Çocukluğumdan beri uzay her zaman ilgimi çekmiştir. Göklerde parlayan yıldızlar, Ay’ın gizemli yüzeyi ve uzayda dolaşan gezegenler hayal gücümü beslemiştir. Büyüdükçe de bu ilgi azalmak yerine daha da arttı. Uzay araştırmaları hakkında kitaplar okudum, belgeseller izledim ve hayalim hep bir gün NASA’yı ziyaret etmekti. Nihayet bu hayalim Amerika seyahatimde gerçekleşti.
Bu yazıda, NASA’daki bir günümü ve oradaki unutulmaz deneyimlerimi anlatacağım. Uzay üssünün atmosferini, gördüğüm ve öğrendiğim ilginç şeyleri ve bu gezinin bende bıraktığı izleri sizlerle paylaşacağım.
Gezdiğim en heyecan verici yerlerden biriydi. Yazıya dökmek zor alacak ama sabırla okuyacağınızdan eminim. Yazı içinde şaşırtıcı bilgiler okuyacaksınız. Size garip gelenleri yorumlara yazarsanız sevinirim.
Aslında Amerika’ya giderken aklımda NASA’yı ziyaret etmek yoktu. NASA’ya gelmeden hemen söyleyeyim Amerika’yı ya seversiniz ya da sevmezsiniz. Ben sevenlerdenim, hiçbir olumsuzlukla karşılaşmadım, her anından keyif aldım. Çok güldüm, çok eğlendim. Sinemalarından barlarına, alışveriş merkezlerinden kumarhanelerine kadar girip çıktım. İlk kez okyanus gördüm hatta girdim de. New York’ta heyecanla gezdim, NBA maçına gittim hem de Chicago Bulls izledim ama hiçbiri beni Kenndy Space Center’daki NASA ‘ya gitmek kadar heyecanlandırmadı. Astronot görme şansım olacaktı düşünsenize, gerçek bir astronot!
O günü ve uzay üssünün nasıl bir yer olduğunu anlatmaya başlıyorum.
Astronotların dünyasına gitmeye hazır mısınız?
Amerika’da her yer film seti gibiydi. Orlando’daki stüdyolarda ise iyice filme girmiş oldum.
Devasa hoteller, kocaman oyun parkları, havuzlar, alışveriş merkezleri derken iki gün eğlencenin dibine vurduk. Film platolarında dolaşmak, mesela “Geleceğe Dönüş” filmindeki arabaya dokunmak, Jaws’ la burun buruna gelmek çok heyecanlıydı. Haydutlardan kaçarken bir patlamadan sağ kurtulmak, tanıdığınız film karakterlerinin benzerleri ile dans etmek çok keyifliydi. Marilyn Monree beyaz elbisesiyle yanınızdan geçiyor, Rambo, Terminatör filan acayip acayip şeyler. Biraz da komikti ama eğlenceliydi. En çok filmlerin nasıl çekildiğini izlemek güzeldi. Gerçekçi bir insan olduğumdan ben işin o kısmını daha çok sevdim. Fakat biz o eğlenceli dünyayı bırakıp bir günümüzü NASA’da geçirmeye karar verdik.
Benim gökyüzü, gezegenler, uçmak, yıldızlar, uzayla alakalı bütün filmler, astronot kozmonotlar, göktaşları bilumum uzay hakkındaki her şey ilgimi çeker. Şimdi saçma gelse de küçükken bana sorduklarında astronot olmak istiyorum, derdim. Bizim çocukluğumuzda televizyonda Uzay Yolu dizisi vardı muhtemelen ondan etkileniyordum. Halen en sevdiğim anlar uçağın içinde olduğum dakikalardır. Dolayısıyla ayağıma gelen bu fırsat beni benden aldı.
Oraya kadar gitmişken gidelim dedik ve yola koyulduk. …
Orlando Disneyland ile Uzay üssünün bulunduğu yerin arası bir saat kadar sürüyor. Yol boyunca göllerle bölünen kara parçaları, dalgalarla oluşan lagünler, bu lagünlerde dolaşan timsah manzaralarıyla Space kıyılarına vardık.
Tropikal iklim burda kendini gösteriyor. Tepemizde uçan kartallar, su birikintilerindeki mangrov ağaçları çok ilginç. Birçok kuş türünün de göç yolu olan bölge aynı zamanda el değmemiş mercan adası kumsalına da sahip.
Birdenbire yolumuza çıkan timsahın karşıdan karşıya geçmesini bekledik. Florida eyaletinde insanların bahçelerine özellikle havuzlarına girdiklerini duymuştuk. O yüzden timsahı umursamadık işin garibi o da bizi hiç umursamadı. Enteresan olan adamların tabiatı hiç bozmadan devasa tesis kondurmuş olmalarıydı. Biz bunu konuşurken timsah ailesi karşıdan karşıya geçmişti bile.
İndian River’ı geçince NASA / Kennedy Space Center ziyaretçi merkezine ulaştık.
Bir uzay üssü hangi özelliklere sahip olmalı diye merak edeniniz olacaktır.
Çevresi yerleşim yerleri açısından tenha olmalıymış. Florida’daki Kennedy Uzay üssünde olduğu gibi doğu tarafında deniz olmalıymış. Böylece bir roket fırlatılmayı izleyen ilk kritik bir dakika içinde patladığında yerdeki insanlar açısından bir tehdit oluşturmaması gerekiyormuş.
Dünya kendi ekseni etrafında batıdan doğuya doğru döndüğünden roketler hep doğu istikametinde fırlatılmalıymış.
Kenndy Space Center ise; halen kullanılan gerçek bir uzay üssü ve bir kısmı ziyaretçilere açık. Kennedy Uzay Merkezi, uzay gemilerinin fırlatıldığı batı yarım küredeki tek yer bu arada.
1968 yılından itibaren NASA’ nın bütün insanlı uzay uçuşlarında kullanılmış. 1969 da ay’a insan götüren Apollo 11 uzay aracı buradan fırlatılmış. Dağıtılan broşürlerde burada 13500 kişinin çalıştığını okuduk. Fakat asıl şoku tesisin uzunluğunun 55 km, genişliğinin 10 km yüzölçümününse 570 km2 olduğunu okuduğumuzda yaşadık. Bu kadar büyük olacağını açıkçası hiç tahmin etmezdim.
Şöyle tarif etmek gerekirse hani Liechtenstein diye bir ülke var ya, işte o ülke sadece 160 km2 !!!
Aramızda kalsın ama Monako’nun yüzölçümü 18 km2 !!!
Kennedy Uzay Üssünün kilometrekaresini tekrar yazma ihtiyacı hissettim 570 km2 !!!
Aslında benim gibi ziyaretçilerin girebildiği NASA ‘ya ait bu tesis 1967’de astronot ve ailelerinin uzay merkezi operasyonlarından haberdar olması için yapılmış. Ziyaretçi merkezi günümüzde 2 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlıyor.
Kapıdan bilet alabildiğiniz gibi önceden internet üzerinden de bilet satın alabilirsiniz. Biz kapıdan aldık, bir saat kadar bilet kuyruğunda bekledik. Üssü gezmek için farklı planlar sunuluyor hatta içlerinde bir astronotla kahvaltı yapma, öğlen yemeği yeme seçeneği bile var :))
Tesise girer girmez karşımıza çıkan Rocket Garden. Burada daha önce kullanılmış füzeler sergileniyor. Sonrasında girdiğimiz ana binada Amerikan uzay çalışmalarının tarihini anlatan bir film izleniyor.
Belli bir kişi sayısına ulaşınca rehber eşliğinde bina içinde gezmeye başladık. Duvarlarda astronotların fotoğrafları, bilim kurgu filmlerindeki koridorların benzerlerinden ilerliyoruz. Bizi aldıkları “Shuttle Launch Experience” dedikleri Simüle edilmiş roket kalkışının gösterildiği oda beni en çok heyecanlandıran yer oldu. Bu odada tamamen o saniyede roket atılıyor hissi verilmesi olağanüstüydü. Sanki görevliler oradaymışlar da birbirleri ile konuşuyorlarmış gibiydi.
-Beni duyuyor musun Apollo?
-Birazdan geri sayım başlayacak, hazır mısınız?
Derken geri sayım başladığında öyle bir havaya giriyorsunuz ki sanki gerçekten o dakikalarda komutu veren sizmişsiniz gibi oluyor.
Peşinden bir anda korkunç bir gürültü ve sarsılan zemin ile ziyaretçilerin olay anında oradaymış hissine kapılması sağlanıyor. Sarsılan zeminden kastım gerçekten de bulunduğumuz bölüm zangırdıyordu ve yapay sarsıntı vardı.
Bir diğer salona alındığımızda ise muhteşem bir olaya şahit olduk. Henüz yapımda olan Delta 2 tipi bir füze son kontrol aşamasına gelmişti. 8 ay sürecek yolculuktan sonra Phoenix Mars Lander Kızıl Gezegen’e iniş yapacaktı. Uzun robot kolu yardımıyla donmuş zemini kazarak örnek toplayacak demişlerdi. Phoenix’in fırlatılmasını da içeren bu programın maliyetinin 386 milyon doları bulacağı tahmin ediliyormuş.
Bize bu bilgileri verdikleri bölüm ise bir camın ardından baktığımız dev hangarın üst katıydı. Yapımda İsviçre, Hindistan, Avusturalya, Kanada ve Japonya’dan ekipler hummalı bir şekilde çalışıyorlardı. Beyin ameliyatı yapar gibi bir halleri vardı doğrusu. Kullanılan teknolojinin karmaşıklığı ve yapılan yatırımın boyutu, düşündüğünüz zaman iliklerinizi donduracak cinsten.
Bu arada bir rehber eşliğinde gezmenize müsade ediliyor. Hadi benim İngilizcem süper değil ama Rehber o kadar hızlı konuşuyordu ki oradaki Amerikalıların da pek bir şey anlamadığı belliydi. Amerikalıların da hiçbir şey anlamadıkları çok belliydi. Hoş zaten adam Türkçe anlatsa da ben anlayamayabilirdim.
Sonra fırlatma kontrol odasını gezip yeni yapılan füzenin imalatını izledik. Bir anda zaten yeterince karanlık odada arkamızda bir kapı açıldı. Hani olur ya uzay filmlerinde şifreli kapılar vardır. Açılırken tısss diye ses çıkarırken duman da çıkar filan, işte onlardan biri arkamızda açıldı. Onlarca kişi wowwwww diye bir ses çıkardı. Muhtemelen ben ohaaaaaa demiş de olabilirim.
Gün ışığından çok gözümüzü alan dev füzelerdi. Kendimizi Satürn 5 merkezi dedikleri bölümde bulmuştuk.
Büyük bir hangar olan bu bölüm yapılan en büyük roket Satürn 5 in sergilendiği alan aynı zamanda. Roketin ayrı ayrı asılmış her bir bölümünü ve aya gidiş ile ilgili araç, gereçleri inceleyebiliyorsunuz. Hatta Ay’dan gelen taş parçası bir camekanın ardında sergileniyor. Tabii ki görüp dokunabiliyorsunuz.
Şaşırdığım diğer bir şey ise Astronotların kullandığı uç kapsülün dar oluşuydu.
Misafirlerin girmesine müsade edilen bir kapsülün içinde astronotların nasıl traş oldukları, tuvalet ihtiyaçlarını giderdikleri yeri, uyudukları bölümünü ve paketlenmiş yemeklerini gördük.
Daha doğrusu sizin kendinizi birkaç dakikalığına astronotmuşsunuz gibi hissetmeniz gereken her şeyi hazırlamışlardı.
Büyük hangardaki kafeteryada oturup hamburgerimizi yedik. Karşımızda uzay mekiği, Ay’dan gelen topraklar, taşlar ve biz kahvemizi içiyorduk. Muazzam bir gündü ve halen ordan aldığım peçetemi bile saklarım.
Burdan çıkınca da ateşleme üssüne doğru sizi götürecek otobüslere yöneliyorsunuz. Üssün tamamı otobüslerle gezdirdiler. Otobüs durağından kuyruğa girmeniz gerekiyor.
Otobüs turunda uzaktan fırlatma rampaları görülebiliyor. Yanlarına yaklaşmak mümkün değil, dürbün ile izlerken bir yandan görevliler sürekli bilgi veriyor. Hatta her ziyaret noktasında videolar izletiliyordu.
Otobüs gezisi sırasında Launch Pad binasının üzerindeki bayrak ise dünyadaki en büyük Amerika bayrağıymış. Gözünüze küçük gelmiş olabilir diye söylemek ihtiyacını hissetim. Bu bayrak bir futbol sahası büyüklüğünde! Binanın büyüklüğünü şimdi tekrar düşünün. Şimdi oldu değil mi?
Fotoğraf çekmemiz için araç bizleri bekledi. Sonra aynı otobüsle aynı grup arkadaşlarımızla diğer ziyaret noktasına geçtik.
Astronotların gözünden İImax Theatre’da uzay ve uzayda geçirilen günlerin anlatıldığı üç boyutlu filmler izlenebiliyor. Öyle böyle değil devasa bir sinema salonuydu. Bizim şansımıza o esnada uzay üssü için yapılan çalışmalara canlı bağlantı yapıldı. Astronotları bize verilen gözlükler sayesinde yanlarındaymışız gibi hissettik. Daha doğrusu biz uzaydaymışız gibi olduk, bu anı yaşamamıza şans diyelim! (tabii henüz Türkiye’de üç boyutlu gözlük olmadığından ben dönünce arkadaşlarıma anlatmakta bayağı zorlandığımı hatırlıyorum )
Bu Imax sinemasına Christopher Nolan’ın izleyici olarak geldiği ve burada kendine esinler bulduğu da söylenir.
Başka neler yapılabilir? İstenirse yer çekimsiz ortamı deneyebileceğiniz bölüm var. Beni araba bile tuttuğundan denemeye yeltenmediğim ve çok pişman olduğum yegane olay budur.
Tur programlarında yer alan, gerçek bir astronot ile yemek yemek ise ayrı bir bilete tabi. Allasen adamın astronot olduğu nerden belli, astronotta olsa netice de o da bir insan deyip ekstra para ödemeyelim, dedik. Hem karnımız çok toktu.
Bilet demişken kişi başı 120 USD (vergi dahil) vermişiz. Değişik opsiyonlu fiyatlar da var. Bu rakama Apollo / Satürn V merkezi gezisi, mekiğin atıldığı alan ve kontrol kulesine yapılan turlar dahildi.
Güncel ücretler için web sayfasını inceleyebilirsiniz.
NASA’nın dünyadaki tek uzay araştırma merkezi olmadığını hatta Amerika’nın bu işte önde ya da öncü olmadığını özellikle eklemek isterim. Ay’a gidiş kimilerine göre bir senaryodan ibaret kimlerine göre gidildi. Bu konunun meraklısı zaten onlarca yazı, makale okumuştur diye aktarmam yersiz olur. Hele hele dünya düzdür diyen binlerce insan varken detaya girmesem daha iyi.
Amerika ve uzay özellikle Ay’a gidiş meselesi politikanın gücü gibi. Oysa S.S.C.B için tamamen araştırma olarak başlamış. Olaya Amerika sonradan dahil olmuş. Kısaca böyle özetlemek işimi kolaylaştırıyor. Rusya ilk aracı, ilk hayvanı, ilk insanıi ilk kadını uzaya gönderirken o dönemde ( belki halen ) en büyük düşmanı olan Amerika boş durmayıp böyle bir hamle yapmış. Popüler kültürün lideri olan ülkenin Ay’a 3 astronotu gönderip bir de bunu TV’den yayınlaması pasta kremasının üstüne konulan o parlak çilek olmuş.
Çok detaya girmeyeyim derken hafiften konuyu deşmeye başladım farkındayım. Durun hemen toparlıyorum ve ustalara saygı bölümüne geçiyorum.
İlk sırada Jules Verne var. O yaşadığı dönemin çok ilerisinde düşünen müthiş bir adam. Onu 80 Günde Devri Alem kitabıyla daha çok tanırız ancak bence onun kadar güzel bir diğer kitabı var. AY’ A YOLCULUK kitabından öyle detaylar var ki vay anasını deyip kitabı kapatıp biraz düşünmeniz gerekiyor. İpucu vermeyeyim okumamışsanız ya da çocukken okumuş unutmuş olabilirsin lütfen tekrar okuyunuz.
Ustalara saygı bölümümüzün ikinci konuğu YURİ GAGARİN! O uzaya giden ilk insandı. 1961′ de “hoşçakalın dostlarım, yakında görüşürüz” diyerek giden adam. Adamın hastasıyım ama sorun neden hastasıyım. Ayy bunu da uzun uzun anlatasım olsa da boğulmayın diye önerim Youtube ta Yuri Gagarin belgesli yazın onlarcasından birini izleyin lütfen.
Ustalara saygı bölümü üçüncü konuğum uzaya giden ilk kadın VALENTİNA TEREŞKOVA ! 1963’te Tereşkova, Vostok 6 ile uçarak uzaya çıkan ilk kadın ve ilk sivil oldu. Dünya yörüngesinde 48 tur attı ve neredeyse üç gün uzayda kaldı (o zamana kadar uzaya giden Amerikalı astronotların toplam süresinden fazla). O kadar zorlu bir yaşam ve eğitimlere maruz kalmış ki inanılır gibi değil. Kendisinden dünyada iz bırakan kadınlar yazımda bahsetmiştim. Yazı linkini aşağıya bıraktım.
Ustalara saygı değil belki ama AY’a giden o 3 kişiyi hatırlarız ya hani onlardan başka gidenler de var. İsimleri pek bilinmese de içlerinden biri ülkemiz için önemli. Adı James Irwin. Bu kişi AY’a inen 8. kişidir ve Ay taşıtını kullanan ilk kişi. Ülkemizle bağlantısı ise AĞRI DAĞI’na kadar uzanan bir serüven. Hatta Ağrı dağında bir kampa verilen isim IRWIN kampıdır. Daha detaylı bilgileri aşağıda linkini vereceğim yazımda bulabilirsiniz.
Saygıda kusur etmeyeceğim bir diğer kişi ülkemizin kurucu önderi ATATÜRK ! Kendisinin o “İstikbal göklerdedir” sözü nasıl da muhteşem bir ileri görüşlülüktür öyle. NASA’nın 1958’de kurulduğunu da hatırlatarak) Atatürk‘ün 1936’da Eskişehir Tayyare Alayı’nı ziyaretinde sarf ettiği şu sözlerle bitirelim.
‘Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın tayyaredir. Bir gün insanoğlu tayyaresiz de göklerde yürüyecek, gezegenlere gidecek, belki de Ay’dan bize haber yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için 2000 yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji daha şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görevse Batı’dan bu konuda fazla geri kalmamayı temindir.’
Heyacan içinde gününüzü tamamladınız diyelim öyle kolayca tesisten ayrılamıyorsunuz. Tesisin tam ortasındaki alışveriş tuzağından kurtulsanız bile çıkış kapısına gitmek için yönelince bakıyorsunuz ki illa o Spaceshop’ a gireceksiniz. Kaçınılmaz son sizi bekliyor.
Gerçi oraya kadar gitmişken insan bir şeyler almak istiyor ve ben de aldım. Ne mi aldım? Kalem, tişört, şekerleme, çikolata, küçük bir obje, magnet ve bir astronot maymun heykelciği gibi…
Günü bitirip arabaya binince artık Miami bizi bekliyordu ama ben ve ablam ne yaşadık neler gördük biz böyle diye diye bir müddet Miami’ ye bile adapte olamadık. Oysa nasıl güzel nasıl keyifli bir yerdir bilseniz. Onu da bir başka yazıda belki anlatırım. Ama şimdilik NASA’nın gölgesinde kalsa da olur.
İşte böyle dostlar naçizane kaleme aldığım anı anlatımından çok bilgilendirme amaçlı yazımın sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir. Size ilginç gelenleri aşağıda yorum kısmına yazabilirsiniz.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Instagram : pustoodunya
Youtube : pustoodunya
Uzaya giden ilk kadın için Dünyaya iz bırakan KADINLAR!
Ay’ a giden 8. insan James Irwin için Ağrı Dağı hakkında az bilinenler
Amerika rüyasının başrolü olan şehir New York hakkında az bilinenler
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
4 Comments
Zevkle okudum , gidersem yerçekimsiz alanı mutlaka denerim :)
mutlaka deneyin , beni araba bile tutuğu için yanaşmadım .:)
Muhteşem. …, çocukluk hayalini o kapsülün içine girerek bir nebze olsa da gerçekleştirdin bence
?