Ivo Andriç ‘in evinde başlıklı bu yazıda aslında Balkan topraklarının her köşesinde yaşamış bir adam göreceksiniz. Bu yazıyı okuduktan sonra lütfen bir diğer yazımı yani dünyanın onu tanımasına sebep olan Drina Köprüsü yazımı da okuyunuz. Şimdi gelin yavaş yavaş yazarı tanıyalım.
Balkanlarda yaşananları gün ışığına çıkarmak çoğu zaman zor ve açıkcası biraz da cesaret ister. Çünkü birileri yazıp çizecek, anlatacak birileri de mutlaka bundan memnun olmayacaktır. Batı dünyası Andriç hakkında; bunu en iyi başaran yazardır ve kitabı Drina Köprüsü de bunun ispatıdır, der. Doğu ise; hadi ordan içten içe iğneleyici kelimelerle Osmanlı’yı doğal olarak Müslümanları yerden yere vurmuştur, der. Yetmez, 90’lı yıllara gelindiğinde yaşananlara bile zemin hazırlamıştır, der.
Ben de diyorum ki gelin Andriç’in Nobel ödülü almasına sebep olan kitabı Drina Köprüsünü önce bir okuyun. Öznesinde köprü olan ve onun 400 yılını anlatan bir kitaptan bahsediyoruz. Okumadan hüküm vermek olmaz. Belli mi olur belki de ki bence kuvvetle muhtemel bitirince ah bir gidip görebilsem diyeceksiniz. Başlarken hafiften sıkılacaksınız, uzun uzun kötülüklerden bahsedecek ve acaba söylenilenler haklı mı, yanlı bir bakış mı var, diyeceksiniz. Fakat sonra akacak gidecek tıpkı altından akan Drina gibi…
Tarihi gerçeklerler ve anlatılagelen hikayeler örgüsünün içinde kaybolacaksınız. Tarihi gerçekler derken mesela hemen başlarda anlatılan devşirme sistemi gibi. Başka din mensubu akıllı, güçlü, şekil şemali düzgün çocukların saray ve devlet işlerinde çalışmak üzere yetiştirilmesine “devşirme” deniliyor. Ayrıca güzel bulduğu kadınları haremlerine alması da bir değişik versiyonu denilebilir.
Yine tarihten biliyoruz ki sarayda yüksek mevkilere yükselen Balkan topraklarından bir çok kişi vardır. Kitaba konu olan köprü yine böyle bir çocuğun hikayesi ile başlar. Kendi halinde yaşanan küçük bir köyden ufak bir çocuk koparılır ve Osmanlı askerlerince götürülür. Ama o ufak çocuk zekidir, çalışkandır, beceriklidir.
O ufak çocuk Sokullu Mehmet Paşa’nın ta kendisidir. Sokullu’nun hafızası küçücük yaşta ayrıldığı toprakları, ailesini unutmayacak kadar kuvvetlidir. Şimdilerde psikologların da dediği gibi çok küçük yaşta yaşadığı bu travma onu hırslı biri yapar. Bu hırsı onu saltanatta gelinebilecek en yüksek mevkiye kadar çıkaracaktır. Gün gelir elindeki fırsatı değerlendirip doğduğu topraklara bir köprü yapmak ister. Şans ya da kader adına ne derseniz deyin, kendisi gibi devşirme olan Mimar Sinan ile aynı dönemde yaşamıştır.
Gelelim romana; Andriç, Drina Köprüsü kitabında yapım aşamalarını öyle bir anlatır ki, kendinizi taş taşıyor gibi hissedersiniz. Köprünün çevresindeki hayatı anlatmasıyla, yapıların sadece yapı olmadığını ve bir tarihi doğurduğunu size aktarır. İnsanoğlunun doğayla; suyla, toprakla, taşla, yağmur, sel, kar ile mücadelesinin içinde anlatır. Bir yandan da değişen dünyanın, yönetimlerin, savaşların insanların tabiatla olan münasebetinden daha zorlayıcı olduğunu görürüz.
Anlatım dili çok basittir. Orjinalinde 200 kadar Türkçe kelime kullanmıştır. Bu bile birlikte yaşamanın milletlerin üstünde bıraktığı etkiyi bize gösterir. Halen Sırbistan’da olsun, Bosna’da olsun, Arnavutluk’ta olsun Türkçe kelimeler sıkça ve hiç farkında olmadan kullanılır.
Kitabının arkasında çevrildiği dillerdeki baskıların arkasına da kitapta olduğu gibi kullandığı Türkçe kelimeler listelenmiştir.
Ben kitabı iki kez okudum ve çok beğendim. Bana göre öyle çok canımızı sıkacak bir söylemde yok. Fakat demek ki Drina Köprüsü kitabı okuyan her insanda farklı bir etki bırakıyor. O yüzden kimi çevreler tü kaka diyor. Ben de diyorum ki koca bir Mimar Sinan geçmiş bu topraklardan hakkında roman yazan var mı? Yok! Bırakın bir çoğumuz üstünden, yanından geçtiğimiz eserlerinin farkında bile değiliz.
Diğer yandan ödüllü kitaplarda genelde bir taraflılık, bit yeniği aranır. Söylenene göre Nobel ödülü verilene kadar hiç tanınmayan bir yazarmış. Ödülü almasının arkasında Ivo Andric’in Katolik yardım kurumlarının desteğiyle de okuması var, denir. Üniversitesi Gratz’ın aynı inancın kilisesi tarafından kurulduğu, bu okuldan ayrı ayrı 9 kişinin “Nobel” lendirildiği bilgisi de şaşırtıcıdır. Yanlış bir anlaşılmaya mahal vermemek adına bu bilginin nobeli aldığında da çokça konuşulduğunu belirtmek isterim.
Ivo Andriç Travnik’te (bugün Bosna Hersek’te) doğmuş, çocukluğu Visegrad’ta, orta öğrenimi Sarajevo’da, yüksek öğrenimini Zagreb’te, hayatının önemli bir kısmını Belgrad’da geçirmiş. Dolayısıyla adamımız Andriç Balkanlardaki tüm halklarla yaşamış.
BosnaHersek’i Sırbistan’ın bir parçası olarak gören ve Avusturya-Macaristan’ dan bağımsızlığını kazanması için mücadele eden gençlik teşkilatı Mlada Bosna‘ya üye olup aktif görev yapmış.
Tarih kitaplarında 1. Dünya Savaşının sebebi olarak okutulan veliahtı prens Ferdinand suikastinin faili Sırp aktivist de bu teşkilatın üyelerindendir.
Hatta Andric de bu olay ile ilgili soruşturma kapsamında tutuklanmış, bir yıllık tutukluluğun ardından da sürgün edilmiş. 1. Dünya Savaşı sırasında çıkan aftan faydalanarak üniversite eğitimini tamamlayabilmiş. 1934’de Berlin büyükelçisi olarak atanmıştır.
1941’de savaş Yugoslavya’ya sıçradığında Almanya’daymış. Alman diplomatlarının İsviçre’de sığınması önerisini kabul etmemiş. Emekli maaşı almayı da reddederek Belgrad’a dönüp bir arkadaşının evinde yaşamış. En önemli yapıtlarını ve Drina Köprüsü romanını da Belgrad’taki evinde yazdığı biliniyor. Tito ile de samimi derecede münasebetleri olmuş. Bizden bir isteğin var mı diye soran Tito’dan Almanya’da olduğu dönemdeki Nazilerle olan fotoğraflarını imha ettirmesini istemiş. Ama ufak bir araştırma ile herkesin ulaşabileceği bu fotoğraflar günümüze kadar gelmiştir.
Drina Köprüsü romanı, bugün halen Boşnak eleştirmenlerce ciddi ciddi eleştiriliyor. Kominist parti desteğiyle, basın reklamı ve siyasi propaganda ile çıktı bu roman deniliyor. II. Dünya savaşı esnasında 9000 müslüman kadın boğazlandığı yerde bir edebiyatçıya düşen ortamı daha da alevlendirecek şeyler yazmak olmamalıydı, deniliyor. Entellektüel, sosyolog, psikolog, tarihi de iyi bilen kurgusu yüksek eserleri yazan bir adamın ırkçılığa varacak cümleleri ağırdır, deniliyor. Bu aşamada insan kominist partinin siparişiyle yazılmış olduğu kanısına yakınlaşıyor haliyle. Yapılanları meşru göstermek için bazen toplumlarda böyle yollara başvurulur. O zamanlarda edebiyat şimdi de sosyal medya…
Diğer yandan Osmanlının üstüne gitmiş, taraf tutmuş, abartmış hatta saçmalamış denilenlere ben pek kulak asmamayı tercih ediyorum. Nedenine gelince; ya ne olacaktı ki adam Hırvat, üstelik söylentiye göre babası papaz imiş. Her yanı Osmanlı eseri dolu bir şehir olan Travnik’ te doğmuş, çocukluğunu yine Osmanlının izlerini taşıyan Visegrad’da geçirmiş. Her gününü Sokullu Mehmet Paşa köprüsüne bakarak ve üstünden geçerek geçirmiş. Eve gelince dinlediği hikayeler, hayal gücüyle de birleşince bu kitap ortaya çıkmış. Ayrıca eleştireceğimize kendimize dönüp bakmalıyız. Koca Sinan’ ın onlarca eseri var ama çıkıyor bir Sırp onun yaptığı bir köprüye roman yazıyor. İşte beni bu daha çok acıtıyor. üstelik kitapta bir iki sahne dışında ben Osmanlı’nın çok üstüne gittiğini görmediğim gibi sanki Avusturyalılara daha çok yükleniyor gibi geldi.
Yazarın Travnik’te doğduğu ev fotoğraflardan anlaşılacağı gibi Osmanlı Mimarisi etkilerini taşıyor.
İç dekorasyonunun Osmanlı tarzında düzenlenmesi aslında garip. Özellikle Travnik Günlüğü ve Drina Köprüsünde Osmanlı askerlerine karşı takındığı tavra bakınca enteresan.
Ev döneme göre dekora edilerek dikkat çekmeye çalışılmış gibi adeta:)
O la ki yolunuz düşer Travnik’teki evini görmek isterseniz şehirde herhangi birine sorun kafi, kime sorsanız gösterir. Cüzi bir giriş ücretiyle gezebilirsiniz. Tipik Osmanlı konağı izleri daha kapıdan girer girmez sizi karşılar. Küçük holün sağında ve solundaki odalardan birinde oturma odası minderler, dantel örtüler ile bezenmiştir. Diğer odaya ise daha modern sayılabilecek çalışma masası, çeşitli dillere çevrilmiş kitaplarının sergilendiği kütüphane yerleştirilmiştir.
Aslına bakarsanız evin alt katında bir birahane olması mekanı daha ilginç yapar. Hatta çok da şirin bir mekandır. Bir şeyler yiyip içebilirsiniz. Akşamları da müziğe eşlik ederek keyifli dakikalar geçirebilirsiniz, tercih sizin. Şimdi düşünüyorum da aslında tam da Balkanlara yakışan bir tezat bu!
Andriç’in Belgrad’taki müzeye dönüştürülen evi ise uzun yıllar yaşadığı gerçek evidir. Çok güzel bir muhitte, harika bir park manzarasına bakar.
Dekorasyon yine dönemin izlerini taşıyan mobilyalarla ve tabii ki yazarın 4502 adet kitabından oluşan kütüphanesi ile göz dolduruyor.
Kütüphane 1602 yılına dayanan Jüstinyen Kanunu, çeşitli Goethe koleksiyonları görülebilir. Yazarın el yazısı ile kitaplarının ilk taslakları, mektupları, not defterleri de müzede görülebilmektedir.
Nobel ödülünün kendisine verileceğini bildiren mektup, ödülün kendisi, kıyafetleri, yazı masası, şahsi bir takım eşyaları gayet düzenli bir şekilde ziyaretçilere sunuluyor.
Andriç, Nobel ödülünün yaklaşık 1 milyon dolarını Yugoslavya’daki kütüphanelerin geliştirilmesi için bağışlamıştır.
13 Mart 1975 yılında yaşamını yitiren Andric, Belgrad’da toprağa verilmiştir.
Memorial Museum of Ivo Andric 8 Andricev venacst.first floor tel : +381 113238397
Pazartesi kapalı- Salı, Çarşamba, Cuma, Cumartesi (10-17)
Perşembe (12-20) Pazar (10-14)
Ücret : 200 dinar
Hadi benden size bir bonus da gelsin şuraya tıklayınca müzenin içindesiniz.
Visegrad belki sessiz sedasız yaşamını sürdürecekti. Yine savaşlarla acı çekecek, yine yolcuların mola verdiği yer olacaktı. Fakat artık o edebiyat dünyasına ait bir şehir ve kahramanı olan köprünün ev sahibi…
Şehirde Andriç’in okulunu gezip okuduğu sınıfı, sıraları görebilirsiniz. Şehrin her yerinde duvarlarda sözleri, resimleriyle de karşılaşacaksınız.
Magnetlerde, tebrik kartlarında yer verildiği gibi sokak isimlerinde, okul isimlerinde yer alır. Şimdilerde Visegrad’da bir de nur topu Andriçgrad kuruldu. Yani biz koca köprünün ekmeğini yiyemiyoruz ama maşallah Sırplar her şeyinden nemalanıyorlar. Çok acı değil mi, ben abartmıyorum değil mi?
Andricgrad ve Emir Kusturica hakkında yazımın linki şuradan okuyabilirisiniz.
Kitapla ilgili detaylı yazımı okumak isterseniz linkini bırakıyorum. Drina Köprüsü
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarımdan ilginizi çekebileceğini düşündüklerimin linki de aşağıdadır.
Sırbistan’ ın az bilinen köşesi
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
5 Comments
Merhaba. Hayatımda 3. kez bir kitabı 2. kez okudum. Kitap sade ve anlaşılır bir şekilde yazılmış. 400 yıllık bir zamanı tarihi bir film izler gibi okudum. Filmi yapılmalı diye düşündüm.
Buradaki bilgilendirmeleriniz de bir çok merakımı giderdi. Teşekürler.
merhaba, kitap gerçekten de dönemi ve bölgeyi iyi analiz etmemizi sağlıyor. Yazımı beğenmenize de ayrıca sevindim. teşekkür ederim
Drina Köprüsü’nü okuduktan sonra merakımdan araştırma yapacaktım. (Kitaba bayıldım) Sayenizde istediğim tüm bilgilere ulaştım. Teşekkür ederim aynı zamanda sayfanızı da takip etmeye başladım. Gezi yazılarını merakla bekliyorum iyi gezmeler :)
çok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim. Sayfama hoşgeldiniz diyeyim o zaman
Çok akıcı çok güzel keyifle okuyor her seferinde extra bilgileniyoruz emeğinize sağlık.