Özbekistan’ a gitmek ne kadar zamandır hayalimdi hatırlamıyorum. Büyük ihtimalle Amin Maalouf’ un Semerkant kitabından sonra iyice heveslenmişimdir. Gerçi kitap daha çok İran’ da geçse de ismi bile insanı çekiyor. Eminim birçok kişi benim gibi Semerkant, Buhara gibi kulağa çok tanıdık gelen yerleri görmek istiyordur. Bu yüzden işinize yarabilecek bilgileri, yer yer de anılarımı aktardığım bir yazı serisi hazırladım. Serinin ilkine hoş geldiniz!
Serinin ilk yazısı ülkeyi önce temel bilgilerle tanımayı içerecek. Nasıl gidilir, ne zaman gidilir, ne yenilir, ne alınır, ulaşım nasıldır gibi. Sonra da detaylarıyla şehirleri anlatacağım yazılar şeklinde ilerlemeyi uygun gördüm. Detaylarıyla dememdeki sebep mübarek her şehri tarih dersinin içinde yürümek gibi. Bin yıllar geriye gitmek için sadece sessizce etrafa bakmak kafi. Bir anda Timur’ un zamanına dönmeniz işten bile değil. Köşeyi dönseniz İbn-i Sina çıkacak sanırsınız. Diğer köşede Ali Şir Nevai bir şeyler anlatıyor gibi hissedeceksiniz.
Bizim rotamız şöyleydi.
Planladığımız her yere gittik ama gidip geldikten sonra gideceklere önerim farklı olurdu. Bence Taşkent herhalükarda gidileceği için 2 gün yeter artar bile. Semerkant 2 dolu dolu gün, Buhara 3 gün şöyle yavaş yavaş şehri özümsemek adına. Hive 2 tam dolu gün ancak yeter. Oradan ne yapıp edip Karakalpakistan denilen özerk bölgeye geçerdim. Aral gölüne gidip insanlığın doğaya etiğini gözlerimle görmek isterdim. Bir de Fergana vadisi denilen bölgeyi görmek isterim. Ordan bir şekilde Oş şehrine yani Kırgısiztan ‘ a geçerim. Çimkent’ e havalimanını tercih edecekler için ise önerim Ahmet Yesevi’ nin mekanını ziyaret olur.
Dönüş yoluna geçmeden buraya ne kadar geç geldiğimiz ve tekrar gelmeliyiz şeklinde konuşmalara başlamıştık bile. Neden geç kalmışız derseniz ülke hızla gelişiyor o otantik havası kısmen değişecektir. Hem de ülkemizin parası eriyor dostlar, acı ama gerçek bu.
Tatsız para konusunu bir kenara bırakıp haydi gelin beraberce İpek Yoluna uzanalım.
Ülke 1991 yılında Rusya dağılınca bağımsızlığını ilan eden devletlerden biridir. Onları ilk tanıyan Türkiye.
Orta Asya’ nın ortasında denize kıyısı olmayan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Afganistan ve Türkmenistanla komşu. Denize kıyısı yok ama çok önemli iki nehir geçiyor. Onu da duymayan bilmeyen yoktur. Coğrafya dersinden hatırlayacağınız Sirideya (Seyhun), Amuderya (Ceyhun) arasındaki bölge yani Maverahünnehir buradadır.
Dünyanın dördüncü büyük gölü Aral gölü de Özbekistan’ da ama maalesef hızla kuruyor.
Kızılkum çölünde ise dünyanın en geniş alanına yayılmış altın madeni var. Uranyum yatakları ve doğalgazı ülkenin kendi kendine yetmesini sağlıyor. Anlaşılacağı üzere ülke yakın tarihlerde uçuşa geçebilir.
Kışlar çok soğuk yaz ayları fazla sıcak olduğundan nisan, mayıs, eylül ve ekim tavsiye ediliyor. Biz mayıs ayında gittik ve oldukça sıcaktı. Hatta Hive ve Taşkent’ te 32 dereceleri yaşayınca yazın gidilmeyeceğine kanaat getirdik, aklınızda olsun.
THY başkent Taşkent’ e uçuyor ama fiyatlar da uçuyor. O yüzden biz Kazakistan’ ın Çimkent denilen şehrine Pegasus ile uçtuk. Varış saati gece yarısından sonra olduğu için normalde de zor olan Kazakistan Özbekistan sınırına havalimanında tanıştığımız Emre ve ailesi sayesinde ortaklaşa tuttuğumuz araç ile vardık. Yürüyerek sınır kapısından geçip çıkış mührünü vurduk tekrar yürüyerek Özbekistan’ giriş yaptık. Sonra belediye otobüsüne binip merkeze geldik.
Böyle yazarken kolay gibi görünse de pek öyle değilmiş. Kazakistan’ dan çıkış kapısına geldiğimizde fazlasıyla kaotik bir ortam vardı. Her halimizden turist olduğumuz anlaşıldığı içim etrafımız elinde tomarlarca para olan altın dişli insanlarla sarıldı. Neyse ki orada da Emre sağ olsun taksi ücreti kadar para bozdurdu. Ödememizi yaptıktan sonra yürüyerek gümrük kapısından girerek Özbekistan’ a sorunsuz geçtik.
Belediye otobüsü ile Taşkent merkeze gittik. Siz de bu yolu seçerseniz daha ekonomik olması sebebiyle bu yöntemi seçebilirsiniz. Diyelim ki o an orada otobüs yok birilerine sorun nerde beklemeniz gerektiğini, ne zaman geleceğini size söylerler. İlla taksiyle gitmek isterseniz o daha kolay çünkü onlar sizi bulacaktır. Ücretlerde pazarlık yapın ve başkalarıyla ortak taksiye binmekte çekinmeyin. (Detaylı olarak aşağıda anlatacağım)
Az kalsın unutuyordum; Özbekistan’a geçer geçmez artık yeni ülkedeyiz ve yeni ülkemizin parası lazım olacağından ayaküstü para bozan adamlardan birinde o işi de hallettik. Hatta biz değil Emre koşuşturdu sağolsun yoksa biz biraz bocalardık ve belki kazıklanırdırk. Para önemli aman dikkat ????
Biz oradayken yani 2023 Mayısında 100 usd 1111000 som 100 TL 58000 som idi. Ben bu yazıyı yazarken ise 100 usd 1204000 som, 100 Tl 44000 som kısaca TL eriyor arkadaşlar. Gittiğiniz her ülke yanınıza kar kalıyor, maalesef.
Parayı resmi döviz bürolarında ya da bankada bozdurun diye salık veren blog yazıları okumuştuk. Bunun tam tersini yaptık. Ayaküstü hatta tabure üstünde ayağında terlik, ağzında sigara olan adama bozdurduk. Azıcık bozdurduk ki bizi takip eden olmasın. Şaka tabii ki korkmadık, ama gerek yoktu. Siz yine de şehir merkezlerinde çokça rastlayacağınız chance officeleri tercih edin. Biz ilerleyen günlerde bankada bozdurmayı seçtik. Kur her yerde aynıydı. Yanınıza usd ya da eur götürmeniz farketmiyor. Türk lirasını değiştirdiklerini sanmıyorum yeltenmeye gerek yok. Paramız kıymetli değil ve kimsenin bizi kıskandığı yok.
Ülke insanına o kadar güvendik ki yeri geldi arabasına bindiğimiz şoför arkadaşa paramızı verdik o yanımıza çağırdığı biriyle takası yaptı. Sonra o taksici delikanlı arkadaşımız oldu, dertleştik, şarkılar söyledik bağıra çağıra , Kur-an’ı Kerim dinledik( anlatacağım), yemek ısmarladı bize filan. Yaşadıklarımız çok acayipti çoook!
Ülke iyi güzel de şu şehirlerarası ulaşım işi biraz çetrefilliymiş. Aslında başkent Taşkent’ te dev bir otogar var ve her yere giden otobüsler de var. Fiyatlar makul amma velakin otobüs saatleri bize denk gelmediği gibi boş yer de hiç bulamadık. Tren de var ama onda da yer bulmak neredeyse imkansız. Bizim gittiğimiz mevsim itibarıyla böyle olabilir hiçbir fikrim yok o yüzden siz trenleri kovalayın bence. İnternet siteleri düzgün çalışmıyor gara gitmeniz lazım.
Yine de ben buraya şu bilgileri bırakayım bir fikriniz olsun. Taşkent’ten hızlı tren Semerkant’ a 2 saat, yavaş trenle 3.5 saat sürüyormuş. Semerkant’ tan Buhara’ ya 1.5 saatte ya da yavaş tren ile giderim derseniz 2.5 saatte de gidebilirmiş. Taşkent Hive arası tren ise 14 -16 saat arası sürüyormuş.
Fiyatları yazmamakta imtina ediyorum çünkü değişebilir. Özbekistan Demir Yolları sitesinden biletinizi online olarak alabilirsiniz. Site için tıklayın.
Peki otobüs yok tren yok ne yaptınız derseniz herkes gibi ortak yani paylaşımlı taksi tuttuk. Neyse ki bu detayı da Emre anlatmıştı da ne beklediğimizi biliyorduk. O yüzden ben de size anlatayım.
Dakika bir gol bir otogardan çıkıp eyvahlar olsun otobüs yok ne yaparız derken Türk müsünüz diye yanımıza gelen bir delikanlı imdadımıza yetişti. Şu kadar para uygundur daha fazla isterlerse vermeyin dedi. Sonra bakti etrafımız taksicilerle sarıldı bekleyin ben size araba bulayım, dedi. Hepsiyle tek tek pazarlık yaptığı gibi bizi bir kadın ve iki küçük oğluyla paylaşacağımız bir araca yerleştirdi. Mükemmel Türkçesi meğer Türkiye’ de üniversite okuduğu içinmiş. Muhtemelen okumayacak ama ben ona buradan teşekkür ediyorum. Koca bir ülkeyi sevmemizi en önemlisi güvenmemiz gerektiği ilk dakikada sağladığı için.
İlerleyen günlerde anladık ki ülkede bu paylaşımlı taksi çok yaygın. Tüm şehirler arası ulaşımımızı böyle yaptık. Hiç tanımadığımız adamlarla 8 saat, 6 saat hatta 16 saat yol yaptık.
Şuraya şehirler arası kilometreleri de yazalım da bir fikriniz olsun.
Taşkent – Semerkant 310 km
Semerkant – Buhara 270 km
Buhara – Hive 450 km
Hive – Taşkent 980 km ( yarısı çölde geçiyor )
Şehir içinde de elinizi kaldırıyorsunuz ve sizin özel araç sandığınız araba duruyor. Adam karısını almış gezmeye gidiyor mesela ama yoldan sizi alıp ilerde bir yere kadar götürüyor. Paralı otostop yani.
Taa Sovyetlerden kalma ve halhazırda uzatıyorlar. Tarihi istasyonlarına bayıldık resmen. Bir gün sürekli her durakta indik inceledik yine bindik. Moskova ve Petersburg metrosuna benziyor hatta kokusu bile aynıydı. ( ağır Moskova özlemi çekiyorum öyle böyle değil) Metrolara girdiğinizde hangi yöne gideceğiniz gibi sorunuz olur illa ki işte imdadınıza yeşil üniformalı kişiler koşuyor. Bu görevliler güenlik gibi bir şey ama turist rehberi gibi de bilgilendirme yapıyorlar. Her şeyi onlara sorduk.
Taşkent’ te biz metro dışında sürekli belediye otobüsüyle gezdik. Şoföre gideceğimiz yeri sorup bilgi alıyorduk. İlla Türkçe bilen birileri de çıkıp yardım ediyordu. Böylece her “taksiyle 2 dakika” diyenlere inat 5’ te bir fiyatına tüm şehri gezdik. Taksiye binin diyenler de Taşkentliler bu arada. Ama iyi bir gezgin bilir ki taksi ucuz olsa da ondan daha ucuz olan devletin taşıma araçlarıdır!
Şehirlerin tamamında bizdeki minibüslerden küçük damas dedikleri bir araç var. Onlar belediye otobüslerinden, taksilerden daha ucuz. Buhara’ da ve Hive’ de çok kullandık bunları. Ucuz olmalarının yanısıra hızlılar ve çok sayıda var.
Araba kiralamak da mümkün ama iyi ki yeltenmedik çünkü otoyollarda çok yoğun tır trafiği var. Özbekler çok hızlı araç kullanıyor ve metan gazı, propan mı ne garip bir gazla çalışıyor bütün arabalar. Yani bizi zorlanırdık. Hem bir sürü Özbekle tanışma fırsatını da kaçırırdık ülkelerindeki adetlerden yaşamdan bihaber olabilirdik.
On beş gün içinde birkaç Özbekle konuşup tanışma şansım oldu. Onlardan duyduklarımı ve gözlemlediklerimi derleyip size aktaracağım.
Erkek ve kadınların el sıkışması uygun görülmez. Ellerini kalplerinin üstüne koyup kadınları selamlıyorlar. Adetlerine çok bağlı olan bir millet Özbekler. Mutfağından giyim kuşama, misafire hürmet, büyüklere saygı konusu hassas noktaları. Orta Asya’ nın ilk metrosu olan Taşkent metrosunda bizzat şahit olduk. Erkekler kadın genç bile olsa kalkıp yer veriyordu.
Özbekçede biri için öldü denmezmiş, emaneti teslim etti denirmiş. Ne hoş değil mi?
Bizzat tecrübe ettiğim kibarlıklarından biri diğeri ise; yol sorduğunuzda işi gücü bırakıp sizinle yürümeleri. Detaylıca orayı bulduğunuza emin olmak isterler. Otobüs, metro gibi kalabalık bir ortamda sorarsanız hepsi birden canla başla seferber olurlar. Mesela konakladığımız her yer aynı zamanda bir evdi. Bize müşteri değil misafirleri gibi davrandılar.
Özbekistan’ ın her şehrinde lüks otelden hostele kadar çok geniş bir yelpaze var. Gitmeden önce booking, hostelword gibi sitelerden rezervasyon yapabilirsiniz.
Ben her şehirde birkaç yerin adını, adresini haritama not almıştım. Oraya gidince de sırtta çanta o sıcak havada dolaşarak alternatifleri değerlendirdik. Önceliğimiz elbet temiz, ucuz, merkezi yerlere yakın olmasıydı. Semerkant ilk şehrimizdi ve işaretlediğim ilk evi çok sevdik diğerlerine bakmadık bile. Bu arada bu sistem yani evlerinin odalarını kiralamak Özbekistan’ da çok yaygın. Tüm gezimiz boyunca evlerde kaldık. Şansımıza kaldığımız her ev ve ev sahibi çok tatlı çıktı. Müşteri değil misafir muamelesi gördük. İlk gün ödediğimiz fiyatı baz alıp diğer şehirlerde fiyat yüksek gelince ama Semerkant’ ta şu kadara kaldık deyip pazarlık yapar olduk. Hep kabul edildi istediğimiz fiyat. Hepsinde kahvaltı dahildi ve muhteşem kahvaltılar yedik. Ne de olsa Türk kanı var onlarda da, canım Özbekler. Hatta fiyat sormak için kapıdan başınızı uzatsanız çay, meyve, kuruyemiş, kek ne varsa önümüze çıkarıyorlardı. O derece bir izzet-i ikram söz konusu.
Ha olay yemeğe doğru geldiyse anlatacak çok şey var ama ben genelde yemek fotoğrafı çekmem, paylaşmam da o yüzden kısaca bahsedeceğim. Bu ülkeye özel birkaç yemek fotoğrafı da yüklerim.
Dillere destan Özbek pilavını yememiş olabilirsiniz ama adını duymuşsunuzdur. İşte bu pilavın MÖ 4. yüzyıldan beri yapıldığını, İbn-i Sina’ nın kitabında bile tarifinin yer aldığını, yüzlerce çeşidi olduğunu biliyor muydunuz? Peki eve misafir gelince pilavı erkeğin pişirdiğini ve yanında yeşil çay ikram edildiğini duymuş muydunuz? Yaaa işte böyle şaşırtıcı ve lezzetli bu pilava biz baayıldık! İçeriğinde kayısılar, havuçlar olan koyun eti katılmış bir pilav diye özetleyebilirim.
Ekmeğe naan deniyor. Yol boyunca “ıssak naan” yani sıcak ekmek tabelasını göreceksiniz. Ekmek Özbeklerin ince çizgisi. Hatta bütün kadınlar yapmayı bilirmiş. Kutsal kabul edilir mesela ters konulması hakaret sayılırmış. Şekli ise bölgeye göre değişiyor biz hepsini sevdik. Hatta kuru kuru bile yedik.
Of bi de samsaları var. Özbek baharatlarıyla yapılan muska böreği gibi bir şey müthişti. Özbek mantısı efsane genelde etle yapılıyor ama sebzeli yapılanı da var. Gomma diye bir hamur işi var o da çok başarılıydı ( Taşkent kısmına nerede gomma yiyeceğininiz adresi gelecek). Shashlik diye yazılan şaşlık diye söylenen ızgarada pişen et çok başarılıydı. Lagman ise erişte, patates, et ve havuçtan yapılan bir çorba ama nefis bir tat, denemelisiniz. Shurpa diye yazılan bildiğiniz şurpa yani çorbaları da kuzu ve sebzeli olmak üzere birkaç çeşitti. Hepsi güzeldi anlayacağınız. At eti de ülkede yeniyor ama ben yemedim. Özellikle aramadım yoksa karşıma çıksa yerdim. Fırsat çıkmadı zaten çok da sık yenmiyormuş. Fakat çarşı pazarda satılıyor.
Ülkede meyve yetiştiriciliği zirvede. Kendilerine göre dünyanın en güzel kavununu yetiştiriyorlarmış. Biz oradayken her yer dut ağacı olduğundan bizim açımızdan harikaydı. Dalından yedik durduk. Özbeklere göre ülkeyi ziyaret etmek için en güzel zaman meyvelerin çok olduğu eylül ilk haftasıymış. Ülke ihracatının en önemli kalemlerinden biri meyve diğeri de ipekli ürünler. İlla bir şey alayım derseniz ipekliler tam size göre.
İlla satın alın diye esnaf ısrarcı da değil o bakımdan çok güzeldi. Ne alayım derseniz ipekli ürünler, paketlenmiş kuruyemişler, lokum ve kurabiye, baharatlar gibi şeyler en çok gözüme çarpanlardı. Elbet bakır, seramik ürünler, dokumacılık, muhteşem halılar yaygın ama taşımasını göze alır mısınız bilemem. Bir de bizim ülkemizde de çok olduğundan ben yeltenmedim bile. Doppi denilen geleneksel Özbek şapkaları, el yapımı ayakkabı ve terlikler yabancı turistlerce pek rağbet görüyordu. Siz ne aldınız diye sorarsanız da annem babam ve eşim tatsın diye ekmek getirdik ve bahçemize ekmek için tohum aldım.
Semerkant’ ın Siyob bazaar, carpet Bazar, Taşkent’ te ki Chorsu Bazaar ve 16. Yüzyıl başlarından beri kurulan Buhara’ nın ünlü ticaret kuleleri mutlaka ziyaret etmeniz gereken yerlerin başında. Genelde her ülke de böyle kalabalık pazar yerleri için aman cebinize dikkat edin denir ya Özbekistan’ da bana çok güvenli geldi. Dikkat etmek gerekir elbet o ayrı.
Ülkeye girişte bizden vize istenmiyor ama kalacağınız yerlerden bir form doldurulmasını ve size bir evrak verilmesini istemeniz gerekiyor. Biz ilk uyuduğumuz evden istedik verdiler sonrakilerde bazen biz unuttuk bazen biz vermiyoruz dediler, dert etmedik. Son gün Taşkent’ te bir otelde kaldık ve onlardan isteyince bizim size verdiğimiz fiyat ucuzdu. Eğer bu kayıt evrağını verirsek ilave para vermelisiniz gibi bir şey saçmaladılar. Aman almayalım ne olacak dedik. Hakikaten de soran eden olmadı. Sorsalar başımıza ne gelirdi bilmiyoruz siz alın bence.
Özbekistan’ da tüm ibadethanelere girişte malumunuz örtünmek gerekiyor. Bu konuda hassaslar tıpkı bizdeki gibi. Fakat burada bir gariplik var neredeyse tüm tarihi camiler ve türbelere giriş paralı. Özbek olmadığımızı anlayınca böyle tabii ki. Can sıkıcıydı doğrusu ama kural kuraldır. Biz para istenen türbelere girmedik, doğrusu çok da bir şey kaybetmediğimizi düşünüyorum. Tarihte önemli yeri olan yerleri ise kesinlikle es geçmedik.
Tarihi İpek yolunun üzerindeki ülkede buradan yolu geçen medeniyetlerin bıraktığı eserler halen ayakta. Bu yüzden çok şanslıyız. Buhara’ da, Semerkant’ ta çini bezeli devasa yapılara bir zamanlar kimler kimler dokunmuş deyip heyecanlanıyorsunuz. Sanki yüklü deve kervanlarıyla karşılaşacakmışsınız gibi bir his oluşuveriyor.
O yüzden ülkenin tarihinden ziyade buradan yolu geçen, burada yetişen insanlardan bahsedeceğim. Zaten böylece ne kadar köklü bir geçmişleri olduğunu anlayacaksınız.
Liste uzun ama ben yine de onların adının yazımda olmasını istedim. Her birini saatlerce sayfalarca anlatsak mutlaka bir bilgiyi eksik bırakırız. Her şehri yazdığımd
a orada yaşayan büyük bir tarihi kişiliğe yer vermeyi uygun gördüm. Fakat şimdilik fikriniz olsun diye Özbekistan tarihine daha doğrusu tüm dünya tarihine damgasını vurmuş kişilikleri rastgele sıralayayım.
Timur, Biruni, İbn- i Sina, Ali Kuşçu, Ali şir Nevai, Uluğ bey, Nasreddin hoca, Bahattin Şah Nakşibendi, İmam Buhari, Harizmi, Fergani. Hepsinin ruhları şad olsun.
İşte böyle sevgili okuyucu Özbekistan’ a giriş yapmış olduk. Sırasıyla gediğim şehirleri anlatacağım yazılar peşi sıra gelecek.
İlk şehrimiz bizim gezi sıramıza göre Semerkant olacak, şimdiden keyifli okumalar. Unutmadan Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
4 Comments
Özbekistan’a harika bir giriş olmuş, devam yazılarını heyecanla bekliyorum!
Nefis bir yazı , bir nefeste okudum emeğinize sağlık
Özbekistan demişken; bize de bigün gitmek nasip olur inşallah :) Emeğine sağlık
çok doyurucu bir gezi oldu umarım bir gün gidersiniz. Zaten sizin bi orta asya kalmış olabiir:)