Her zaman çantamda taşıdığım küçük bir defterim var. Yine bir gün İzTv’ de belgesel izlerken Hindistan’da gezilecek yerler listeme “Amritsar’ a gidilmeli ve Altın Tapınak görülmeli” diye not düşmüşüm. Bir de Varanasi’yi yazmışım. Hımm, neymiş Hindistan’da gezilecek yerler listesinde Amritsar ve Altın Tapınak başlardaymış.
Gn geldi ve bana oraya gitmek kısmet oldu. Aşağıda Amritsar şehrini, dinini, ilginç tapınaklarını, biz nasıl gittik, nerede kaldık, neler yaşadık hepsini anlattım. Umarım gidecek olanlara rehber olabilir.
Yıllar önce haberlerde duymuştuk mutlaka hatırlayanınız vardır.
” Hindistan’ ın Pencap eyaletinde ayrılıkçı gerillalar ve güvenlik güçleri arasında çıkan çatışmada ölenlerin sayısı … olarak tespit edildi. “
O dönemde üç hafta boyunca Altın Tapınağa sığınan Sighler Gandhi’ nin talimatıyla topluca öldürülmüş. Bu olay Hindistan tarihinin de acı günü aslında… Sonrasında da zaten Gandhi’ de Sigh olan koruması tarafından öldürülmüş. İşte Hindistan ve dünya tarihinin önemli olaylarından birinin yaşandığı Altın Tapınak bu şehirde Amritsar’da!
Peki kim bu Sighler?
Pencap bölgesinde 1400′ lerin ortaladında Guru Nanak Dev adında bir adamın Hinduizm ve İslamiyetten etkilenerek oluşturduğu bir dindir. “Sikkh” kelimesi “öğrenci, mürit, talebe” anlamına gelir. Sihizm ise, “Sih inancı” veya “Sih dini” olarak adlandırılıyor. Bu inancın öğretilerine inanan ve uygulayan insanlara da “Sih” deniyor. Guru ise, “öğretmen, öğretici, üstat” gibi anlamları olan bir kelimedir. bir kitapta toplamış ondan sonra dokuz guru da eklemeler yaparak oluşturdukları halen sürekli okunan Guru Granth Sahib adındaki 1430 sayfa kitapları vardır. Bu arada hemen söyleyeyim guru öğretmen demek
Bu inanışta tanrı her yerdedir ve tektir. Ama onun bir peygamberi yoktur. Dinin kurucuları olan Waha Guru denilen on tanesinin sözleri, öğütlerini içerir bir önceki Guru’nun yazdıklarına ilave ederek genişlettikleri kutsal bir kitapları var. Dünyadaki Yahudilerden daha fazla mensubu olan inanışta Tanrı tektir ve Tanrı her yerdedir. Herkes eşittir, herkes kardeş. İyilik ve hoşgörü temel prensipleri. Aynı zamanda reenkarnasyona inanırlar. Bu yüzden onlar da ölünce yakılırlar. Ama asla küllerinden bir parçasını alıp evlerine götürmezler. Akan bir suya dökerler.
Her Sighin yenmesi gereken 5 kötülük vardır;
- Ego- Öfke- Hırs- Maddi bağlılık – şehvet duygusu
Bu kötülüklerle savaşırken kullanacağı 5 erdem ise;
- Memnuniyet – Hayırseverlik – Şefkat – Olumlu – Tutum
Bütün bunların dışında yalan söylemek, hırsızlık, alkol-sigara gibi bağımlılık yapan şeylerin kullanımı, aşırı eşyaya dünya malına düşkünlük yasaktır. Yeri gelmişken onlar et yerler.
5 K dedikleri olmazsa olmazları onları tanımamıza yardımcıdır.
5K açılımı ise şöyledir;
Günümüzde sadece kirpan’ı yerine getirmeleri sıkıntılı olduğundan minyatür hançer taşıyorlar. Diğerlerinin hepsini uygulamaya gururla devam ediyorlar.
Amritsar’ daki tapınak Sighler için bir hac merkezi kabul ediliyor. Binaya dört giriş var ve bunlar hoşgörü ve açıklığı temsil ediyormuş.
Suni göl içerisinde bir köprü ile ulaşılan altın varak ile kaplı tapınak binası kutsal buluşma yerleri. Sighlerin başlıca kurallardan biri de temizlik olduğu için özellikle ibadet yerlerine girişte buna çok dikkat ediyorlar. Girişlerde ayakkabılarınızı emanete veriyorsunuz, mutlaka saçınızı erkek kadın farketmeden bağlıyorsunuz ve ayaklarınızı girişteki suda yıkayarak ilerliyorsunuz.
Komplekse girdiğinizde soldan sağa doğru bir yol izleyip havuz kenarından dolayısıyla ortadaki altın tapınak etrafından yürüyüşünüzü tamamlıyorsunuz.
Bunu mümkün olduğu kadar sessiz sedasız, sakince yapmanız gerekiyor. Bu arada dış kapıdan girdiğiniz an ilahileri duyuluyor. Kutsal kitapları Guru Garath Sahib 7/24 okunuyor. Bir takım müzik aletleri eşliğinde okunan sözler siz anlamasanız da resmen insanı sakinleştiriyor.
Girişin solundan ilerlediğinizde helva dağıtılıyor. Bunlar istediğiniz kadar bağış karşılığında (size kalmış yani 10 rupi de olur 100 rupi de) aynı miktarlarda dağıtılıyor. Bu helvayı yemiyorsunuz tapınak içinde giden köprü başındaki görevliye veriyorsunuz o da dev kazana atıyor. Siz içeri gidip dua ediyorsunuz, çıkışta yine aynı kazana atılan helvadan bir parça size veriliyor. Böylece tatmış oluyorsunuz maksat anlaşıldığı üzere bir şekilde paranın dönmesi. Boşa Amritsar büyülü bir yer demiyorum.
Altın Tapınak kompleksinde ayrıca sürekli yüzler hatta binlerce kişiye dağıtılmak üzere hazırlanan yemek ve ekmek hazır bulunduruluyor. Sİghizmin kurallarından biri bu, ya yemeğinizin onda birini ya zamanınızın onda birini ibadethaneye ayırmalısınız. Mesela doktorsunuz belli saatlerde gelip burda hizmet veremelisiniz. Gelip temizlik yapmak, yemek dağıtmaya yardım etmek gibi. Baktınız ibadetheneye gidemiyorusnuz o zaman para ile yardım etmelisiniz .Böylece ülkenin ve dünyanın dört bir yanından Amritsar’ a gelen Sighler ve bizim gibi turistler hiçbir ücret ödemeksizin karnını doyurabiliyor. Sualsiz sorgusuz oturup karnınızı doyurabilirsiniz, bir kez değil bir gün değil, ne kadar isterseniz kapıları her daim açık. Kurdukları sistem bence takdir edilesi.
Şöyle ki; tapınakta yapılan tüm hizmetler orada bulunan Sighler tarafından gönüllülük çalışması üzerine kurulu. Kapıda ayakkabınızı dizen adamdan, yemek pişirilmesi, bulaşık yıkanması, etrafın temizliğine kadar herkes gönüllü burada.
Yemek yapmak işini biraz açmamız gerekiyor. Örneğin yeşil mercimek çorbası, nohut yemeği ve ekmek menüsünü hazırlamak için en basiti onlarca un çuvalının açılması, taşınması gerekir. Kilolarca soğan sarımsak soyulması gerekir. Tonlarca undan yapılan ekmekten bahsediyorum ki bu bir sürü insanın sürekli hamur başında olması anlamını taşıyor. Saçlarda pişen ekmeklerden her gün onbinlerce yapılıyor diye okudum, görmesem inanmazdım gördüm halen şoktayım. Yirmi dakikada yaklaşık bin kişi yemek yiyor. Sürekli bir döngü var.
Diyelim ki acıktınız onlarca insanla birlikte sıraya girip tabldot tabağınızı alıyorsunuz, diğer yanda kaşık bardak, ilerleyip üst salona çıkıyorsunuz. Görevlilerin işareti ile yere yanyana oturuyorsunuz. Orada herkes eşit miktarlarda yemek dağıtılıyor. Zenginmiş fakirmiş, eğitimliymiş cahilmiş, şehirli-köylü, kadın-erkek ya da çocuk farketmeksizin yanyana aynı yemeği yiyorusunuz. Ekmeği bitirmeniz çok çok önemli aman dikkat! Çünkü ekmek kutsaldır. Ekmeği dağıtırken ellerini dua eder gibi açmalarının sebebi de bu, ekmek kutsaldır.
Yemeği bitiren ellerini kutsal adlettikleri suda yıkıyor, boş tabaklarını kalkıp çıkış kapısındaki bulaşıkhaneye veriyor. Orada da muazzam bir yoğunluk var normal olarak, kolay değil sürekli dağıtılan yemeğin bulaşığı ordan geçiyor. Metalin birbirine çarpma sesi bile bir müzik adeta ve bu noktada genelde kadınlar devreye girtiyorlar. Yemek kalıntılarını temizleyen bir ekip, sonra şöyle bir üstten çalkalayan ekip var. Çalkalama işleminden geçen tabldot tepsiler detaylı yıkanan kısma geçiyor. Yıkanmış tabaklar üst üste birkaç kişi tarafından taşınarak ilk başta insanların sıraya girdiği yere geliyor. Kısaca bir daire etrafında sessizce yapılan bu yemek dağıtım olayı okurken bile sizlere yeterince karışık gelmiştir. Bir de bizi düşünün, resmen şoka girdik.
Tapınakta sürekli içme suyu da dağıtılıyor, içip bardağı yıkayan ekibe teslim ediyorsunuz. Bir bakıyorsunuz onlarca insan oturmuş bardak yıkıyor, temizleri tepsiye dizmiş standa taşıyor filan etkilenmemek mümkün değil. Diyelim bir saat çalıştınız bekleyen başka işiniz var kalkıyorusunuz, hopp bir başkası işi devralıyor, bunu da birbirleriyle konuşmadan sessizce yapıyorlar.
İlahi okumalar, ibadet gereği havuza girip ıslanmalar, meditasyon yapar gibi ibadet hali tüm gün ve gece sürüyor. Her gece kutsal kitap altın tahtarevana konulup kilitli odaya törenle taşınıyor. Sonrasında saat 23.00 gibi tapınak geçici kapatılıp temizlik başlıyor. Her gece en ince ayrıntıya kadar temizleniyor. Daha sonra da gece 03.00 gibi tüm tapınak yıkanıp, süt ile temizlenip gülsuyu ile mis gibi kokutuluyor. İsteyen bu anı da tapınakta kalıp izleyebiliyormuş aklınızda olsun.
Amritsar’ a otobüsle, araç tutarak ya da bizim yaptığımız gibi trenle gidilir.
Delhi’ de bir gün bizi gezdirmesi için kiraladığımız araç şoförüne öncelikle istasyona gidelim dedik. Maksadımız herkesten duyduğumuz Hindistan’ da tren bileti almanın kabusundan bir an önce kurtulmak. Fakat gidince turistler için hizmet veren birimin gayet iyi çalıştığını gördük. Ama bir baktık ki istediğimiz saatteki tren biletleri diğer sınıflara göre pahalı. Gerçi bizim paramıza göre bedava da havaya girdik bir kere her şeyin ucuzunun peşindeyiz. İşin kötüsü sabah erken para da bozdurmamışız, eee ne yapsak?
Derken daha beş dakika önce tanıştığımız şöforümüz – sorun değil bende var deyip, cüzdanının en saklı köşesinden (belli ki kötü günler için ayrılmış) parayı çıkarıp vermez mi. Biz şaşırmış bakınırken bir anda bilet görevlisi -sende kimsin, içeri neden girdin, turistleri rahat bırak gibi laflar etti. Öyle demiş olsa gerek. Adamcağızın yüzünden anladık ona bağırdığını. Parayı bize alelacele uzattı ve hemen derdest edilip dışarı çıkarıldı. Bize bu bilet ofisinden çıkarılma olayı çok dokundu. Dışarda gülümseyen yüzüyle bizi bekliyordu. Sanırım alt sınıftan olduğundan içeri girmesi yasaktı. Şöfor beyfendi seyahatte tanıdığımız en iyi insanlar listemize girdi.
Sonuçta biz ertesi sabaha Amritsar gidiş biletimizi aldık.
Yolculuk sabahı erken saatte yürüyerek istasyona vardık. Küçük birer çanta dışında yanımıza eşya da almadık sadece yiyecek atıştırmalıklarımız ve üstümüzdeki kıyafetler o kadar. Asıl çantaları Delhi otelimizde bıraktık. Ama fincanlarımız ve küçük su ısıtıcımız yanımızda tabii ki :) Trende bizi şok eden bir temizlik, bir sakinlik var hadi hayırlısı dedik. Aaa o da cam kenarlarında bir fiş var, bildiğiniz elektrik fişi. Biz şoktayız doğal olarak. Asıl şok birazdan görevlilerin kahvaltı dağıtmasıyla yaşandı. Biz de madem usul böyle deyip suyumuzu ısıttık, dağıttıkları bisküviyi alıp çayımızı yaptık. Aslında onlar sıcak suyu bile getirmişlerdi ama Hindistan’da su işi biraz sıkıntılı maalesef.
Bütün pislik ve karmaşaya rağmen trende olmak nerede olursanız olun güzeldir. Ama söz konusu Hindistan ise aynı zamanda şaşırtıcıdır. Yol boyu gördüğümüz manzaralar ölene kadar aklımdan çıkmayacak zannediyorum. Öyle böyle derken Amritsar’ a yaklaştık. Ama biz ilk gün yaşadığımız olayı unutamadığımızdan (okumayanlar için Burası Hindistan ! yazısını tıklayınız) turist yapışkanlarından nasıl sıyrılırızın peşindeyiz. O an aklıma trende arkamızda oturan aile ile samimiyet kurmak geldi. ” Altın tapınağa gitmek için ücretsiz servis varmış ama biz nerden kalktığını bilmiyoruz yardımcı olabilir misiniz ” dedim. Tabii ki, inince bizimle beraber gelin, dediler.
İndiğimizde her zamanki gibi bir sürü taksici, rikşacı üstümüze geldi ama bizim Hintli’ nin bir işareti ile uzaklaştılar. Fakat bir sorun vardı, ailemiz servislerin yerini bilmiyordu. Bunu birbirleri ile konuşmalarından hissettik. Adam eşi ve çocuğuna beni şurda bekleyin deyip başladı sağa sola sormaya. Bir o yana bir bu yana derken o önde biz peşinde o sıcakta servisleri bulduk. Adamcağız şöfore tembih etti, gidişimizi kesinleştirince yanımızdan ayrıldı. Artık o da seyahatta tanıdığımız en iyi insanlar listesinde !
Nihayet altın tapınağa gidecek servisteyiz. Araç tıklım tıklım, camlar açık, pervaneler çalışıyor. Ama hava öylesine sıcak ki üstümüzden süzülen ter duş alıyormuşuz gibi hissettiriyor. Neyse ki kızlar arkada ben önde bir yerlerde boş koltuk bulup oturduk. Aracın hareket etmesi ile hepsi bir ağızdan bir ilahidir tutturmazlar mı. İçimden iyi yere dükkan açtık, diyorum. Video çekmeye çalışıyorum ama bir yandan da tırsıyorum ya kızarlarsa diye. Tam önümde de sarıklı bembeyaz sakallı bir amcayla eşi oturuyor. Amca tam tipitip; burnunun üstünden, kulağının içinden, kenarından fışkırmış kıllar filan ama gözünde güneş gözlüğü var. Acayip cool duruyor, ilahilere katılmıyor. Yol boyu adamı iyice inceledim anlayacağınız. Yaklaşık 30 dk sonra merkezi bir noktada araç durdu herkes indi. İşte bizim kabus yine başladı.
Etrafımız bir dakika içinde rikşacılarla doldu, üstümüze üstümüze geliyorlar. Ben anında kıllı amcaya yapıştım. Biz altın tapınağa gitmek istiyoruz kaç paraya götürürler biliyor musunuz, dedim. Maksat ona bu işi yıkmak.! Aynen de tahmin ettiğim gibi oldu ve gidip bir kaç rikşaya sordu. Döndü geldi baktı anlatamayacak yine gitti. Yanımızda adamın karısı ile bekliyoruz. Uzaktan atlayın rikşaya hepimiz beraber gidicez, diye bir el etti. Ohh be, o an nasıl mutluyuz anlatamam. Ben her zamanki gibi şöfor yanı yerimi kaptım, diğerleri amca ve eşiyle neredeyse sarmaş dolaş tapınağa doğru yola döküldük. Parayı biz ödeyelim dedik almak istemediler ama ısrarımız sonucu yarı yarıya yaparak ödedik.
O günün anısı kalsın diye de fotoğraf
çektirelim dedik. Rikşayı kullanan çocuğa telefonumu verdim. Fakat gelen geçen, arkadan kornaya basan derken heyecan yaptığını farkettim çünkü 4-5 kez göstermeme rağmen bir türlü çekemiyordu. Artık uğraşamayacağıma daha doğrusu birkaç denemeden sonra öğrenmiş olduğuna kanaat getirip teşekkür ettik. Amcalar rikşayla evlerine doğru deva ettiler biz ise tapınağa girdik. Akşam olupta dinlenirken fotoğraflara bir baktık ki bizim şöfor bunu çekmiş. Ahh kıyamam sana güzel çocuk, ne kadar harika bir fotoğraf bu böyle. Heyecandan titreyen parmaklarının arasından görünmeyen biz ve o günün anısı. Samimiyetin ve saflığın fotoğrafı bu aslında. Belki Hindistan’daki en güzel fotoğrafımız budur…
Şöyle Amcamızı ve seni de seyahattaki en iyiler istesine alalım :)
Rikşadan inince kalabalığı takip edip tapınağa kadar geldik. Önce bir WC ziyareti yapalım, elimizi yüzümüzü yıkayalım zira yollar toz toprak. ( rikşa dediğimiz taşıtın da her tarafı açık) İşaretleri takip ederek tuvaletleri bulduk ki o da ne yüzlerce kadın yalınayak, şaşırdık. Elinde kıyafet çıkınları, sabunları banyo yapmaya hazırlananlar, yapmış saçını tarayanlar, ufak bebeğini yıkayana kadar her çeşidi orada… Anladık ki aynı zamanda burada duş alınıyor, peki olabilir onlara göre bu normaldir, dedik.
İyi de biz WC yi kullanmak istiyoruz duş alamayacağız ki??? Fakat aralarından geçmek mümkün değil, sorun kalabalık olması da değil. Herkes bize bakıyor gülümsüyor fotoğraf çektirmek istiyor. Sorun bu!
Tamam bacım çekiliriz bir işimizi görsek hem burası tuvalet yahu manzara yok bi şey yok. Bizi niye tuvalet koridorunda fotoğraflamak istiyorsunuz? Demeye çalışıyoruz ama nafile çoktan sıraya girdiler bile. Cidden sıra oluşturdular şaka filan değil.
Aslında ablam ve Mihriban şanslı çünkü içlerinde en beyaz tenli olarak her defasında kurban benim. Neyse ki kadınlardan biri anladığımız kadarıyla; -ya sizde hiç mi utanma yok. Şu turistlere sıra versenize gibi bir şey demiş olsa gerek öne geçtik. Hintli kadınlar etrafımız çevrelemişken bizim kızlar tuvalate girdiler. Bunu okurken amma olay wc sırası alt tarafı diyorsunuzdur. Hindistan’ da bir tapınakta, umumi tuvalet diyorum arkadaşlar kabus ötesiydi. O gün orada ilk kez Hindistan’ da turist olmanın ekmeğini yemiş olduk gerçi.
Çıkışta yine aynı izdiham aynı ” foto please ” demeler sürdü. Bina içinde yerler, oturaklar her santim insan doluydu. Yerde yatanlar, çantaları yastık yapanlar. Baktık orada bir danışma var hemen vakit kaybetmeden nerede konaklayabileceğimizi sorduk. Adam bir şeyler söyledi ama anlamak mümkün değil. O an bende yine ampul çaktı ” lütfen bir kağıda yazar mısınız, dedim. Bu cümleyi seyahatin ileri ki günlerinde de bolca kullandım, siz de öyle yapın çok işe yarar bir yöntem.
Artık elimizde kağıt tarif ettikleri üzere yürüyoruz ama birine sormalıyız. Çocuğu kucağında bir adamı gözümüze kestirdik. Aldı kağıdı baktı, o da başkalarına sordu sonra başıyla takip edin beni, dedi. Bir başkası geldi kağıda baktı. Fikir alışverişi yaptılar, o sırada onlarca insan bizim fotoğrafımızı çekiyor ortam tam bir kaos…
Kocaman bir binanın önünde işte burası dedi ve gitti. Giren çıkandan anladığımız kadarıyla işimiz sakat, nasıl kalacağız burada? Meğer bütün o girip çıkan insanlar kadın ve erkekler ayrı bölümlere çıkıyor, eşyalarını bırakıp tapınağa koşuyorlarmış. Hindistan’ ın her köşesinden büyük bir heyacanla buraya gelen insanların tek bir amacı var. O da bizim bildiğimiz tabir ile hacı olmak! O yüzden heyecan içinde karmaşa yaratıyorlar ve bu çok normal. Bir de üstüne üstlük tapınağa girmeden önce mutlaka duş almaları gerekiyormuş. Şimdi taşlar yerine oturdu. Demek tuvaletti kalabalık o yüzden, o yüzden kadınlar bulduğu her çeşme başında köpürt köpürte duş alıyorlarmış.
Biz kalacak yer konusunda boşuna tedirgin olmuşuz. Aslında sadece yabancılar için bir bölüm varmış, hemen girişte solda. Kapıyı çalıp girdiğimizde uzun boylu güler yüzüyle bir genç bizi karşıladı. Hiç İngilizce bilmiyordu ama işaretle boş olan yerde yatabilirsiniz dedi. Kuralların yazılı olduğu levhayı gösterdi. Kayıt için pasaportlarımızı istedi. biz de bu sırada içerdeki yanyana tahta sedirlere bir göz attık. Odalardan birine baktık bir çarşaf serilmiş, çantalarda var. Hımm demek ki iki kişi var. Oysa oda 4 kişilik tüh ne yapsak ne etsek?
Türk aklı hemen devrede; çantamızdaki kendi çarşaflarımızı çaktırmadan yanyana serdik. Onlarınkileri de hafif iteledik. Nasılsa yoklar diye düşündük, çantalarımızı dolaba kilitledik ve kendimizi tapınağa doğru attık.
Tapınağa girişteki ayakkabı teslimatı yapıp , ayakları yıkama ve hazırlıklı olduğumuz üzere başımızı bağlamak suretiyle giriş yaptık. O tapınağa ilk giriş, o kadar büyülüydü ki çok net söyleyeceğim TajMahal’ de bile o hissi almadım. Sakin insanlar, çalan müzik ve ahenkli ilahiler o kadar mistik bir hava veriyor ki şaşılacak şey. Demek bir de Sigh olsak diğer insanlar gibi ağlardık.
Bir müddet şaşkın şaşkın helva dağıtılmasını, sağda solda uyuyanları, meditasyon yapanları, havuza girip yıkananları izledik. Kadınlar için ayarlanmış özel bölüme girdik. Ama havuz suyuna temas etmedik yanlış anlaşılma olmasın.
Sonra nasıl geçtiğini anlamadık bir baktık akşam oluvermiş. Bir anda ışıklar yandı ve tapınak daha parlak daha bir görkemli göründü. Tapınağa giden köprü üzerinde kalabalık artmaya başlayınca vaktidir deyip bizde sıraya girdik. Yanılmıyorsam 1 saat kadar ayakta sırada bekledik üstelik içeride ne var niye girmek istiyorlar hiçbir fikrimiz de yoktu. Bu esnada insanların hep bir ağızdan ilahi okumaları o kadar güzel geliyordu ki hava az biraz serin olaydı tadından yenmezdi. Bir kelimesini bile anlamadığımız ilahilere nerdeyse bizde eşlik edecektik. Sonra yukarıda ekranlarda İngilizcelerinin de yazdığını farkettik . İyilikten zarar gelmez, muhtaca yardım etmelisiniz, komşunuza iyi davranın gibi sözler ve Waheguru’ nun öğretileri aktarılıyordu.
Sıra geldi ve nihayet içerideydik. Meğer Altın Tapınağın içinde tüm gün dinlediğimiz bizim bant kaydı sandığımız ilahiler canlı olarak icra ediliyormuş. Bir kez daha saygı duyduk doğrusu. Kolay iş değil saatlerce yerde oturup okumak, haliyle dönüşümlü yapıyorlardır ama yine de zor arkadaşlar, kabul edelim.
İçeri girenler beş dakika içinde geri geri çıkıyorlar ve etrafından dönüp köprüden geçmek suretiyle saygı selamlamasını tamamlıyorlardı. Bizim için bir istisna yapıldı, sağolsunlar biraz kalıp etrafı izlememize izin verdiler. Fakat fotoğraf çekmek yasaktı. Baş guru ile bir ara bakıştık kendisi başını öne eğerek bizi selamladı. Sanırım bu selamlama hareketini oradaki herhangi bir Sighe yapsa ömrü boyunca eşine dostuna anlatacağı bir anısı olurdu. Bu guru denilen kişiler o derece önemli.
Bizde dışarı çıktık sanki görevimiz bitmiş gibi huzurluyduk. Orada ayaküstü tanıştığımız delikanlı bizi üst kata çıkardı, orijinal kitaplarını gösterdi. O el yazması kitaba oteriteler paha biçemiyormuş. Daha da üst kata terasa çıktık. Birbirimize daha İstanbul’da iken nasıl gideriz daha doğrusu gidebilir miyiz, nasıl tren bileti buluruz diye konuşurken şimdi Altın Tapınağa dokunuyorduk. Çaktırmadan fotoğraf çektirdik ve ayrıldık.
Yemekhane binasını da görelim gelmişken deyip uğradık ama ne uğramak ağzımız açık, gözler faltaşı. Kalabalık, gürültü ama garip bir düzen vardı. Bir müddet olanı biteni anlamak için izledik, yemek yemek için oturmadık onu da ekleyelim. Karnımız toktu, aç olanların yemesi daha uygun diye düşündük. Yoksa kokusu ve görünüşü gayet başarılıydı. Yatakhanenin yolunu tutma vaktimiz gelmiş geçmişti bile.
Yatakhaneye gittik hemen hazırladığımız yere üstümüzdeki kıyafetler ile yattık. Hava sıcak, klima yerine tavanda bir pervane var. Fakat o kadar tavan o kadar yüksek ki serinlik bize gelene kadar sıcak hava dalgası ile çarpışıyor ve sıcak yine sıcak olarak kalıyor. Yine de yol yorgunuyuz hemen uyuruz derken yatağın sahibi kızcağız gelmez mi.
– bunlar sizin çarşaflarınız mı, dedi.
– evet bizim, dedik. Ok. no problem, dedi ve eşyalarını toparladı çekti gitti. Bizde diğer çantanın sahibi acaba kim merakı başladı. Derken baktık çekik gözlü 20’li yaşlarda bir delikanlı geldi. Gülümsedi hiç konuşmadan yattı, biz de yanına dizildik. Dizildik derken ablam delikanlıyla dipdibe yattı. Diğer odalar ve koridordaki yatakların hepsinin sahipleri gelmiş ışıklar sönmüştü.
Nasıl güzel uyumuşsam artık sabah arkadaşımın dolabın anahtarını tuvalete düşürdüm, uyan demesiyle gözümü açtım. Yapacak bir şey yok boşver yat, dedim ve yine yattım. Tabi bir kaç dakika sonra dank etti. Dolabın anahtarı mı, pasaportlarımızın paramızın olduğu dolabın anahtarı mı? Tuvalete mi?
Çözüm için bizde nasıl bir telaş var hiç sormayın. Görevliler geldiler ellerinden geleni denediler ama açamadılar. Anahtarcı aramak için sokağa çıktık. Dön dolan yok bulamadık. Bulduk da kapalıydı sabah erken diye. Tapınağa geri döndük ve yetkililer keserle kilidi kırdılar ve bunu da hiç sorun etmediler. Hatta önemli değil olur böyle şeyler dediler. O sırada işgüzar biz gezginin saçma sorularına maruz kalsakta neyse ki olayı atlattık. Tekrar dışarı çıkıp etrafı gezdik ve geldiğimiz gibi servisle trene doğru yöneldik.
Tren istasyonunda bu kez farklı bir sınıfta bilet aldığımızdan daha düşük kalitede yolculuk yapacaktık. Ama hiç sorun değildi varsın yemek verilmesin ne olur yani.
Fakat istasyonda farklı bir şeylerin döndüğünü anlamakta geçikmedik. Biletin üstündeki vagonun önünde beklerken bir anda herkes vagona asılan listeye üşüştü. Herkes dediğim yüzlerce insandan bahsediyorum. Kalabalığı yara yara listenin başına gittik ama bizim ismimiz yoktu. Bu durumda yapmamız gerekenin sırayla diğer vagonları kontrol etmek olduğunu anladık. Nihayet yerimizi bulduk ve yolculuk başladı. Bir süre sonra görevli geldi şu numaralı vagona, şu koltuklara gitmelisiniz, dedi. Haydaaa iyi de niye? Öyle işte, bir sebebi yok. Nispeten daha rahat koltuklara geçtiğimiz için sesimizi çıkarmadık. Öyle böyle derken gecenin bir yarısı Delhi’ ye vardık. Delhi sokaklarında sakın gece yolda yürümeyin, tembihlerine inatmış gibi üçüncü gecedir biz gece yarısından sonra sokaklardaydık.
Haa biz dolaştık, bir sıkıntı yaşamadık ama bu demek değildir ki gecelere akın, gezin tozun. Yanıltıcı olmak istemem. Unutmayın temkinli olmakta fayda var.
Bir yazımın daha sonuna güvenlik mesajımızı vererek geldik.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Youtube : pustoodunya
Instagram : pustoodunya
Hindistan ile ilgili diğer yazılarımı okumak isterseniz linkler aşağıda
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
7 Comments
Valla artık okumayacağım bu hindistan maceralarını sizinki de çok güzel inanmıyorum.
Nasıl kıskanıyorum ve ben bir türlü gidemiyorum zaman, yanıma arkadaş, tek gitsem çevrem bırakmıyor.
Yaaaaaaaaaa nedir bu offffff offfffff
hiç öle düşünmeyin hep gidebileceğinize inannın . gün olur bir bakmışsınız elinizde bilet delhi uçaını bekliyorusunuz. bize aynen öyle oldu . bilete bakıp bakıp güler mi insan biz güldük , iananmadık , fotokopisini cebimizde taşıdık daha ne saçmalıklar . asında halen yaptığımıza inannamıoruz . o yüzden eminim sizde gününbirinde gidersiniz :)
Çok tatlısınız “gün olur bir bakmışsınız elinizde bilet delhi uçağını bekliyorsunuz” çok iyi geldi burası.
teşekkürler, inanmak evet deniycem. haberdar ederim sizi, takipteyim nasıl olsa.
?
Çok güzel anlatmışsın
Ne güzel şeyler yaşamışsın :) Beraber de gidelim.
nasıl güzel olur Martıcım :)