Herkes önemli olduğunu biliyor da neden bu kadar önemli Göbeklitepe? Bu yazıda gidip gördüğüm taşların hikayesini farklı kaynaklardan okuduğum bilgiler doğrultusunda size anlatacağım. Yer yer benim fikirlerimi göreceksiniz. Yazıyı okuduktan sonra siz de fikirlerinizi ya da sorularınızı yorumlara yazarsanız sevinirim. Haydi şimdi hep beraber geçmişe gidelim, binlerce yıl geriye…
Binlerce arkeolog, tarihçi, antropolog, sanat tarihçisi, jeolog ve hatta gökbilimci insanlığın gelişimini çözmeye çalışıyor. Başlıca sorularına kısmen cevap bulmuşlarsa da halen koca bir yapbozun parçaları gibi hep dağınık hep bir parça eksik. Fakat dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan araştırmalar bize şunu gösterdi; insanlığın ayak izleri her yerde var ama medeniyetlerin doğduğu kadim topraklar Anadolu ve Mezopotamya.
İnsanlar ilk başlarda yemek için daha doğrusu yaşamak için sürekli yer değiştirdiler. Buldukları mağaraları, ağaç kovuklarını sığınak olarak kullandılar. Bu çağdan günümüze taş aletler ulaştığından bu devre kısaca “taş devri “ diyoruz.
İnsanlar mağaralarda yaşıyorlardı ve ağaçlardan topladıkları bitkileri yiyip avlanarak karınlarını doyuruyorlardı. En fazla 20-30 kişilik gruplar halinde yaşadıkları düşünülüyor. İnanılır gibi değil ama halen Avusturalya, güney Amerika ve Afrika’da bu şekilde yaşayan birkaç kabile olduğu biliniyor.
Uzmanlar insanların buğday ekmeye başlayıp yerleşik hayata geçtiklerini dönemin 5 binler olduğunu varsayıyorlardı.
Taa ki Göbeklitepe’deki bu taşlar çıkana kadar. Çünkü taşların bize söylediği halen hayvan avladıkları yönünde.
Oysa taşların dizilebilmesi için fazlaca insana ihtiyaç olması gerekir. Bu da bizi demek ki yerleşik hayata geçtiler ve kalabalıklar halinde yaşamaya başladılar bulgusuna getiriyor. İşte tam da bu noktada işler karışıyor.
Düşünsenize sanki insanlar hiçbir şeyden anlamıyorlardı öyle oradan oraya göç edip avlanıyorlardı gibi düşünüyorduk. Elimizde sadece mağara duvarına çizilmiş karalamalar vardı. Bir anda taşı cilaladılar Cilalı Taş devri başladı, Tunç Çağı geldi, Yakın Çağ, Orta Çağ hop Yeni Çağa mı geldiler? Biraz Cem Yılmaz Arog repliği gibi oldu farkındayım ama böyle kolay olmamıştır değil mi?
Ortaya çıkarıp sergilemek bile yılları almışken ellerinde vinç ve benzeri ekipmanlar olmadan en hafifi 16 ton olan 20-25 hatta 60 tona yakın ağırlıktaki taşları acaba nasıl dizdiler? En önemlisi neden yaptılar bunu?
Olayları anlamadan önce bu Göbeklitepe nerede nasıl gidilir diyenlere hemen detayları veriyorum sonra tarihte geziye devam ederiz.
Şanlıurfa ilimizin sınırlarında Örencik köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe’ye şehir içindeki tur firmalarıyla ya da benim yaptığım gibi belediye otobüsü ile gidebilirsiniz. Yaşadığınız ilden bir turla gittiyseniz zaten sorun yok, illa ki sizi oraya götüreceklerdir.
Şanlıurfa merkezde kime sorsanız tarif edecekleri meşhur bir Abide durağı var. Toplanma merkezi denilen bir belediye otobüs aktarma noktası burası. Oradan kalkan 0 numaralı belediye otobüsüyle rahatça Göbeklitepe’ye ulaşabilirsiniz. Ücretler ve tarife her an değişebilir ama Ekim 2022 de gidiş dönüş 24 tl idi.
Toplamda iki saat gezmek için yeterli bir süre. İki saat gezip aynı otobüsle Şanlıurfa’ya dönebilir ya da bir sonraki otobüse binebilirsiniz. Ancak aralarında dört saat kadar bir bekleme süresi olduğunu hatırlatırım. Uzun kalmak isterseniz indiğinize kalkış saatini yine de teyit ediniz. Otobüsün numarası çok hoşuma gittiği için fotoğrafını eklemek istedim. Çok tatlı düşünülmemiş mi sizce de, tarihin sıfır noktasına 0 numaralı otobüsle gitmek, süper.
Otobüsten indiğinizde bölge hakkında bilgilenmeniz için güzel bir müze yapılmış. Bir müze mağazası, wc, kafeterya gibi birimler de var.
Müzekart ile girilebiliyor. Giriş yapıldıktan sonra servis minibüsleri taşların sergilendiği kısma kadar ücretsiz götürüyorlar. Servise de çok az yürüyerek ulaşabilirisiniz.
Göbeklitepe gerçekten de bir tepenin üzerinde ama aslında bir höyükte. Fotoğraflarını gördüğünüz bu taşları aslında bir çukura yerleştirmiş üstünü örtüp gitmişler dolayısıyla böylece tepecik olmuş.
Şu anda bizim gezdiğimiz çok küçük bir kısmı. Neolitik Çağ’ın inanç merkezi olduğunu akla getiren bu yapılardan 6 tanesi gün yüzüne çıkarılmış. Etrafta bunun gibi onlarca bulguyu jeomanyetik ölçümlerle belirlemişler. Karahantepe kazı alanı bunlardan sadece biri.
Taşların kireçtaşından yapılması dönemin insanlarının taşlarla arasının çok iyi olduğunun kanıtı. Bulundukları çağın hakkını vermişler? Sebebi de şu; kireçtaşı nemli ve ıslaksa oyar, şekil verebilirsiniz ama bir güneşi gördü mü sertleşir ve işlemesi çok zor hale gelir.
Bu kireçtaşı dikilitaşlar hem heykel hem payande yani çatıyı taşıyan taşlar. Çatalhöyük’teki benzerleri gibi kapıları yok onlara da çatıdan giriliyor diye düşünüyorlar.
Koca koca taşları ilginçtir dibinde küçücük taşlarlar dik tutmak mümkün olmuş. Muhtemelen üstten de birbirine bağlıydılar diye düşünüyorum açıkcası. Bu çatıdan girme olayında ve Göbeklitepe mevzusundaki birçok konuda farklı uzman görüşleri de olduğunu hemen ekleyeyim. Yani kimse net bir veri üstünden konuşamıyor hepsi varsayım.
Biz ana hatları incelemeye devam edelim. Alttaki zemin ise terezzo denilen yakılmış kireç, kum ve taş katkılı harçla oluşturulan su geçirmez bir taban malzemesi. Bunu keşfetmeleri bile olağanüstü iken neden bunu seçtikleriyse yine tartışmalı sebeplere dayanıyor.
Bu taş taş dediğimiz şeyler de çapları 30 metreyi bulan yaklaşık 20 yuvarlak ve oval yapının ortasında 2 adet “T” biçimli, 5 metre yüksekliğinde, kireçtaşından birbirinden bağımsız sütunlar var.
Yuvarlağın çevresindeki taşlar ortadaki taşa bakar şekilde konumlanmış. Bu yuvarlaklara keşfedildiği sıraya göre A, B, C, D şeklinde harfleri verilmiş.
Gezerken şemalardan rahatça görebilirsiniz. Her bir harfte bir hayvan ön planda olacak şekilde yapmışlar. Tilki, domuz, leopar, kuşlar, yılanlar, böcekler oyularak yada kabartma şeklinde resmedilmiş.
Hayvan süslemeleri hakkında birçok yorum var ama ellerinde bir ölçüt yok o yüzden çözemiyorlar. Henüz Sümerlerdeki gibi, Kommagene ya da Mısır’ daki gibi yazı da olmadığından iş yorumlamaya kalıyor.
Döndük yine Göbeklitepe’ye, bence çok önemli bir şey görüyoruz. O da adamlar ya da kadınlar sanat yapmış. O kadar güzel kabartmalar, çizgiler ki bunlar bazıları resmen üç boyutlu.
Unutmadan bir de üstü örtülü dikilitaşların olduğu kısımdan yukarı doğru çıktığımızda tek bir ağaç gördük. Yöre halkı kendi atalarından öğrenile geldiği üzere yıllar yılı buraya gider adaklar adar, şifa istermiş. Dileklerinin yerine geldiğini ifade ederlermiş. Geçmişi ne kadar eski bilinmez ama özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların gelip adak adadığı bu ağacın altında bir taş parçası bulunmuş. Bu adak mevzusunu duyan arkeologlar taşın üstündeki resmi görünce şok olmuşlar. Çünkü doğum yapan kadın resmedilmiş. Üstelik civarda yani Göbeklitepe’ de bir kadının resmedildiği başka bir eser yok. Buna benzer resmin olduğu taşlar en eski dönem olarak Mayalar da ve Tibet platosunda yaşayan topluluklarda da görülmüş. En eski dönem dediğim Göbeklitepe kadar değil. Yeniden hatırlayalım; tam 12000 yıl öncesi yani piramitlerden 4000, Stonehenge’den ise 7000 yıl daha yaşlı Göbeklitepe.
Yukarıda anlattığım gibi ezberbozan Göbeklitepe bize tahıldan önce yerleşik yaşama geçilmiş olabileceğini göstermişti. Çünkü koca koca taşlara şekil şükela yapmaları taaa nerelerden taşıyıp getirmeleri ancak topluca yaşanılıyorlarsa mümkündü. Tamam buraya kadar anladık ama neden böyle yuvarlağın içine dizdiler ki bu taşları?
Kabartmalar olsa olsa bir adak töreni, tanrılara bir hediye verme gibi eylemleri işaret ediyor. Yani kentler kurulmadan, topluca yaşama geçilmeden insanlar dini inançları için bir şeyler yapıyordu. Bana çok normal geliyor bu durum. Sadece gökyüzüne bakmaları bile büyük bir varlıktan korkmaları için yeterli bir sebep. Güneş, ay, yıldızlar, gökgürültüsü, şimşek, yağmur, kar, volkanlar. Bunların hepsi bilinmeyen, müdahale edilemeyen büyük olaylar. O yüzden bir yaratıcı fikrinden çok korkulan bir varlık olarak görüp aman bize ilişme deyip kurban vermeleri bunu da belirli yerlerde yapmaları olası. Yani tapınak adledilen yerleri yaptılar tapınmadılar. İşlerini bitirip toprakla örtüp bölgeden arkalarına bile bakmadan kaçtılar. Benim fikrim bu:)
Arkeologlar keşfedilen yerler hakkında iki noktaya dikkat ederler. Çevredeki diğer yerleşim yerleri ve eşzamanlı medeniyetler. Oysa Göbeklitepe benzeri olmayan bir yapıydı. Bölgede var olan inançların en önemlilerinden birisi atalar kültü ve ekinoks kültürü.
Atalar kültü nedir ? Bu külte göre insanın ruhu kafasındaydı ve öldüğünde vücudundan ayrılarak kutsal bir alana gömülmeliydi. Ruhlar yüksek yerlerle ve taşlarla ilişiklendirilir. Bahar ekinokslarında atalarının ruhlarının dağlara indiği düşünülür ve insanlar burada toplanır. Yad edilmek, kutsanmak için bölgeye gidilir. Atalar kültü eski Türk kültüründe Altay dağlarında net olarak görülür. Göbeklitepe’deki bu T biçimindeki taşlar da insan betimlenmişse de kafa olmaması bizi bu görüşe itiyor.
Yine taşlara bakınca kanatlarında yuvarlak bir şey taşır gibi görünen bir akbaba var. Dikilitaşın en altında adam kabartması var. Kafası kopuk bu insan kafatasının akbabanın kanatlarında taşındığını düşünüyorlar. Benzeri Çatalhöyükte var yani 2500 yıl sonra da benzer şekiller görülüyor. Bana da Zerdüştlüğü anımsattı. Hani ölüyü tepeye çıkarırılar, akbabalar filan korkunç geliyor insana ama yakın zamana kadar devam etti bu. Halen yasak masak dinlemeden yapıldığı söyleniyor. İran’ a gezi planlarımda en merak ettiğim yer olan bu ölüm kulelerine gitmek var. ( Not: gittim hatta şuradan yazımı okuyabilirsiniz)
Zerdüştleri bir kenara bırakıp gelin İsraillilerin dip ataları dediğimiz bir takım göçebe kabilelerine bakalım. Eski ahitten geçtiği üzere onlar dik taşlar, sütunlar dikerlermiş ve ölmüş olan atalarının buraya geldiklerini varsayarlarmış. Genellikle İbranilerde 12 adet daire şeklinde olurmuş. Daha sonraki yahudi kültüründe bu taş sembolü küçülmüş. Günümüzde halen yahudiler mezarlıklara ziyarete gittiklerinde üzerine küçük taş parçası koyarlar. Uzmanlara göre ve görünen o ki atalar kültünde gördüğümüz taş ile bağlantı devam ediyor.
Atalar kültünde bir de ekinoks kültü varmış. Mevsim geçişlerinde toplanıp adaklar adamak, kurban vermek, eğlenmek, atalarını yad etmek için toplanma ritüeli. Mart veya nisan geldiğinde belki civar bölgelerden insanlar burada toplandılar, kimbilir. Ama ilginç olan daha doğrusu bana ilginç gelen bu coğrafyada dünyanın herhangi bir yerinden farklı olarak halen aynı dönemlerde artık adına Nevruz dediğimiz kutlamaların süregelmiş olması.
Şimdilerde orayı ziyaret edenelerin rahatça %80 ‘ inin hiç etkilenmediğini, anlamadığını düşünüyorum açıkçası. Göbeklitepe’ye gittin mi evet gittim demek için gidenlerle dolu etraf. Bağıra çağıra konuşanlar, rehberler özellikle çok düşüncesiz. Göbeklitepe’ye uygun kıyafet giyip giden sosyal medyacı tayfanın dışında tura katılmış teyzeler amcalar var. Onların da tek derdi öğlende nerde ne yesek. Acımasız bir tarif oldu ama bu böyle.
Cevapları bilinmeyen onlarca soruyla arkeologlar bile zor baş ediyor bunun da farkındayım ancak bu tip yerlerden bize birtakım dersler çıkarmak düşüyor.
Ne gibi dersler derseniz benim kişisel çıkarımım ise şudur; buradaki insanlar o çağda nasıl organize olmuşlar bir bakmalıyız. Düşünsenize işe ilk nereden başladılar. Kimin fikriydi? Biri bir fikir attı ve hepsi haklısın hadi yapalım mı dedi? Cevabını hiç bilemeyeceğimiz ama tahmini de zor olmayan şeyler var. Örneğin; ilk işleri kireç taşını oyabildiğini keşfetmek olsa gerek. Nereye koyacaklarını uzunca düşünmüşlerdir bence. Sonra iş kollarına göre insanları gruplara ayırmışlardır. Taş çıkarıcılar siz ocaklara, sanatçılar siz taşların başına, zemin etüdü önemli yapıldıysa taşıma ekibi siz görev başına, diyen bir ustabaşı illa ki vardı. En önemlisi mimar ve mühendis ayarında birileri kesin vardı. Çünkü o taşlar nasıl ayakta durabilirdi?
Dünya kadar insana yiyecek, içecek, barınak lazım, tüm bunlar da bir iş. Tüm bu işlerin yekten kontrolü elinde tutan birisi olmalı. Kısacası devasa bir organizasyon. Amma abarttın demeyin taşlar 20- 30 ton ağırlığında kimisi 60 ton ve vinç yok, elektrik yok hiçbir şey yok !
İşte tam da bu yüzden büyük bir organizasyon ve hayal gücünün eseri olan Göbeklitepe, bu büyüklükteki en eski anıt ve ilklerin ötesinde, birçok anlamda tarihin sıfır noktasını oluşturmaktadır. İnsanın avcı toplayıcı olarak yaşamını sürdürdüğü bir dönemde, ileri düzeyde mimarlık gerektiren tapınaklar inşa etmesi tüm dünyada şaşkınlık yaratmıştır.
Ders çıkarmalıyız deme sebeplerimden biri ise İstanbul’daki 800 bin öncesine tarihlenen, Neolitik çağdan kalan bir mağara. Muhtemelen İstanbul’da böyle bir mağara olduğunu bilmiyordunuz. Evet var hem de tarihin en eski mağaralarından biri Yarım Burgaz mağarası! Sadece meraklısı haberdar buradan. Gerçi haberdar olsak ne oluyor ki gidip görmeye çekiniyoruz resmen. İlkel çağlardan günümüze hiç gelişememiş insan türlerinin yaşadığı günümüz İstanbul’unda çapsız tipler burayı da mesken tutmuş. içinde ateş yakan, içki şişeleri, çöpleri etrafta darmadağın. Yakın zamanda oradan geçmedim belki mağara ağzı kapatılmıştır. İnşallah öyle olmuştur çünkü arkeologların söylediğine göre Türkiye’nin en değerli yerlerinden biri burası. Gereken değeri umarım bir gün görür.
Bu mağara ve Göbeklitepe, Ayasofya, Bozdoğan kemeri, Süleymaniye, Baalbek, Piramitler ya da Collesseum’u düşününce aklıma tek bir soru geliyor. Peki biz geriden gelenlere ne bırakacağız ?
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.