Puşkin’in hikayesi sadece Rus edebiyatını değil, tüm dünyayı etkiledi. Eserleri hala edebiyat severlerin gözdesi, oyunları sahnelerde alkış topluyor. Bu yazıda Puşkin’in gizemli dünyasını keşfederken, onu Rus edebiyatının zirvesine taşıyan şeyin ne olduğunu anlayacaksınız.
Moskova’ya gitmeye karar verince gezilecek yerleri listelemeye başlamıştım. Havanın soğuk olmasını fırsat bilip bolca ev gezmesi yapacağım aşikardı. Bir yanım keşke bir bahar günü Moskova’ya gitseydim derken diğer yanım olsun belki de o zaman Tolstoy, Gogol ve bu yazının konusu olan Puşkin’in evine gitmeyi düşünmeyebilirdim, dedi.
İtiraf etmeliyim ki ben Moskova’yı dondurucu soğuğuna rağmen çok sevdim. Ayrıca Puşkin’in evinde geçirdiğim dakikaları da çok sevdim. Bu yüzden de geri döner dönmez onun hakkında yaptığım araştırmaları kısaca toparlamaya çalıştım. Umarım hoşunuza gider. Yazının sonuna düşüncelerinizi yazarsanız çok mutlu olurum.
Sizi saygı duyulacak, hayran kalınacak bana göre ise acınacak bir adam ile tanıştıracağım. Hazırsanız Arbatskaya caddesine ve ordan geçmişe gidelim.
Moskova turistlere karmaşık gelen şehirlerin başındadır. Nedeni hem büyük olması hem de kiril alfabesi ile yazılmış tabelalar ve haritalar sanıyorum. Fakat Puşkin‘in evini bulmak zor değil. Çünkü Moskova’nın en meşhur caddesi Arbatskaya üzerinde. O yüzden dert etmeyin hatta kime sorsanız gösterir.
Arbat caddesi için Moskova’nın en renkli ve en canlı yeri denebilir. Sokak sanatçıları, tiyatrocular, dansçıların olduğu kadar halkında uğrak yeridir. Çeşitli restoran, kafe, müze ve sanat merkezleri ile turistlerin ilk öğrendiği cadde burası.
Bu caddesinin Rus kültür tarihinde de önemli bir yeri var. Örneğin Çehov’un ünlü oyunu Üç Kız Kardeş ilk kez sokağın girişindeki meşhur Prag Lokantası’nda sahneye konmuş. Çaykovski bu sokakta yaşamış.
Fakat sokakta yaşayan en meşhur kişi Puşkin. Yazarın turkuaz mavisi meşhur evi Arbat’a giren herkesin önünde fotoğraf çektirdiği bir müze.
Rus edebiyatının babası kabul edilen Puşkin‘in çok ama çok acayip bir hayat hikayesi var. Fakat yıllar yıllar öncesine 1700’lerin İstanbul’ una, şaşırdınız mı? Daha da şaşıracağınız bir hikayem var.
Kapalıçarşı’nın Nuruosmaniye kapısı civarındayız. Cami dışındaki sokaklara bakan Vakıf Hanlar bugün rengarenk turistik eşya satan dükkanlar. Fakat eskiden bu civarda bir de esir pazarı denilen bir yer varmış. Burada esir satışı Bizans döneminde açık bir şekilde yapılırmış. Fatih şehre girdiğinde burada ilerlerken karışıklıkta anne ile oğlunu yanlışlıkla ezer ve o gün talimat verir artık köle pazarı kapalı yerde yapılacaktır. Bu bir rivayet midir gerçek midir bilinmez ama uzun yıllar üstü kapalı handa esir satışı yapılır. Hatta çok tanıdık bir isim bu esir pazarında 1704 yılında Rus diplomatina 6-7 yaşındayken satılmıştır. Esir çocuğun buraya da Kamerun’ dan geldiği bilinmektedir. Minik Kamerunlu esirin yolu Rus çarına satılmaya kadar uzanır. Çok akıllı bir çocuktur, çarın gözüne girer ve çar onu evlatlık alır. Kamerunlu esirin evlendikten sonra 10 çocuğu olur ve torunlarından biri de hepimizin tanıdığı büyük Rus şair Puşkin’ dir. Şaşıracaksınız demiştim:)
Anlaşılacağı üzere soyu Kamerun’a bir rivayete göre de Etiyopya’ ya uzanıyor. Babası da soylu bir aileden. Anneden dedesi esirlikten de olsa çar himayesine girdiğinden dolaylı Puşkin asil soya sahip olmuş.
İş böyle olunca soy ağacından şanslı olduğunu düşünebilirsiniz. Ama peşin fikirli olmayın. Puşkin, şanslı bir kader mi yoksa lanetli bir miras mı edindi, bu sorunun cevabı karmaşık. Anlatacağım sabırlı olun! Daha Erzurum‘a gidecek Kars’a yolu düşecek, daha neler neler gelecek başına Puşkinimizin. Ne şansı, ne soylu yaşamı, ahh zavallı Puşkin ahhh! Daha çok şaşıracağız…
1799-1837 arasında yaşayan Puşkin aristokrasiye abartılı bir düşkünlüğü olan bir aileye sahipmiş. Kara, tombul, hantal, sakar ve uyuşuk bu çocuğu annesi pek sevmezmiş. Annesi “kötü beyazlatılmış zenci çocuğa” benzeyen oğlundan tiksinirmiş. Hatta bu sadist anne Aleksandr’ın avuçlarını sürekli birbirine sürtmesine kızdığı için ellerini arkadan bağlar, aç kalma cezası verirmiş. Mendilini, cebinden düşürüp durmasına sinir olduğu için cebine diktirmiş, misafirlerin karşısına oğlunu çıkarıp onun neden bu cezayı aldığını anlatır alay edermiş. Boşa sadist demiyorum nasıl bir anne bu böyle…
Fransız dadılarla büyütülmüş. Daha 8 yaşında Fransızca şiirler yazmış. Onbir yaşında ise özgürlükçü şiirler yazmaya başlamış. Zaten küçüklüğünden beri hazır cevaplığıyla bilinirmiş. Altı yıl boyunca hiç kimseyle görüştürülmeden sıkı bir eğitime tabi tutulmuş. O dönemde şiirler yazmaya başlamış. Daha sonraları Puşkin Çar’ın emriyle yurt dışı temsilciliklerinde genç yaşında görev almış. Fakat pek rahat durmamış. Düşünen, üstelik sanatçı ruhu taşıyan her insan gibi problem çıkarmaya başlamış. Halkın refah seviyesinin yükseltilmesi gerektiğini söylemeye başlayınca sürgüne gönderilmiş.
Sürgün dönemi ve sonrasında olağanüstü eserler meydana çıkarmış. Onun için büyük edebiyatçılardan Gogol, ki Ölü Canlar romanını Gogol’a yazdıran Puşkin’dir. “Puşkin olağanüstü bir olaydır.” der. Dostoyevski ise mistik bir yaklaşımla “Puşkin, bize gelecekten haber veren peygamberimizdir.” der.
Bu bahsi geçen dört yıl sürgünden geri döndüğünde bir baloda eski bir memurun kızına aşık olmuş, Natalya yüz vermemiş bizimki yanıp tutuşmuş ama kız oralı değil. İnce ruhlu şairimiz ne yapsın kızdan uzaklaşacak ya, gitmiş Rus ordusuna gözlemci olmak üzere gönüllü olmuş. Gide gide tayini nereye çıksa beğenirsiniz?
Erzurum’dan Kars’a
Sadece kelimeleriyle değil, ayaklarıyla da keşfe çıkan Puşkin, 1820’lerde sürgüne gönderilir. Bu sürgün onun eserlerine bambaşka bir boyut kazandırır.
Şehrin ve gurbette olmanın o kadar etkisinde kalmış ki “Erzurum Yolları” isminde bir kitap yazmış. Bu sırada Kars‘a gitmiş gelmiş. Gözlemlerini not almış hatta çizmiş. Şair ve yazarların çoğunun çok iyi resim yapması bana hep şaşırtıcı gelmiştir. Örneğin Victor Hugo da böyle bir yazardır. Onun hayatını anlattığım yazımın linkini buraya bırakıyorum.
Oralarda sürgündeyken halen aklında Natalya varmış. Ehhh adam sevmiş bir kere. Neyse efendim bu süreçten sonra Moskova‘ ya dönünce Puşkin çareyi kızın ailesine konuyu açmakta bulmuş.
Kızın ailesi duyunca fırsatı kaçırı mı hiç. İşin ucunda soylulara karışmak var. Gençlerin nişanı kıyılmış. Natalya yine uzak filan, bir triplerde… ( Allahım yaaa nasıl kızgınım kadına, birazdan sebebine gelicem)
Neyse bu iki genç karlı bir Şubat günü Kremlin’in içindeki büyük kilisede evlenmişler. Evlilikleri şimdilerde müze olan bu evde sürmüş. Evi kiralamışlar ama daha Mayıs gelmeden Puşkin sıkılmış. Tipik sanatçı işte, kendini illa başka bir yere atacak. Toparlanıp St.Petersburg’a gitmişler.
Ahh be zavallı Aleksandırım Puşkinim, bilse gider mi hiçç:(
Kader işte, alnına yazılanı yaşıyorsun.
Puşkin ve eşi St.Petersburg’ta her akşam bir baloda davette mutluymuş tablosu çiziyorlarmış. Fakat bir baloda olan olmuş. Puşkin ve eşi baloda George diye bir Fransızla tanışmış.( kimi kaynaklar uzaktan kuzeni diyor, öyleyse daha fena) Meğer bu Puşkin’in yanında her daim plastik çiçek gibi duran Natalya cadısı, Fransızla o baloda işi pişirmiş. Başlamışlar gizli gizli görüşmeye, buluşmaya. Hatta adam kendi evlerine girip çıkar olmuş.
Laf aramızda bu Natalya güzel filan da değil, müzede resmini gördüm. Yemin ederim Rus ırkının yüz karası o derece çirkin ama gönül bu konacağı yeri tutturamıyor maalesef…
Puşkin ise ne yapıyor? Halkı düşünüp, isyan şiirleri yazıyormuş. Garibanın yanında, yoksulların sesi olmaya çalışıyormuş. Doğru bildiğini karşısındaki Çar bile olsa söyleyen Puşkin ihaneti herkes gibi öğrenmiş ama duymamazlıktan geliyormuş.
Fakat Natalya’nın ihanetinin haberi tüm şehre yayılmış. “Boynuzlu tarikatının ustası” diye imzasız mektuplar yağmaya başlamış. Puşkin’in gururu incinmiş, onuru lekelenmiş.
Fransız’ı düelloya davet etmiş. Söylentilere göre bu düello için silah satın alması gerekince gümüşlerini bile satmış. Artık ben onların yalancısıyım ama Moskova ve St. Petersburg bu haberle çalkalanmış. Duymayan kalmamış… Ve maalsef Puşkin düelloda ağır yaralanmış ve yaranın etkisiyle iki gün sonra hayata veda etmiş. Anlayacağınız Rus edebiyatının babası henüz 37 yaşında iken pisi pisine ölmüş.
Anlaşılan o ki hayatı boyunca bir şiire, bir de karısına sevdalanmış. Halbuki sana kız mı yok, boşver yahu! İlk günden beri seni istememiş, bırak allasen gitsin kime varacaksa varsın. Ama yok illa yaşanacak olan yaşanıyor demek!
Puşkin’in hikayesi bize ne öğretiyor? Tutkunun ne kadar tehlikeli olabileceğini ve ihanetin kalbe nasıl derin yaralar açabileceğini gösteriyor. Aşk uğruna her şeyi göze alan Puşkin, trajik bir sona mahkum olmuş. Hikayesi bir yandan üzücü olsa da, cesareti ve vatanseverliği ile her zaman ilham kaynağı olmaya devam edecek.
Evi gezerken hikayesini okuduğumuz edebiyatçıya acıdık doğrusu. Onca eğitim, sürgünler, mücadeleler ve sonuç; saçma biri için düelloya gir ve öl olacak gibi değil…
Ölümünün ardından çok sevilen bir edebiyatçı olduğundan halk sokaklara dökülmüş. Çareyi cenazeyi gizlice gece yarısı babasının köyüne götürüp defnetmekte bulmuşlar.
Asıl benim merak ettiğim sonra Natalya ne oldu? İnsafa geldi de birkaç damla gözyaşı akıttı mı? Yoksa Fransıza vardı mı? Bilen duyan olursa haber etsin ne olur meraktan çatlıyorum. İster misiniz Fransız adamda bana ne, senle mi uğraşıcam deyip Natalya’ya sırtını dönüp gitmiş olsun. İnşallah öyle olmuştur, ohhh olsun ona, aman ne sevinirim :)
Moskova’ da iki müze evi var. Ama eski Arbat caddesindeki daha merkezi olduğu için fazla ziyaretçisi var.
Eşine Türkiyeden yazdığı mektuplar, Kars’ tan amatör çizimler Puşkin’in dünyasında çok önemli bir yer ediniyordu. Hayatının en güzel evresini buralarda geçirdiğini ifade ediyordu. İşte bu mektuplar da müzede ikinci katta görülebilir. Rusların kalbinde önemli yeri olan yazarın kısa bir zaman geçirdiği bu ev dönemin yaşam tarzını yansıtıyor. Perdeler, mobilyalar, fincanlar filan muhteşemler. Müzenin ikinci katında eserlerini kaleme alırken kullandığı materyaller var. Şiirlerinden örnekler var. Bunlar genelde müsveddeler. Orijinaller ise St.Peteresburg’ taki müzede imiş.
Müze aynı zamanda farklı etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Biz ordayken klasik müzik konseri vardı.
Enteresan olan etkinlik ise yılda iki kez o gün evlenecek çiftlere kapılar açılıyor. Aralarından seçilen iki çifte müzede evliliklerini gerçekleştirme imkanı sağlanıyormuş.
Dünyada sonsuz bir mutluluk yoktur; ne ünlü bir soy, ne güzellik, ne güç-kuvvet, ne zenginlik, hiçbir şey bizi felaketten kurtaramaz.
Elde edilmesi güç olan her şey genellikle diğer insanlar tarafından kolaylıkla küçümsenir.
Genellikle bütün büyük yanlışlıkların altında gurur yatar.
Kötü bir barış, iyi bir savaştan daha iyidir.
Önce çalışın sonra dinlenin.
Tanrı hakikati görür, fakat bekler.
Oyun bitince, şah da piyon da aynı kutuya konur.
İşte böyle sevgili okuyucu birlikte bir yazının daha sonuna gelmiş bulunuyoruz dostlar.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
üzüldüm Puşkin e
?