız hissettim.
Yandaki fotoğraftaki çocuklarla birlikte biraz oyun oynadım ve bana ismimi sorduklarında doğal olarak ismimi söyledim, Şükran. Şaşırdılar. Yani senin ismin thank you, dediler. Gülüştük.
Şafşavan’da çoğu ev küçük otele dönüştürülmüş. Haritama birkaç seçeneği işaretlemiştim. Şehirde bütün sokaklar birbirine benzediğinden, uzun bir otobüs yolcuğundan geldiğimizden, sırtımızda çanta ile merdivenli sokakları gezmek zor olduğundan bize en yakın olanı bulduk. Odalara baktık gayet sevimliydi. Terası vardı, tertemizdi ve en önemlisi tam şehrin ortasındaydı.
Durum böyle olunca başka bir yere bakmaya gerek duymadık. Sahibi amca öğlen namazından geldiğini duyunca hemen Allah kabul etsin dedim, biz de müslümanız dedim. Bi güldü. Kişi başı 20 eur olan fiyatı 15 Eur dedi. Sen müslüman, biz müslüman gel 10 olsun dedim. Sonunda tamam, dedi nasıl derseniz öyle olsun.
Eğer gidecek olursanız size yardımı dokunsun diye adını adresini veriyorum.
Seçenek çok olduğundan size uygun olan fiyat aralığını gördüğünüzde oturun derim. Öylesine dolanırken bir anda şehrin nerdeyse aşağısına kadar inmiştik. Baktık ızgaradan dumanlar arşa yükselirken koku bizi bizden alıyor hemen oturduk. Bayağı bir yedik 30 drh para ödedik. Hatta ertesi gün Tanca’ya giderken tekrar uğradık dürüm yaptırıp otobüse yanımıza aldık, o derece lezzetliydi.
Aa derseniz şık bir lokantada yemek yemek isterim o zaman
Medina bölgesindeki Uta El Hammam meydanına bakan cafe ve restaurantlara gidebilirsiniz. Meydanın adı geçmişken hafifen şehirde görülecekler yerler konusuna gireyim.
Ana meydan olan Uta El Hammam meydanı akşam saatleri çok canlı. Daracık sokaklardan birden bir açıklığa geldiğinizde anlayın ki meydandasınız.
Meydanın bir tarafında, duvarların içinde küçük bir müze ile sakin bir bahçe vardır. Burası aynı zamanda şehrin kasbahı. Giriş 10 drh ve içinde görülecek pek bir şey yok dediler diye girmedik.
Büyük cami; 15. yüzyılda Şafşavan’ın kurucusu tarafından yapılmış. Kalenin hemen yanında şehrin en büyük camisi.
Ara sokaklarda kaybolmanın dışında yapacağınız en güzel gezi ise
Jemaa Bouzafar Camiine yapacağınız gezi olacaktır. İspanyolların yaptığı, tepede bir camii burası. Tepe deyince gözünüz korkmasın. Onbeş dakika sürüyor fakat size çok güzel bir manzara sunuyor.
Liste görüldüğü gibi uzun değil. Yapacaklarınız aslına bakarsanız sokaklarda kaybolmaktan ibaret.
Şafşavan’ da en çok kuracağınız iki cümle şunlar olacak; bu sokaktan daha önce geçmiştik. İkincisi; otele nasıl geri döneceğiz?
Gerçekten kaybolmamak imkansız ama diğer yandan da yolu bulmak da bir o kadar kolay. Çünkü şehir küçücük.
Sokaklarda neler gördük de bu kadar sevdik derseniz aslına bakarsanız Fas’ın ve Ortadoğunu en eski şehirlerinin hepsinde olan dar sokaklar, dükkanlar var. Fakat Şafşavan’ı diğerlerinden ayıran işte o huzur veren mavi rengi. Sokak zemini, duvarlar, kapılar, pencereler, saksılar nereye bakarsanız bakın mavi. Ben mavi rengi çok sevdiğimden mest oldum diyebilirim. Alışveriş tutkunları için de bir cennet. Hasır çantalar, deri ayakkabılar, sabunlar, baharatlar, seramikler, magnetler, kilimler daha neler neler var.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Unutmadan Şafşavan hakkında fikir vermesi için fotoğraflarımdan hazırladığım videomu izlemenizi öneririm. https://youtu.be/749AjVyj-xA
Fas’ı Keşfedin: Vize İstemeyen Ülkeye Nasıl Gidilir, Ne Yenir, Ne Alınır?
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
7 Comments
Mavi boncuk ?
Biri beni Fas’a ışınlasın! ?
Bana sokak arasında sormuşlardı ot ister misin diye:)) Ben korkarım böyle muhabbetten:))
ahh bir soran olmadı ban yaaa :(
amin yerabbim
Süper
mavi boncuk ismi çok yakışışmış şafşavan’a