Marakeş’te gezilecek yerler yazısını siz okumaya başlamadan önce özellikle Fas’ta en sevdiğim şehir olduğunu belirtmek isterim. O yüzden meraklısı yazıyı okuduktan sonra soru sormak isterse seve seve cevaplarım. Yorumlara yazın hemen dönerim.
Fas’taki ilk durağımız Kazablanka idi. Bir gece kalıp sabah 07.00 treni ile (96 dh) Marakeş’e gittik. Modern tren istasyonundan istasyonundan ana meydana belediye otobüsü ile giderken bizi ilk karşılayan kadim surlar oldu. Eski şehri, çevreleyen surlar bize şehre neden kırmızı kent dendiğini göstermişti. Marakeş’i çevreleyen bu surlardan eski şehre 19 farklı işlemeli kapıdan giriliyor. 12.yy’da yapılan Bab Agnaou ise bence en güzeliydi.
Kırmızı kent Marakeş’e sabahın erken saati varmıştık varmasına ama kalacak yerimiz yoktu. Casablanca’dan deneyimliyiz önceden rezervasyon yaptırmaktansa kapı kapı gezer kalacak bir yer buluruz, diye planlamıştık. Meydana girdiğimiz ilk dakikalarda şehri çok sevdik hatta bayıldık. Palmiyeler, sıra sıra dizilmiş faytonlar, kuş sesleri ve işine gücüne koşuşturan insanlarıyla bir anda sıcacık geldi. Arkamızda Kutubiye camisinin muhteşem işlemeli minaresi önümüzde Jemaa el Fnaa meydanı vardı. Ama kalacak bir yerimiz yoktu asıl ona odaklanmalıydık. Sırtımızdaki koca çantaları bırakıp şehrin suklarına dalmalıydık, sokaklarında kaybolup herkesin şikayetçi olduğu şu esnafla bi tanışmalıydık.
Bize uygun gelen fiyat aralığındaki birkaç oteli işaretlediğimiz harita ile daracık sokağa daldık. Birkaç otele girip çıktıktan sonra fiyatı ve ortamı bize güzel görünen aynı zamanda Riad olan Faouzi Hotele yerleştik. Ana meydanın bir sokak arkasında olması, hemen karşı köşesinde bakkal olması en güzel kısmıydı. İki kişilik odada kişi başı 10 eur ödedik. Fiyatların güncel halini öğrenmek ve odaları incelemek için web sitemdeki booking.com sitesine
Faouzi Hotel diye yazıp bilgi edinebilirsiniz.
Faouzi Hotel,
67 Sidi Bouloukate, Marakeş, Fas
00212 524-389-386 / + 212 668-333-655
1158 yılında bina edilmiş olan bu muazzam camiye “Marakeş’in kalbi” minaresine de “Marakeş’in koruyucusu” adı da veriliyormuş. Her yüzü farklı bir desenle bezenmiş minarede incelikle işlenmiş çiniler eski görkeminin kanıtı gibi. Caminin içine giremedik, neden içeri giremedik derseniz kapıdaki amcalarla bir türlü anlaşamadık. Müslüman olduğumuza inansınlar diye bildiğim bütün duaları da okudum oysa…
Arapça “ koutoubiyyin” kitapçı anlamına geliyormuş. Cami yapılmadan önce bu alanda 100 kadar kitapçı olduğundan halk bu isimle andığı için camiye de bu isim verilmiş. Şimdi efenim bir önceski cümlede dikkat edilmesi gereken şudur; o tarihlerde o meydanda bulunan kitapçı sayısı! Daha fazla söze gerek yok sanırım.
Jemaa el-Fnaa meydanı; fanilerin toplanma yeri anlamındaki ismiyle hakikaten tam bir toplanma yeri. Öyle böyle değil nasıl bir kalabalık, nasıl bir curcuna var görmelisiniz , sanırım kelimeler anlatmaya yetmeyecek. Dünyanın en bilinen birkaç meydanından biri burası. Çok fazla ülke, çok değişik coğrafyalar, kültürler görsem de halen beni şaşırtan yerler karşıma çıkıyor ve bu meydan kesinlikle benim liste başımı zorlar.
Geleneksel Marakeş’in kalbi burada atıyor ve bana göre Fas’ın en güzel yeri burası. Galiba Marakeş şehri kurulduğundan beri her şeyine şahitlik etmiş olsa gerek . Şu satırları yazarken inanın bana kendimi orada hissediyorum. Beynimin içinde durmadan koşuşturanlar, meyve suyu satıcılarının rengarenk tezgahları, yılan oynatıcılarının çalgı sesi. Ya o akrobatlar, kılıç yutanlar, ateş çevirenler, faytonlar, maymunlar, berberi dansçıların tepesinde dönüp duran püsküller…
Masal anlatıcıları, falcılar, kına yakmaya çalışan kızlar, dövüşçüler, tavuğunu horozunu getirip satan amca! Muska ve iksir hazırlayan kendilerine hekim diyenler. Hepsi şu saniyede gözümün önünde ve klavye başında değil Marakeş’ teyim sanki. Şaka gibi ama hiç durmayan müzik sesine öyle bir alışıyormuş ki insan, ezan saatinde durduğunda derin bir sessizlik oluyor. Sonra yine yine yine aynı sesler…
Az kalsın kokulardan bahsetmeyi unutuyordum. Meydanda öğleden sonra hummalı bir çalışma başlıyor. Yemek tezgahları geliyor, mangallar yakılıyor, çığırtkan garsonlar tüm benlikleri ile akşama hazırlanıyorlar. Salyangozlar kaynatılmaya başlayınca mı koyun kafalarını da haşlanmaya başlıyorlar? Yoksa nohut mu önce haşlanıyor? Tam olarak kestiremiyorum ama hepsinin kokuları içiçe burada. Rahatsız oldum sanılmasın aksine ben bayıldım… Tajin, kuskus, taze kavrulmuş yer fıstıkları, tatlı hamur işlerinin şerbet kokusunu da ekleyince alın size Jemaa el-Fnaa meydanı !
Şimdi orada olmak vardı anasını satayım! Şöyle terasta bir kafeye yerleşip bütün bu karmaşayı izlemek vardı. Ağzım açık, gözlerimi gün batımının kızılıyla boyanan şehre bakıp – yok artık, bu nasıl manzara, demek vardı. Çok ciddiyim Fas’ta açık ara en sevdiğim dakikalar o terastakiler ve İbn-i Battuta ‘nın mezarı başında hüzünlendiğim an idi. Onu da Tanca yazısında anlatacağım.
Şehrin Medina denilen eski kısmı aslında kocaman, içiçe geçmiş sokaklarındaki Suklar’dan ( eski çarşı ) oluşuyor. Dilerseniz Suk’s Semmarin sokağından ya da boşverin herhangi bir sokaktan suklara dalın. Antikacılardan, dericilere, ilaç, kozmetik, baharat, halı, kilimden şifalı bitkilere kadar her şey satılıyor. Gönül isterdi ki gitmeden önce yaptığım suklar listesinin hepsine gideyim. Gerçi belki gitmişimdir, belki gitmemişimdir. Nerden girip nerden çıktığımı bilemiyorum ki. Gülmeyin lütfen, hiç anlamadan akışına yürüyüp sağa sola bakarken sanayi mahallesine çıkmış biri olarak sanırım hepsinden de geçmişimdir. Hatta daha fazlasına bile gitmiş olabilirim. Yine de faydası olur diye başlıcalarının listesini şuracığa yazıyorum.
Medreseler Marekeş’in tarihinde çok önemli yer tutar. Bunların başında da Bin Yusuf Medresesi gelir. İşte bu cümleyi rehber kitapta okuyunca listeme almış ve haritada yerini işaretlemiştim. Sora sora ilerleyerek o karmakarışık çarşıda medreseye gittim. Meğer tadilat varmış ve gezemedim. Oysa medresenin mozikleri sarayınkinden daha büyüleyiciymiş.
Ali Bin Yusuf Medresesi, Fas’taki en önemli İslam sanatı eserlerinden biri olarak geçiyor. Aynı anda 900 öğrenci eğitim alırken 130 öğrenci de yurt odalarında yatılı kalıyormuş. Çok istememe rağmen medresenin küçük odalarından avluya bakamadım ama hemen yakınındaki Baddiyin Kubbesine girdim. Burası kocaman bir cami ve tam ikindi namazında oradaydım. Türk olduğumuzu, Müslüman olduğumuzu söyleyince kadınlar kısmına girdik. Fas’ta namaz öncesi bize değişik gelen Kur’anı Kerim okuma dersini izledik, kadınların ilgisi ve misafirperverliği eşliğinde namaz kıldık.
Marakeş’te ben gidemesem de Sahabe Mezarları (Saadian Tombs) görülecek listesinde olmalıdır. 1917 yılında Fransızların havadan çektiği fotoğraflarda ortaya çıktığını görünce şok olmuştum. Ama gidemedim işte.
Rehber kitapta şöyle anlatılmış ; Sadi Hanedanı’nın 60 üyesinin mezarları içinde en ünlüsü, On İki sütunlu Türbedir. Tonozlu çatı ile kapatılmış bu salon İtalyan mermerleri kaplı sütunlar, işlemeli sedir kapılar ve oyma ahşap perdelerle süslenmiştir.
Yine benim gidemediğim bir yer ama neden gitmedim? Çünkü o günü Majorelle bahçelerine ayırdım ve ertesi günde Bahia sarayı kapalıydı. Şans ama size yine rehber kitaptan cümleler ile anlatayım isterim.
Kalaycılar meydanına birkaç dakika uzaklıktaki saray 19.yy’da yapılmış. Sarayın güzel avlusunun etrafında yer alan, vezirin dört eşine ayrılmış odalardan oluşan haremi gezilebilir. Ortasında palmiyeler, serviler ve çeşitli çiçeklerle dolu bahçe bulunan avluda çeşmeler ve çardak görülmeye değerdir.
Marakeş’in kendisinin çölün ortasında vaha olması yetmezmiş gibi bir de öyle güzel bahçeleri var ki hayran kalmamak elde değil. Zaten Marakeş diğer Fas şehirlerine göre daha yeşil, daha düzenli. Ville Nouvelle denen Gueliz bölgesi şık cafeler, alışveriş caddeleri hatta avmler barındırıyor. Lüks apartmanlar, geniş caddeler, palmiyelerin gölgesinde bulvarlar var. Ahh bir de meyveleri üzerinde çok cici ve iştah açıcı duran portakal, mandalina ağaçları… Şehrin rengine uygun kırmızımsı apartmanların otoparklarından çıkan lüks araçları görünce dikkat! Bu şu demek; buralarda sakın bir şey yeme içme batarsın, sen turistsin idareli gez! Niye anlattım bu semti neticede şehir ana meydan ve etrafındaki eski çarşılardan ibaret değil bilesiniz istedim.
İşte böyle lüks bir muhitte muhteşem bir bahçe var. Adını bir ressama, kendisini bir modacıya borçlu olduğumuz…
İlk sahibi Fransız ressam Jacques Majorelle. 1917 de şehrin rengine, havasına suyuna aşık olmuş Marakeş’e yerleşmiş. Bahçesine 5 kıtadan topladığı bitkileri ekmiş. Sonradan bahçeye bir ev kondurmuş. Bahçe insanların ilgisini çekince, ee o zaman alın biletinizi gelin gezin demiş. Fas’ın mozaiklerinden etkilenerek duvarlarını şimdilerde ( resim sanatıyla, renklerle uğraşanların çok iyi bildiği ) Majorelle mavisine boyamış.
Bu mavi renk o kadar güzel ve etkileyici ki adamımız yememiş içmemiş gidip “ Majorelle Blue” ismi ile tescili almış. Hatta enteresandır ressam olmasına rağmen sanatçının en önemli eseri bu bahçe olarak kabul ediliyor.
Ama adamcağızın talihi güzel değilmiş. Trafik kazasında bir bacağını kaybetmiş, işler daha kötüye gidince evi ve bahçeyi satmak zorunda kalmış.
Bahçenin kaderi bir adam ile başlayıp bir başka adamla değişiyor ve gelişiyor. Bu adam modanın dev ismi Yves Saint Laurent! Yani yine bir sanatçı eli değiyor. Y.S.Laurent ve partneri Pierre burayı görünce bayılmışlar. 1980 lerde buranın yıkılıp yerine otel yapılacağını duyunca da satın almışlar. Bahçeyi daha da güzelleştirmişler.
Ölünce modacının vasiyeti üzerine 300 den fazla bitki türü olan bahçeye külleri savrulmuş. Bahçenin bir köşesinde temsili bir anıt var. Bahçenin bitişiğinde modacının adına bir müze var.
Yves Saint Laurent’i tanımayan olabilir ama en azından bu imzayı yani YSL harflerinin yanyana geliş şeklini görmüşsünüzdür. Hayatını anlatan bir filmi izledikten sonra onu sevdim, acıdım ama en çok hayranlık duydum. Bahçenin yanındaki müzesi herkesin ilgisini çekmeyebilir ama ben görmeyi çok istemiştim. Bu kadar amacına uygun düzenlenmiş bir müze daha görmemiştim. Tek kelime ile muazzamdı! İçeride kesinlikle fotoğraf çekmek yasaktı. Yoksa sizlere her bir elbiseyi, müzik ve görüntü şovunu göstermek isterdim. Diğer yandan iyi ki yasaktı.
Ysl müzesi ve Majorelle bahçesi, bahçe içindeki Berberi müzesi ile beraber giriş ücreti ise 180 dirhem (18 eur x 6.20 = 112 tl ) sadece bahçeyi gezmek istiyorum derseniz 70 dirhem aklınızda olsun. İlla YSL müzesine girmek zorunda değilsiniz. Müzeyi incelemek istersiniz diye link bırakayım en iyisihttps://www.museeyslmarrakech.com/en/
Bence Marakeş demek Jemaa el-Fnaa meydanı demek çarşı pazar demek. O yüzden benim önceliklerim onlardan yana da olsa listeyi şuraya bırakıyorum. Şimdiden herkese iyi gezmeler dilerim.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
5 Comments
Marakeş’i ben sizin kadar beğenmedim. Üstelik bir deJemaa El Fnaa’da telefonumu çaldırınca, daha da sevmedim..)))
Çok kötü bir anı olmuş sizin için, üzüldüm.
Süpersin yine şükran, döktürmüşsün
Teşekkürler, beğenmene çok sevindim.
fenaa meydanı bayağı fena,enteresan bir meydan