Atina turist gibi yurtdışına gittiğim ilk yer. O yüzden yeri bende hep ayrı kalacak. Bana en çok sorulan sorular çoğunlukla; ilk nereye gittiniz, gezmeye nasıl başladınız, İş için mi keyfe mi geziyorsunuz? Tek başınıza mı yoksa bir turla mı gidiyorsunuz, şeklindeydi. Bir anlatayım da rahatlayayım istedim.
Merak ve gezme duygusu, harita sevdası insanın içine çocukken işliyor kanısındayım. Okunan bir kitap, dinlenen hikayeler etkili oluyor. Ülkemizde birçoğumuz gibi beni de yen isim sanırım Barış Manço olmuştur. Hayallerimizin peşinden gidip neden olmasın dedirten adamdır kendisi, minnettarız.
Zaten meraklı bir kişiliğim olması da etken ama bazen hayat insanın karşısına istediği fırsatı çıkarmıyor olabiliyor. Bazen de hiç olmadık anda bir bakmışsınız tüm şartlar size doğru evriliveriyor. Bir adımla başlıyor herşey.
İşte bu Atina seyahati biraz öyle oldu da denilebilir. İlk ve son iş seyahatimdir kendisi. Öyle işyeri bir yere yollasın, uçak biletim alınsın, otelim hazır, havalimanı transferleri düşünülmüş olsun, cebime harcırah verilsin filan hiçççç öyle şeyler denk gelmedi. Hareketli ve zor bir sektör olan denizcilik işinde olmama rağmen düşünülenin aksine benim seyahat etmemi gerektiren bir işim yoktu. Bir şekilde bir durum oluştu ve Atina’ ya gemi satışı için gidilmesi gerekti. Daha pasaportum yoktu. Nasılsa vize çıkmaz diye düşünürken bir gün içinde alınan pasaport, iki günde alınan Yunanistan vizesi ( ki o zaman Yunanistan schengen değildi ) ilk kez uçağa binecek olmanın heyecanıyla, elimde bir sürü evrak yanımda patronum, şirket avukatı ve broker-kaptan arkadasla kendimi uçakta bulmuştum.
Dünya kadar evrak, yazışma, toplantılar, konsolosluklar arasında geçen 2 günde ne ben Atina’ yı ne de Atina beni gördü anlayacağınız. Akşam olup da işimiz bitince Atinalıların arasına karışabildik. Yenen yemekler, eşlik eden müzik tanıdıkdı. Bize ev sahipliği yapan Alex, Antonis ve diğerleri de bir o kadar tanıdık. Bizler orada o gece aslında iki ülke, iki ayrı millet gibi gözüksekte nasılda birbirimizden farkımız olmadığı hakkında konuştuk durduk. Onlarla bifteki, moussaka yanında cacıki yedik. Tatlı olarak baklava, halva, kadayifi geldiğinde Sezen Aksu’ nun çalmaya başlaması hepimizi gülümsetmişti. Alex masadakilere çocukken neden Yunanistan’ a göç ettiklerini yıllarca anlayamadığını, onunla Atina’ da Türk diye dalga geçilişini anlattı. Yazları Tükiye’ye dönünce de tam tersi olduğunu.
” Ben Fenerbahçeliyim, ofisteki arkadaşım Dimitri Galatasaraylı hatta en büyük zevkimiz birbirimizi kızdırmak. Pazartesi sabahları Türk kahvesi içene kadar zor sakinleşiriz derken ekledi, biz hiçbir zaman Atinalı olmadık olamayız da çünkü İstanbulluyuz. Hem de kaç göbektir Kadıköylüyüz bilseniz” derken iç çekmesi halen aklımdadır.
İkinci günümüzde konsoloslukta devir teslim işlemi bitince, İstanbul’ u arayıp artık gemiye Türk bayrağı çekilebilir demiştik ve ülkemiz filosuna yeni bir gemi katılırken biz de uzun yıllar sürecek olan dostumuz Alex’ i kazanmıştık.
Birkaç yıl sonra oğlunu İstanbul’ daki vaftizine beni de davet etti… O telaşta bile “seni Parthenon’ a çıkaramadım ya yazıklar olsun bana” dedi gülüştük. Gerçekten de iş yoğunluğundan gidemediğim tepeden şehre bakan ihtişamlı Parthenon’ un görüntüsü hep aklımda kaldı.
İşte böyle… Belki bu gezideki arkadaşlarım el vermişlerdir ya da bu durumda ayak vermişlerdir. Netice de bütün dünyayı gezmiş bir patronum, tecrübeli kaptan ve avukat arkadaşlarımla iş için bile olsa birkaç günü farklı bir ülkede geçirmek yetmişti. Kafamda hep Atina’ nın tarihi dokusu, karmaşası, bizimkine benzer mutfağı, insanların cana yakınlığı kaldı. Kesinlikle bir kez daha gitmekliyim diye düşünmeye başlamıştım bile.
Öyle de oldu ve bir grup arkadaşımla birlikte yılbaşı tatiline denk getirip dört günlüğüne Atina’ ya tekrar gittim. Onu da başka zaman yazarım. Hatta birkaç kez gittim.
Anlayacağınız bu kısa iş gezisi gezmeliyim, yeni yerler görmeliyim duygularımı fitillemişti. Ablam zaten gezen biri olduğu için onunla iyi bir ikili oluşturduk ve gezmeye başladık. O da ben de elbette kendi arkadaşlarımızla da birbirimizden bağımsız da geziyoruz. Bazen ikilimize eklenen arkadaşlarımız da oluyor ki bu çok eğlenceli de oluyor.
Gezilerimizi kendimiz planlayıp, küçük bir sırtçantasını hazırlayıp kendimizi yolalra vuruyoruz. Bir kez Paris’ e, bir kez Mısır, bir keresinde de Beyaz geceler turuna yani Baltık bölgesine tur firması ile gittik. Tek başımıza gitmek hem daha özgür kılması açısından daha güzel hem de daha hesaplı oluyor. Ancak zamanla edindiğimiz tecrübeler bize gösterdi ki hep gözünüz açık olmalı. Gideceğinizi yere alacağınız uçak bileti, oradaki konaklama, yeme içme, müze gezileri, ulaşımlar gibi kalemleri hesaplamalısınız. Aynı yere giden turlar bazen sizin çıkardığınızdan daha ucuza gelebiliyor. Tıpkı bizim Baltık ülkelerine yaptığımız gibi. İşte o zaman da turla gidebilirsiniz. Keza Mısır’ a ilk gidişimizde de bu böyle olmuştu. Fakat maliyeti aza indirmesinin yanısıra başlarda da değindiğim gibi beni macera anlamında tatmin etmeyen bir tarz. Ben kendim keşfetmeyi, ilgi alanıma göre gezmeyi seviyorum.
Önce gitmek istediğim yeri belirleyip uçak biletlerine bakıyorum. Gideceğim tarih şimdi emekli olduğumdan benim için daha da kolay ama çalışırken maalesef bayram tatilleri gibi dar zamanlara sıkışıyordu. Yine de sağlam bir araştırma ile halletmek mümkün korkmayın.
Bileti almazdan önce gideceğim yerde görülemesi gerekenler ve şayet orada özel bir ilgi alanım olan bir şeyler varsa onları görmek için ne kadar zaman gerekir onu hesaplarım.
Süremi belirleyip bileti aldıktan sonra gideceğim yer ülke ya da şehir her neresiyse araştırmalarımı yaparım. Çoğu zaman belki oranın yerlisinin bile bilmediği kadar çok şeyi öğrenip gitmiş olurum. Zaten aklım fikrim hep bir gezide olduğundan mesela bir film izlerken bir yer görürüm burası neresi acaba der araştırım. Gitmek istediğim ülkeler hakkında duyduklarımı hemen bir deftere yazarım. Mesela henüz Polonya’ ya gitmedim ama nereye gidilir, mutlaka görülmesi gereken yerler neresi, nesi meşhur, ne yenilir notlarımda vardır. uzun zamandır bu tip bilgileri kimden duydum, nerden gördüm gibi detayları da yazıyorum. Çünkü bir gün kısmet olur oraya gidersem notlarıma baktığımda o kişiye sormam çok işime yarar. Emin olun gezgin insanlar en çok bundan hoşlanır. Onları bunaltmadığınız sürece elbet. Hatta en çok bilgisine, tecrübesine başvurduğum arkadaşlarımın ve tanışmasam da web sitelerine mutlaka göz attıklarımın listesini aşağıya ekleyeyim.
Biletimi aldım, artık kaç günüm olduğu belli nereleri göreceğimi az çok listeledim iş konaklama işini ayarlamaya gelir.
İşin en zor ama keyifli kısımlarından biri bu aşama olabilir. Zor deme sebebim hem fiyat, hem lokasyon, hem güvenilirlik gibi maddelere dikkat etme gereği. Atıyorum merkezi bir yerdedir her yere yürüyerek gidebilirsiniz belki ama acaba temiz mi, gibi bir soru aklınıza geliverir. Telaşa gerek yok çünkü konaklayacağınız yeri seçeceğiniz sitelerde istediğiniz kriterleri seçip yapılan yorumları okuma şansınız var.
Ben genelde hostelde kalıyorum. Hostel otelden farklı olarak aynı odayı tanımadığınız bir başka gezginle paylaşabileceğiniz konaklama seçeneğidir. Aşağı yukarı her hostelde iki kişilik oda da vardır ama fiyat paylaşmalı odaya göre artar. Dilerseniz onu seçersiniz dilerseniz de 8 kişilik, 10 kişilik yada daha fazla yataklı odaları seçersiniz. Para sizin keyif sizin. Ben her türlüsünü deneyimledim hiç de kötü bir tecrübem olmadı, şükürler olsun.
Hostel olayı bir çoğunuza değişik gelebilir düşüncesiyle biraz daah anlatayım.
Paylaşımcı odalarda genellikle ranza yatak olur. Kişiye özel kilitli dolap imkanı, yatak başında lamlası, bazılarında yatağın etrafında perdesi olur. Çarşaf, yastık, yastık kılıf nevresim battaniye işletme tarafından yatakta hazır olur. Eskiden hostelden ayrılırken mutlaka yastık kılıfını ve çarşafı toparlayıp belitilen yere kişi kendisi bırakırdı, bu kuraldı. Ancak son yıllarda gördüğüm bu kural esnedi. uygulamaya devam eden yerler var mesela İskandinav ülkelerinde halen böyle.
Bu odalar sadece kızların kaldığı, sadece erkeklerin kadlığı olalar şeklinde olduğu gibi karma da olabilir. seçim sizin elbette. Ben kızlar bölümünü ve mümkün olduğu kadar az kişilik olanı seçiyorum fakat yer olmadığı için karma odada da kalmışlığım var. Hiç sıkıntı olmadı ama olmaz diyemem o da bir şans netice de. Haa diyeceksiniz hani seçme şansımız vardı bakmadın mı da karma oda da kaldın. Benim gibi sırtında çanta gezen kişiler öyle çok da planlı gitmeyebiliyorlar. Yolda tanıştığımız birinden bir yeri duymuşdak hadi biz de gidelim deyip gitmişliğimiz de vardır. İşte bunun gibi bir zamanda kalacak yeri düşünme fırsatı olmayabiliyor. Böyle bir deneyimi de İsviçre Lozan şehrinde yaşadım. Japon mu Koreli mi ne olduğunu bile öğrenemediğim delikanlılarla beraber aynı odada kaldık. Onlar da bizim gibi sabah çıkıp gecenin bir yarısı döndüklerinden tanışmadık bile. Yorgun argın yatınca aklınıza korku gelmiyor bile.
Odaları anladık peki otellerdeki gibi kahvaltı, yemek, banyo işi nasıl oluyor derseniz, buyrunuz okumaya devam. Hostellerde ortak banyo ve tuvaletler kullanıldığı gibi bazılarında oda içinde de bubanyo bulunabiliyor. elbette kadın ve erkek ayrı. Havlu veren hosteller olduğu gibi verirse ekstra ücret talep eden de oluyor. Bu gibi detaylar rezervasyonu yaparken görülmektedir.
Mutfak da banyo gibi ortaktır. Buzdolabı, fırın, kahve makinaları, tencere tava ne ararsanız yani evde bir mutfakta ne varsa bulunur. Herkes ortak malzemeleri kullanır. Bir şartla o da temiz bulduğun malzemeyi temiz bırakmalısınız. Buzdolabına yiyecek koyduysanız üzerine kullanabilirsiniz yazarsanız dileyen alıp yiyebilir. Mesela iki gün kaldınız 6 yumurta aldınız ama iki tane yediniz orda bırakırsınız bir başka gezgin yiyebilir. Özellikle yağ, soslar gibi şeyler ortak alanda bulunuyor ve bu süper bi şey. Özetle marketten aldıklarınızla basit bir yemek yapıp hem hesaplı yemek yemiş hem de diğer gezginlerle sosyalleşirken bilgi alışverişi yapmış olursunuz.
Ben genelde hostelde kalmayı tercih etiğimden detaylı anlatmak istedim. Ancak farklı sistemler de var. Couchsurfing gibi ücretsiz bir başkasının evinde kalmak ya da gönüllü olarak çalışıp karşılığında kalacak yer ve yemek almak gibi.
Yeter ki gezmek isteyin seçenek çok anlayacağınız. Ben öyle şeylere gelemem keyfime de düşkünüm derseniz artık otelleri kıyaslayabileceğiniz birçok program var.
Diyelim ki fiyat araştırması yaptınız, lokasyon şahane, yorumlar da güzel bir gittiniz ki o da ne gidince tam tersi çıktı. Bunlar mümkün elbet ama işte asıl keyifli kısmı burda zaten macera aramıyor muyuz? Alın size tillahı, başıma gelmişliği vardır hani. Aklıma ilk gelen Moskova gezimiz oldu. Arbat caddesine çok yakındı, fotoğraflar harika, fiyat ucuzdu fakat gel gör ki pis, gürültülü ve soğuktu. Ne yaptık hemen araştırmamızı yeniledik ikinci gecemizde başka bir yere geçtik. Ya da hiç rezervasyon yapmadan gittiğimiz fakat olağanüstü olan yerler de olmadı değil. Önceden sisemden bakıp isim ve adresleri not alarak gittiğim yerleri tek tek gezip içlerinden seçim de yaptığım çok oldu. Laf aramızda fiyat da daha makul olabiliyor. Örneğin Fas’ ta 17 gün hep bu şekilde gezdik. Eh biraz zor olmuyor değil çünkü artık bildiğiniz üzere sırtçantasıyla gezdiğimden bilmediğim bir şehirde dolanıp kalacak yer aramak yoruyor. Ama dediğim gibi her şey biraz daha uygun fiyatla konaklama adımını kotarmak için.
ülkesine göre değişen bir cevap bu. Sebebi de kimi ülke mutfağı efsanedir Lübnan gibi, Fas gibi, Gürcistan gibi, Balkanlar gibi. İşte buralarda dışarda yemek yerim. Mutlaka o ülkenin en bilindik yemeğini tadarım. Bazı ülkelerde ise hem yemek çeşidi azdır hem de pahalıdır İskandinavlar gibi. Oralara giderken de yanıma zeytin, peynir, hazı çorba, kahve, çay, kuruyemiş özellikle ceviz fındık gibi erzağımı alır giderim. Gİdeceğim yerden salata malzemeleri, makarna, yumurta gibi gıdaları da aldım mı tamamdır, bitti gitti.
Uçak biletinin ucuzunu kovaladık, hosteli araştırdık rezervasyonumuzu yaptık, araştırmalarımızı yaptık gezi planını oluşturduk, yemek işini kafamıza takmadık o zaman yeni bir macera hazırdır demektir.
Yabancı dilim yok diyenleri de duyar gibiyim, haklısınız dil konusu oldukça önemli. Bana sorarsanız kendini az çok ifade edebilecek kadar ingilizce bilmek şart. Hiç bilmeden gezip tozan insan da yok değil ama zorlanılır diye düşünüyorum. Gerçi şimdi internet olmadan çeviri yapabilme şansımız da var. Bu uygulamaları çok iyi ingilizce bilenler de kullanıyor. Olur mu öyle şey demeyin kimi ülkelerde tek kelime ingilizce bilmeyene rastlanabilir. Sibirya’ da bir köyde başımıza geldi ordan biliyorum. Markette yumurta arayıp bulamayınca tavuk gibi gıdaklayıp yumurtlama taklidi yapmışlığım vardır. Gülmeyin yol hali insana neler neler yaptırıyor.
Size kendi gezi tarzımı anlattım feyz alıp yola çıkmak isteyenler olursa çok sevinirim. Aman sen de ne gerek var maceraya bir tura katılır paşalar gibi gezerim diyenler, siz de öyle gezin. Yeter ki tadını çıkarın, iyi ki gittim deyin.
Bu açtığım web sitesi çok yeni elimden geldiğince gördüğüm yerleri anlatmaya çalışacağım. Yazılarım hoşunuza giderse abone olursanız beni çok sevindirirsiniz. Aşağıda size okumaktan keyif alabileceğiniz yazılarımdan örnekler bırakıyorum.
Sevgiler, saygılar…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.