Bu yazımın kahramanı F. M. DOSTOYEVSKİ! Tüm dünyanın tanıdığı, sevdiği büyük yazarı Ruslar pek sevmezler, hoş onlar Tolstoy’u da sevmez, Ruslar Puşkincidir. En azından ben hocalarımdan öyle duydum. Fakat dünya edebiyat çevrelerince kabul görmüş tek bir gerçek var; Dostoyevski’ nin çağlar ötesi, deniz aşırı büyük bir yazar olduğu.
Onu daha yakından tanıma merakım nedeniyle yıllardır kendimce araştırmalar yaptım. Bunların sonunda bu yazı çıktı. İki kez St. Petersburg şehrine gidip onun yaşadığı ve romanlarında bize yaşattığı sokaklarda yürüdüm. Evine girdim, el yazısına, çizimlerine yakından baktım. Sadece Rus edebiyatı değil her türden kitabı okumayı seviyorsanız bu yazı sizi mest edecek söz veriyorum. Hele bir de SUÇ VE CEZA’ yı sevenlerdenseniz yaşadınız! Raskolnikov’un ayak izlerini takip ederek şehri keşfetmeye çıkacağız. Yani Dostoyevski’nin zihninin labirentlerine hep beraber gireceğimiz diğer yazıma da gözatmalısınız. Linki aşağıda verdim.
O zaman başlayalım, kahvenizi, yok yok siz çayınızı alın en iyisi şöyle en demlisinden. Neden çay diye ısrar ettiğimi aşağıda anlayacaksınız, siz şimdilik bana güvenin alın çayınızı ve başlayalım.
Kadere inanır mısınız, ya da şansa? Adına siz ne dersiniz bilemem ama Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin başına gelen çok şaşırtıcı bir an var. O an’a gelmeden önce gelin yazarı biraz tanıyalım.
Dostoyevski, karamsar ama hayat dersleri içeren romanlar yazmaya iten nasıl bir çocukluk yaşamıştı? Şimdi “çocukluğunuza inelim” klişe bir espiriye dönmüşse de psikolojide önemli bir tedavi aşaması. O yüzden yazarı anlamak için yıllarca psikologlar araştırmalar yapmış. Freud’un onun hakkında kitapları bile var.
O, romanlarında fakir insanların hayatlarından bahseder. Bu yüzden onun da alt tabakadan geldiği sanılır. Aslında pek de öyle değildir. Tamam bir Tolstoy gibi soylu değil ama yüz kölesi olan cerrah bir babanın oğlu. O dönemlerde soylu olmasa da biraz eli para görmüş insanların köle kullanması normalmiş. Bizim bildiğimiz anlamda ayaklarından zincirli, siyahi kişiler ( üzülerek bu tabiri kullandığımı belirtmek isterim) değil de köylüler köle olarak kullanılırmış.
Çocukluğu hem sarhoş, hem cimri, hem de zalim bir baba ve hasta bir anne ile geçmiş. Babası, annesiyle kız kardeşine kötü davranırmış. İşte bu zalim babanın ölümü trajik olmuş. Köleleri ayaklanıp bir köşede adamı yakalayıp bağlamışlar. Hayalarını taş ve tekmelerle paramparça etmişler.
Bu vahşi ölüm biçimi, Dostoyevski’ nin o meşhur sara nöbetlerini tetiklemeye başlar. Bir anda sesi kısılmış ve artık insanları tedirgin eden, çok hafif perdeden bir sesle konuşmaya başlamış. Basurlarının verdiği acılar da o günlerde başlamış ve ömür boyu devam eder.
Bu yaşadığı çocukluk dönemi onun hayatına büyük bir iz bırakır. Henüz 18 yaşındayken kaybettiği babasının ardından Petersburg’a gelip mühendislik okuması ve yarıda bırakıp edebiyata yönelmesi çok hızlı olur. 24 yaşındayken Dostoyevski ilk romanı olan “İnsancıklar”ı tamamlar. Dönemin önemli yazarlarından Nekrasov “işte bu adam geleceğin en büyük kalemi olacak” der. Daha ilk yazısından bellidir.
Daha gençliğinin başındayken bile başkaldırmaya meyilli, her şeyi kabul edemeyecek kadar dikbaşlı, ülkesini yöneticilerden daha çok seven bir vatanseverdir. Onun gibi Çar’a başkaldıran diğer gençlerle yazdığı bir yazı yüzünden tutuklanır. Hatta soğuk bir Aralık günü Petersburg’ta kurşuna dizilmek için bekleyen mahkumlardan biridir. Son dakikada gelen af ona hayatını bahşeder, bize de onun eserlerini.
O günü erkek kardeşine yazdğı mektupta şöyle anlatacaktır.
“Bugün 22 Aralık, bizi Semionovski alanına götürdüler. Orada hepimize ölüm kararımız okundu, haç’ı öptürdüler, başlarımız üzerinde kılıç kırdılar ve en son beyaz gömlek giydirildi. Sonra içimizden üç kişiyi asmak üzere sehpaya çıkardılar. Ben, altıncıydım, üçer üçer çağırıyorlardı; yani ikinci seride ben de olacaktım, sadece birkaç dakikalık ömrüm kalmıştı. Seni hatırladım, kardeşim ve tüm ailemi; son dakikada aklımda sadece sen vardın. O zaman seni ne kadar çok sevdiğimi anladım, sevgili kardeşim! Yanımda duran Pleşçev ve Dourav’ı kucaklayacak ve onlarla vedalaşacak zaman buldum. Sonunda geri çekiliş borusu çalındı, boynuna ip geçirilmiş olanları geri getirdiler ve bize majestelerinin canımızı bağışladığı okundu.”
Öldürülmedi belki ama ölüm kadar zorlu geçecek bir ceza aldı. Sibirya’nın dondurucu soğuğunda, 4 yıl kürek cezasına ve 6 yıl seferî orduda hizmete mahkûm edildi. Sürgün yılları boyunca edindiği deneyimlerden ortaya çıkan “Ölü Evinden Anılar( Записки из Мертвого дома)” romanı ses getirir.
Sibirya’dan döndükten sonra Dostoyevski, St. Petersburg’a yerleşti ve edebi dehasını dünyaya sunmaya başladı. Doktorların tavsiyesiyle Avrupa gezisine çıktı. Biraz da farklı durumlar var aşağıda onun aşklarını anlattığım kısımda bulacaksınız. Gezi sonrası edebi çevrelerce tanınır hale gelir.
Romanlarında, şehrin sokaklarını ve insanları tasvir ederek St. Petersburg’u adeta bir karaktere dönüştürür. 1860’lı yıllardan itibaren Dostoyevski edebi kişiliğinin doruklarına ulaştı. En önemli ve bilenen eserleri olan Suç ve Ceza (Преступление и наказание), Budala(Идиот), Ecinniler(Бесы), Delikanlı(Подросток) ve Karamazov Kardeşler(Братья Карамазовы) adlı eserlerini kaleme aldı.
Romanlarındaki karamsar hava biraz hayatıyla paralel ama tüm hayatının merkezi acı değil. Büyük yazarın aşk hayatı renkli geçmiş. Hoş onlar da da pek yüzü gülmemiş gibi ama neyse sonu güzel bitmiş. Nasıl mı?
Sibirya’da sürgündeyken tek dostu abisinin yolladığı kitaplar iken ilk evliliğini o küçük kasabada tanıştığı dul bir kadınla yapmış. Karısı vereme yakalanınca tedavi masraflarıyla baş edemeyip kumara yönelmiş. Fakat karısının, arkasından abisinin ölümü ona Yeraltından Notlar (Записки из подполья- 1864) kitabını yazdırmış. Her musibette bir hayır varsa demek ki:)
Karısı hayattayken tanıştığı ( öldüğünde mi yaaşrken mi tanıştılar kısmı muallakta kalan bir konu ) Polina isimli genç kadın onu kumarla da tanıştıran kişi. Birlikte sık sık Avrupa’ya kumar borçlarından kaçmak ve yeni rulet masalarına katılmak için giderler.
Hatta onun hayatında bu kadın o kadar etkilidir ki, Kumarbaz romanında direkt bu kadından bahseder. Hatta Polina Suslova, Suç ve Ceza romanında “Dunya” olarak, Budala’da Nastasya Filipovna, Karamazov Kardeşler’ de ise Katrin Ivonava karakterinin ta kendisidir.
Yazarımız bu esnada Suç ve Ceza’ yı yazmaya da başlar. Fakat aynı dönemde Polina Suslova isimli kadın nedense bir anda ilişkiyi bitirir. (Nedenini araştırdım ama bulamadım belli ki kimse bilmiyor) Adamın hayatını mahvetmiş ve çekmiş gitmiş anlayacağınız. Diğer yandan bütün bunları yaşamasaydı belki de Dostoyevski de bu eserleri çıkaramazdı, bilemeyiz değil mi?
Neyse efendimm yazarımız St.Petersburg’a döner. O meşhur dev eser “Suç ve Ceza” o zamanlar dergide parça parça yayınlanmaya başlar. Kumar borçlarını ödemeye yetmeyen küçük meblağlar aldığı bu yazı serisi hakkında yayınevinden şimdi şaşırdığımız bir yanıt gelir. Yeni bir şeyler yaz, bu çok tutulmadı ! Bahsettikleri eser Suç ve Ceza !
Rus yazar, bir yandan yeni eserleri için yayın evleriyle anlaşmalar yapıyor bir yandan da kumar oynamaya devam ediyordu. Öyle ki kumar bağımlılığı yüzünden eserlerinin parasını peşin alıyordu. Hatta “Kumarbaz” adlı eserini de kumar borcunu ödemek için yazmıştır. Günler günleri kovalarken Dostoyevski bir gün yayın evinden arandığını ve eseri teslim etmesi gerektiğini öğrenir. Eseri teslim etmesine 29 gün gibi bir süre kalmıştır. Hemen işe koyulan yazar “Kumarbaz” adlı eserini 29 günde tamamlamayı başarır. Bu eseri yetiştirmesinde o sıralarda işe aldığı steno sekreteri Anna’nın büyük katkısı olur.
Sadece 20 yaşında olan Anna bir anda hayatının aşkısı, canikosu ve sağ kolu haline gelir. Dört çocuklarından Luibov ve Fyodor haricinde diğer ikisi ölür. Evlat acısı yaşadığı acıların en büyüğü olur.
Kızı Sonechka (Suç ve Ceza daki Sonya ‘nın adını kızına vermiş) üç aylıkken ölür.
Oğlu Alyosha da üç yaşındayken ölür. “Fyodor Mihayloviç bu ölüm karşısında çok sarsıldı. Karamozov Kardeşler’ de oğlunu kaybeden Snegirev’ in acısı, bizzat kendi yaşadığı evlat acısıdır denir.
“Sonbaharda Petersburg’a döndüğümüzde, ölen oğlumuzun anılarıyla dolu olan dairede kalmaya cesaret edemedik ve Kuznetski Sokağı’na yerleştik…” diye yazdı Anna Grigoryevna anılarında.
Çok şefkatli, sevgi dolu bir babaydı, Dostoyevski’nin özel ilgi alanı çocukların yetiştirilmesi ve eğitimiydi. Kendisi de gençliğinden beri tanıdığı ve sevdiği Rus ve Avrupa yazarlarının eserlerini sık sık çocuklara yüksek sesle okurdu: Puşkin, Jukovski, Karamzin, Gogol, Dickens, Hoffmann, Schiller, Hugo ve onları çocukluğundan hatırladığı “Eski ve Yeni Ahit’ten Yüz Dört Hikaye” adlı kitaptan İncil’le tanıştırırdı.
Vefat eden çocukları olduğunu duyunca çok üzüldüm, peki yaşayanlar ne oldu diye merak edip araştırdım.
Yazarın torunu Aleksey Dostoyevski, Petersburg’ta yaşıyor. Hem de bir vatman yani şehre gittiğinizde tramvaylardan birinde onunla yolculuk edebilirsiniz. Üniversite mezunu olmasına rağmen hem vatman hem de aynı zamanda kendi kurduğu rock grubunda bas gitar çalıyormuş.
Siz büyükbabanız gibi neden yazmıyorsunuz sorusuna ise “ Yazar olmak için yetenek ve tutku gerekir. Bende o yetenek yok, hem olsa bile F.M.Dostoyevski’ den sonra ne yazılabilir ki, diye cevaplamış.
Yazarın torununun oğlu Dmitri Dostoyevski ise Moskova’da yaşıyor.
Onun hakkındaki bilgiye haber sitelerinde denk geldim. Olay şöyle anlatılıyordu; 2005’de Rusya’da spor loto biletlerinin üzerine Dostoyevski’nin resmi basılmış. Kendisi bunun izinsiz yapıldığını öne sürerek dava açmış. F. Dostoyevski’nin uzun yıllar kumar alışkanlığından kurtulmaya çalıştığını hatırlatan torun, yazarın resminin biletlere basılmasının “aşağılayıcı” bir yönü olduğunu işaret etmek istemiş.
Yaşadıklarını okudukça ve eserlerine hayran biri olarak St.Petersburg şehrine gidince evine gitmemeyi asla düşünemezdim.
Dostoyevski, Petersburg’da yirmi kadar farklı binada daire kiralamış ve hiçbir yerde üç yıldan fazla yaşamamış. Bu dairelerin çoğu Vladimir Kilisesi ve Sennaya Ploshchad çevresindeki ucuz semtlerde. ( o zamanın ucuz muhitleri ) Sürekli yer değiştirmelerin nedenleri finansal durumumuymuş.
Şimdi müze olan bu ev ise Dostoyevski’nin St. Petersburg’daki son dairesi. Ekim 1878’in başlarında F. M. Dostoyevski ailesiyle birlikte Kuznechny Sokağı’ndaki 5 numaralı eve (daire 10) yerleşti ve 28 Ocak 1881’deki ölümüne kadar burada yaşadı. Evlerin hep köşebaşında olması dikkat çekici bir detay. İşin uzmanları pencereden sokaktakileri rahatlıkla gözlemleyebildiğini düşünüyorlar.
Bu müze evin edebiyattaki yeri ise, Karamazov Kardeşleri burda tamamlamış olması.
Evine yaptığım ziyaretin videosunu izlemek isterseniz burayı tıklayınız.
Müze çalışma gün ve saatleri : Pazartesi kapalıdır.
Çarşamba: 13:00 – 20:00 arasında açık, diğer günler ise 11.00- 18.00 arasında açıktır. Adres : 5/2 Kuznechny Pereulok St. Petersburg
Müze giriş ücreti : 300 ruble – Müzenin web sitesi https://www.md.spb.ru/muzej/
Dostoyevski’nin eşi Anna Grigoryevna şöyle yazıyordu: “Dairemiz altı odadan, kitaplar için büyük bir depo odasından, bir koridordan ve bir mutfaktan oluşuyordu ve ikinci kattaydı. Yedi pencere Kuznetsky Lane’e bakıyordu.”
Fyodor Mihayloviç’in misafirleri genellikle koridor boyunca yürüyerek oturma odasına ulaşırlardı.
Bir diğer kapı ise doğrudan tuvalete, tuvaletten de çocuk odasına açılıyor.
İçiçe geçmiş odalar kafa karıştırmasın diye evin krokisini çizdim.
Odaları gezerken yazarın kişisel eşyalarını görebilirsiniz.
Evde sergilenen şapka, yazı takımı, sigara tabakası, romanların müsveddeleri, mektuplar ve fotoğraflar orijinal. Evdeki mobilyalar ise o döneme göre hazırlananmış.
Kendi odasının ahşap parkeleri orijinal zaten bu kısma ziyaretçilerin girmesi yasak. Ancak kapısından bakabilirsiniz.
Çok fazla ziyaretçi olduğundan gezilebilen odaların zemini yenilenmiş.
” Dostoyevski mum ışığında okurmuş, lamba sevmezmiş ”
Her oda farklı duvar kağıdıyla kaplı. Meğer tadilat esnasında alttan çıkan katmanların aynısını yaptırmışlar. Bu yüzden farklı bir kağıt deseni var. Hatta defalarca kağıtları değiştirdiklerinden katmanlarını bir çerçeve içinde sergilemişler.
1870’lerin sonunda Dostoyevski artık sadece Rusya’da değil, yurt dışında da tanınan bir yazardı. Dostoyevski’ye çok sayıda ziyaretçi gelirdi, çeşitli soru ve isteklerle, o da herkesi ağırlamaya çalışırdı. 70’li yılların sonlarında edebiyat ve yardım gecelerine sık sık davet edildi, buralarda çok sayıda performans sergiledi, eserlerinden bölümler okudu. Çağdaşları onun özel bir yeteneğe sahip olduğunu ve okuduğunda tamamen değiştiğini belirtiyorlardı.
İşte bu oturma odası onun misafirleri kabul ettiği salondu. Şimdi bir masa, koltuk takımı ve öldüğü gün içtiği sigaraları bıraktığı o tabla sergileniyor.
“Biri bitmeden bir diğer sigarasını yakarmış “
Sigaranın üstünde ise kızının yazdığı babam bugün öldü cümlesi ve günün tarihi var.
Hatta sigara paketinin üzerinde kızının el yazısı ile “28 Ocak 1881, babam bugün öldü” yazıyor.
Ofis, yazarın ölümünden sonra çekilen bir fotoğraftan yola çıkılarak yeniden inşa edilmiş.
Çalışma masanın üzerinde tüylü bir kalem, bir ilaç kutusu ve bir cüzdan vardı. Ayrıca masanın üzerinde kağıtlar ve mektuplar için bir kutu duruyor.
” Çalışma odasında düzen tertip severmiş. Her eşyanın, kitabın, sigaranın belirli bir yeri varmış. “
Kitaplıklarda, Müzenin Anna Grigoryevna tarafından derlenen listelerden topladığı, Dostoyevski’nin kütüphanesinde yer alan kitaplar yer alıyor.
Dostoyevski’nin çalışma odasına yalnızca yakınlarını kabul edermiş. Çalışma odası onun yaratıcı atölyesiydi ve hiç kimsenin onun özel atmosferini bozmasına izin vermezmiş.
Dostoyevski bu ofiste Karamazov Kardeşler romanı üzerinde çalıştı, ünlü Puşkin söylevini hazırladı ve ölümünden sonra yayımlanan Bir Yazarın Günlüğü’nün son sayısı için makaleler yazdı.
” İzinsiz bir şeylere dokunulmasına çok sinirlenirmiş “
Ayrıca büyük yazar Dostoyevski burada, bu ofiste öldü.
Küçük kardeşi Andrey Mihayloviç’e ait olan saat, pencere kenarındaki sehpanın üzerinde duruyor ve yazarın ölüm günü ve saatinde, yani 28 Ocak 1881’de duruyor. Aslında bu tarih eski Rus takvimine göre.
“Çalışma odasına arkadaşlarını asla almazmış“
Buradan hemen karşıdaki odaya doğru yöneliyoruz. Sıra ailenin yemek odasında…
Dostoyevski gençliğinden itibaren geceleri çalışmaya alışmıştı. Çalışmasının temel koşulu olan sessizlik, eve ancak geceleri gelirdi.
“Akşam yemeği yenildikten sonra 23 – 24 gibi yazmaya başlar, sabaha kadar da yazar dururmuş“
Akşam vakti bütün aile yemek odasında toplanırmış.
“Sonra dinlendim, öğleden sonra saat birde uyandım, yemek odasına geldim ve kendime çay koydum.”
Gündüzleri yayın işleriyle meşgul oluyor, akşam saat 6’da ailece akşam yemeğinde bir araya geliyorlardı. Akşam saat 8’e veya 8 buçuğa kadar yalnız oturmayı severdi, sonra giyinir ve yürüyüşe çıkardı…
” Uyurken mutlaka kafasını battaniye ile örter ve öğlene kadar da uyurmuş “
Uyandıktan sonra kendi hazırladığı demli çayı içermiş. Sürekli elinde çay fincanı olurmuş. Yukarıda size yazının başında ısrarla çayınızı alın dememin sebebi buydu!
Bu odadaki her şey fotoğraflara uygun şekilde birebir aynı şekilde yeniden yapılmış.
Anna Grigoryevna bütün hayatını kocasına adamıştı. Dostoyevski’nin daimi sekreteri ve daktilografıydı, eserlerinin yayınlanması, kitap satışıyla ilgileniyor, evdeki tüm mali işleri yönetiyor ve çocukların bakımını üstleniyordu. Dostoyevski, Anna Grigoryevna’nın eserlerini çok takdir etmiş. Son ve en önemli romanı Karamazov Kardeşler’i ona adamış. Bu odada onun yazı masası ve büfesini görüyoruz.
Dostoyevski’nin ölümünden sonra Anna Grigoryevna hayatının geri kalanını (37 yıl) kocasının hayatı hakkında materyal toplayarak ve eserlerini yayınlayarak geçirdi.
Bu oda da diğerleri gibi dönem mobilyaları ile düzenlenmiş. Masa üzerinde birkaç kağıt gerçek not kağıdıymış.
Duvarlarda aileye ait fotoğrafların yanısıra yazarın tüm şiirlerini ezere bildiği Puşkin’in resmi asılmış. Evinde asılı mıydı bilinmez ama Ruslar Dostoyevski’ nin evinde bile Puşkin vardı demek isteyebilirler o derece seviyorlar büyük şairi.
Alt katta ise tamamen yazarın el yazıları, başkalarının romanlarını çizdikleri eksizler ve fotoğraflar sergileniyor. Ayrıca öldüğünde çıkarılan yüzünün kalıbı, imzası, abisine mektuplar, çeşitli dillere çevrilmiş eserler yer almış. Orijinal el yazısı ile günlükleri var.
Garip çizimler yaptığı biliniyor ve onlar da burada ye almış. Bir başka bölümde de şahane bir ses tonuyla okunan romanlarından pasajları kulaklıkla dinleyebilirsiniz. Kısacası müzede birkaç saatiniz geçecek ve hiç farkına bile varmayacaksınız. Bu kısımlar ilgili fotoğraflar aşağıda slayt şeklinde verilmiştir.
Köşedeki pencereden onun baktığı gibi kiliseye bakmayı unutmayın!
El yazısı demişken; yazarın çok değişik bir yazı stili varmış. Halen çeşitli üniversitelerde bilim insanları notların yanına çizdiği eskizlerin üzerinde çalışıyorlarmış.
Halen araştırılan diğer konu ise gerçekten epilepsi hastası olup olmadığı. Çünkü nöbetleri tuhaf zamanlarda tutuyormuş. Mesala kumar borcu için kapısına biri dayanınca. Tehlike geçince de bir anda normale dönüyormuş. Freud ve niceleri bu konu hakkında yıllar süren araştırmalar yapmış. Garip değil mi?
Voznesensky Mezarlığı: Dostoyevski’nin Son Dinlenme Yeri
28 Ocak 1881’de öldüğünde 30 bin kişinin katıldığı Rusya görülmemiş bir cenaze töreni düzenlemiş. Üniversite öğrencileri yazarın kürek mahkumu edildiği günlere atıfla ayaklarını zincirleyerek gelmişler.
Ölür ölmez yüzünün kalıbı çıkarılmış ve mezar taşındaki büst buna göre yapılmış. Mezarı ise Tikhvin Mezarlığı St.Petersburg’dadır. Çaykovksi’ nin de mezarı burada hatırlatırım.
Bu yazı çok uzamasın diye SUÇ VE CEZA rotasını ayrı bir kısımda anlattım. Onu da okumak isterseniz aşağıda linkini bulacaksınız. Yazım hoşunuza gittiyse sayfama abone olursanız çok sevinirim. Ayrıca Tolstoy, Victor Hugo ve Einstein’ ın da evlerini ziyaret edip onların garip hayat hikayelerini de anlattığım yazılarım var. İlginizi çekeceğini düşünüyorum.
Sevgilerimle…
Ayrıca yazarın hayatını anlatan bir Rus yapımı dizi var. Oradan alıntı olan şu video size hediyem olsun. Aşağıda evinden farklı fotoğrafları da göreceksiniz.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.