Başlıktanda anlaşıldığı gibi sizi büyülü yeşil , büyülü mavi Ordu ! Yaylaları ve kimi zaman çılgın kimi zaman durgun olan mavi bir denizi bekliyor … İlk kez Karadeniz bölgesinde bir şehir gören ben haliyle doğasına resmen çarpıldım . Uzun sahil şeridini hep duyardım ama işte duymak , hakkında bir şeyler okumak yetmiyor . Gidip görmek lazım ! Üzülerek ve utanarak söylüyorum ; Ordu hakkında fındığı dışında fazla bilgisi olmayan ben tüm göreceklerimden habersizdim,.Eminim bu yazıyı okuyan birçok kişi de benim durumumdadır.Bu yüzden nedense hep ötelenmiş Karadeniz Bölgesine Ordu Valiliğinin ” 4Mevsim Ordu ” projesi ve Gezginin Ayak İzleri yani sevgili arkadaşım Cüneyt Durhan ın organizasyonunda 4 gün bulunacak olmanın heyecanı ile yola koyuldum . Vesile ile kendilerini gezi yazılarından tanıdığım birçok arkadaşımla birlikte gezdik , gördük lezzetli yemekleri tattık . İsterseniz gelin anlatacaklarımı okuyun , fotoğraflara bakın zaten sonra bir bakmışsınız bilet almışsınız kendinizi sahilde çay içerken bulmuşsunuz . Haydi şimdilik beraberce Ordu ya uzanalım …
ORDU
Bana öyle geliyor ki Ordu kıyı şeridi Karadeniz in hırçın dalgalarının dinlendiği yer . Ya da biz gittiğimizde sakindi kimbilir ?? Fakat bizim orada olduğumuz günlerde insanlar upuzun kumsallarda denizin keyfini çıkarıyordu . Nedense kafamda Karadeniz havası hep yağmurlu hep serinmiş gibi bir algı oluşmuş , ne kadar da yanılmışım. İlla ki Ege ve Akdeniz kıyıları yaz tatili için düşünülür ya hani ; aksine şaşırtıcı derecede sıcak bir hava , tertemiz uzanan kumsallar , masmavi bir deniz var . Üstüne bir de Karadeniz insanının sıcaklığını , mutfağının çeşitliğini koyun nasıl da cazip geldi değil mi ?
Görülecek o kadar çok yer var ki . Mesela deniz kıyısındaki Ordu merkezden kısa bir yolculukla yaylalara çıkabilirsiniz ,şelalelerde yüzebilir , sessizliği dinleyip huzur bulabilirsiniz . Hele hele doğa sporlarına meraklı iseniz mesela trekking , çadır kamp yapmayı sevenler ya da yamaç paraşütü yapmak isteyenler . Evet yanlış okumadınız Ordu Boztepe ye 15 dk lık teleferik ile çıkıp yamaç paraşütü yapma fırsatınız bile var . Bana dağlar yeşillikler , uçmak cazip gelmiyor diyenleriniz çıkacaktır. Mesela tarih severim diyenler siz de buyrun :) Tam yerindesiniz , Yason burnundaki kilisenin hikayesini yerinde dinlemek ,Ordu kalesine , Ünye kalesine çıkmak , Etnografya müzesine ,Tarihi konakları ziyaret etmek size çok keyif verecektir.
Gezilecek görülecek o kadar çok yeri var ki nereden başlasam bilemedim fakat bir yerden başlamam gerekiyor .
Şehrin merkezine 13 km mesafedeki Boyadı köyü sınırlarındaki sivri kayaya kurulmuş antik bir yerleşim merkezi aslında burası . Şu ana kadar 250-300 merdiven , bir takım oda duvarları ,su sarnıçları , tanrılara kurban adadıkları bir kısım gün ışığına çıkarılmış. Fakat çalışmalar halen büyük bir titizlikle sürdüğü için şu sıralar ziyaretçilere kapalı idi . Anadolu nun en büyük topluluklarından Pontus krallığının lideri Mitridates tarafından M.Ö 1.yüzyılda kurulduğu ortaya çıkarılmış . Fakat bizi bilgilendirme amaçlı kabul eden Arkeolog arkadaşların anlattıkları ve gördüklerimiz karşısında şaşırmadık dersek yalan olur . Sıcak havada 420 basamağı çıkmak çok zorluydu kabul , fakat görülen manzaranın nasıl güzel olduğunu söylememe de gerek yok sanırım . Eskiler işi biliyor doğrusu ya da şartlar bunu gerektiriyor diyelim .
Orada çalışan genç arkeolog arkadaşlara selam verip ne kadar muazzam bir iş yaptıklarını söyleyip , tebrik ettik ve onları işleri ile başbaşa bıraktık . Sizin de yolunuz düşerse bir selam verin sevinirler .
1896 ylında Paşaoğlu Hüseyin Efendi tarafından yaptırılan konak harika bir taş işçiliği örneği. İl merkezindeki Boztepe yolu üzerinde Selimiye mahallesindeki konak artık müze olarak hizmet veriyor . İçeride arkeolojik , etnografik parçalar , sikkeler , yakın tarihte kullanılan yöreye özgü giyecek ve aletler olmak üzere birçok eser görülebiliyor . Meraklılarını bekleyen bu müzenin fıskiyeli şadırvanının yanında soluklanıp kısa bir molanın ardından şehri gezmeye devam edebilirsiniz .
şehir size en güzel halini tam da buradan gösteriyor. Denizden 450 metre yükseklikteki yamaçlarına isterseniz 6 km olan yolla ulaşabilir isterseniz de sahilden teleferik ile de çıkabilirsiniz. Biz her iki yolla da çıktık . Ordu nun ünlü Boztepe sinde çok güzel sosyal tesisler var . Manzara eşliğinde yemek için çıkanlar , sadece bir çay kahve molası için gelenler , sadece manzaranın tadını çıkarmak için gelenler var . Bunun dışında paraşütle atlama deneyimi için gelen ziyaretçilerle dolup taşan bir nokta burası … İtiraf etmeliyim gitmeden önce mutlaka gör bayılacaksın diyen herkes çok haklıymış , bayıldım doğrusu … Akşam üzeri saatleri çıkmamız ise tam isabetti çünkü gündüz ışığında , gün batımında ve gece halini görme fırsatımız oldu . Her hali çok çekiciydi , Ordu buradan bambaşka güzel görünüyordu .
Taşbaşı kilisesi olarak bilinen bina , 1853 yılında bölgede bulunan Rum-Ortodoks cemaati tarafından inşa edilmiş. Kilise 1937-1977 yılları arasında cezaevi olarak da kullanılmış. 1983 yılında Kültür Bakanlığı tarafından restore edilen kilise, 10 Nisan 2000 tarihinden itibaren kültür merkezine dönüştürülmüş. Biz gittiğimizde kapalı olduğundan bahçedeki modern heykel sanatının örneklerini gördük. Görülen o ki Ordu da arkeoloji ye önem veriliyor . Bu yazıyı yazarken yaptığım araştırmada okudu. Tarihi 5. ve 6. yüzyıla dayanan Kurul Kalesi’nde 2010 tarihinden beri yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan eserler sergilenecekmiş. Hatta Ordu’dan bugüne kadar çıkarılmış ve başka şehirlere gönderilmiş tarihi eserler de bu yeni müzede sergilenecek olması çok sevindirici . Netice de taş yerinde ağırdır . Darısı tüm topraklarımızdan götürülen eserlere diyelim .
Ordu gezimizde doğrusu beni en çok şaşırtan yer burası oldu . Doğa ile taş kilise o kadar uyum sağlamış ki sanırsınız dünya var olduğundan beri orada …
Oysa kilise 1869 da yapılmış .
Yason burnu üzerindeki bu Rum kilisesi, Karadeniz bölgesinde deniz kenarında olan tek kilise. Bu tür mekanlarda İbadet edenleri olmadığı için ben hep hüzünleniyorum . Yerlerinden yurtlarından gidenlerin geride bıraktıklarını özlediklerini düşünüyorum .İsmi ise Mitolojik bir hikayeden geliyor . Kim kimdir hep karıştırsam da mitolojik hikayaleri pek severim . Amcasının isteği üzerine atalarından kalan Altınpost un peşinden denizleri aşan Argonotların efsanevi lideri İason ( Yason ) baş kahramanımız . Hikayesinde neler neler oluyor bilseniz , anlatırdım fakat şimdilik sizde merak uyandırsın . Belli mi olur burnun tam ucundaki deniz fenerine kadar yürürken hikayeyi yerinde dinlemek istersiniz . Çok da iyi yaparsınız :) Bir de sabah erken ya da gün batımına denk getirirseniz ohh miss gibi olur . Ahh bir de vosvos festivali zamanını kollarsanız aman da aman …
Ordu merkezi oldukça gelişmiş alışveriş caddelerine , restourant , kafeteryalara , sahil çay bahçelerine , sahilde yürüyüşün yanısıra spor yapma imkanlarına da sahip . Hemen kıyıda ki Ordu Devlet Tiyatrosu , üniversiteleri ile gelişmiş şehir özelliklerinin hepsini barındıran bir Karadeniz şehrimiz .
Dağların arasından kıvırla kıvrıla giden yol bizi 10 metreden akan suyun sesi , oluşturduğu gölet manzarasına getirdi . Kimi ziyaretçiler buz gibi soğuk suya aldırmadan yüzüyor , kimi ziyaretçiler piknik yapıyordu. Bizim grubumuzda mayosunu yanına getirmeyi akıl eden arkadaşlar tadını çıkardı , bize ise sadece ayaklarımızı sokmak kaldı . Ama şelale , gölet , etraftaki ormanda manzarası ile gözlerimizi ve ruhumuzu dinlendik.
Mola vermek için daha iyisi düşünülemezdi. Deniz kıyısındaki tesiste bizi çok güzel ağırladılar, sağolsunlar. Küçük koyda denizin tadını çıkaran tatilciler bir yanda, diğer yanda ekmek peşine balığa çıkanlar, dalga sesleri bir yanda. Tabii bizi çarpan fazla oksijen hepsi bir arada yemek sonrası içilen çaya ayrı bir tat bırakmıştı. Yolunuzu düşürün diyeceğim yerlerden biri de burası. Bana hak vereceksiniz :)
Gaga Gölü; bu göl bizim davetlisi olduğumuz yayla kahvaltısına giderken yolumuzun üstündeydi. Heyelanla oluşmuş birkaç gölden birisi sadece Gaga gölü. Sabah saatlerinde kenarında oturup sessizliği dinlemek, yanında Resul abinin yerinde kızının ikramı çayı içmek nasılda güzel geldi.
Olukdüzü mevkiindeki bu yaylaya Çatalpınar belediyesi davetlisi olarak gittik. Fındık yetiştiriciliğinin yanısıra ilçe balcılık ile meşhur. Eee böyle güzel bir coğrafyadaki ballar nasıl olur az çok tahmin edersiniz. Biz bu bilgiyi almıştık fakat yaylada bizim için hazırlanmış mükemmel kahvaltıdan habersizdik. Yeni yolda yapılan düzenlemeler nedeniyle eski yol dedikleri bolca virajlı ama harika manzaralar eşliğinde yaylaya çıktık. Yol boyunca sıralı evlerin önünde oynayan çocukların meraklı bakışlarından sonra yaylaya ulaştığında asıl şaşkın olan bizlerdik. Neden mi? Bize kahvaltı hazırlamak için hummalı bir çalışmada olan kadınlar, dört yana koşuşturan çocuklar. Hoşgeldiniz demek için yaşlarına bakmazsızın ayağa kalkan amcalar bizi öylesine şaşırttı ki anlatmam. Zannediyorum büyük şehirde yaşayan bizlere garip onlar için olağan bir gündü. Öyle ya aslında bide yöre insanının misafirperverliğini biliyorduk ama insan birebir yaşayınca anlıyormuş.
Kahvaltıda hani derler ya kuş sütü eksik diye tam anlamıyla öyleydi . Emeği geçen herkese çok çok çok teşekkürler. Bayatlamayan ekşi maya ekmeğinden, gözlemeye , ev yoğurdundan, kaymak bala, turşudan armut pekmezine her şey öylesine doğaldı. Fındık toplamaya gitmek için enerji toplamamıza yetip artmıştı. Bahçelere dalıp şaşkınlıkla ilk kez dalında fındık görmenin heyecanı ile her birimiz dağıldık. Aşağı iniş vakti yaklaşmıştı, bir yandan da hava değişmiş sis gelmişti. Manzara hakkında artık bir şey söylememe gerek yok zannederim.
Çatalpınar ilçesine bağlı Akkaya mevkisinde bulunan kale zorlu bir tırmanış, şahane bir manzara sunuyor. Kalenin dibinde ise civardaki Alevilere hizmet veren cem evinde bizi çok güzel ağırladılar. Meyveler yedirdiler, güleryüzleri ve canayakınlıkları ile akıllarımızda yer ettiler.
Bizden önce gidenlerin anlata anlata bitiremedikleri şelale gerçekten nefes kesiciymiş. Zorlu yollar her zaman müthiş güzellikleri saklar ya tam da öyle oldu. Yemyeşil köy yollarını geçtik, virajları döndük durduk amma karşımıza çıkan güzellik tüm bunları bir anda unutturdu. Ülkemizin en yüksek şelalesi ünvanını yaklaşık 110 metreden dökülmesiyle almış. Yeşillikler içerinde kendinizi kaybetmeniz mümkün iken bir yandan ister istemez su sesine yöneliyorsunuz .Veee karşınızda şelale! Buz gibi su ayaklarınızı, suyun sesi ruhunuzu, yeşillikler gözlerinizi dinlendiriyor. İnsan daha ne ister ki değil mi…
Perşembe ilçesi uzun kumsalları ile ünlü olsa da doğa turizmi için çeşitlilikler sunuyor. Bunların başında Menderesler geliyor. Coğrafi tabiri kısaca şöyle; ” Akarsu yatak eğiminin azalması, akarsuyun akış hızının ve aşındırma gücünün azalmasına neden olur. Akarsu büklümler yaparak akar. Akarsuyun geniş vadi tabanı içinde, eğimin azalması nedeniyle yaptığı büklümlere menderes denir. Menderesler yapan akarsuyun, uzunluğu artar ancak akımı azalır ”
Başlı başına bir doğa harikası, zaten ülkemizde bir eşi daha yok. 1500 metre rakımdaki Perşembe yaylasında ziyaretçileri şaşkına çevirecek bu manzara bekliyor. İtiraf etmeliyim benim ağzım açık kaldı. Daha önce bu kadar saf bir güzellik görmemiştim. Akşam üzeri olması ve havanın biraz sisli olması şanssızlığımızmış öyle dediler. Buna rağmen öylesine büyüleyiciydi ki kelimelerle tarif etmem olanaksız. Lütfen bu yazımı okuyan sizler aklınızın bir köşesinde olsun gidip görün. Unutmayın yörede yetişen kekikle beslenmiş hayvanların etleri ile çekeceğiniz ziyafette damağınıza hitap edecek. Bir de bunu Aybastı kent ormanı milli parkında yaparsanız değmeyin keyfinize:)
Ordu ilimizin görülecek o kadar çok yeri olunca birbirinden güzel ilçelerinden sadece birkaçını gezebildik. Bunlardan biri de Ünyeydi. Deniz kenarındaki ilçeye ziyaretimiz kahvaltı daveti ile başladı. Sadece bir gün gezmenin yetmeyeceğini anladık fakat kısıtlı vaktimizde olduğunca hızlı dolaştık. Orta çarşıda eski evler , bakırcılar çarşısındaki zanaatkar ustaları çalışırken gördük. Osmanlı dan miras camilerimizle çevrili meydanlardan geçtik, 500 er yaşındaki yaşlı çınar ağaçlarına hayranlıkla baktık. Restorasyonu yakında bitecek tarihi hamamın yanından geçerek Kadılar yokuşuna yöneldik. Dönemin Kadılarının konaklarından oluşan sıralı evler şimdilerde restore edilmiş ve edilmeye devam etmekte. Her biri Osmanlı inceliklerini barındırıyor. Bir örnekle açıklamak gerekirse; dış avlu kapısı bir konağa giden bir de müştemilat kısmına giden şeklinde iki adet. Fakat her ikisi de ağaların geçtiği çalışanların geçtiği diye ayrı ayrı gözetilmeksizin itina ile süslenmiş, değer verilmiş. Maalesef statüsünden ötürü insan ayrımı yapıldığı çağımız bu inceliklerden uzak :(
Yokuşun bitiminde bizi bekleyen 1760 yılında yapıldığı bilinen Kaptanlar evine geldik . Burası şimdilerde Türkiyenin 3. , Karadeniz Bölgesinin ilk ” Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi ” . Müzede Osmanlı kültürünün günlük ve sosyal yaşamında kullanılan öğelerin canlı olarak izlenebilme ve deneyimlenebilme imkanı var. Ziyaretçiler müzeye geldiğinde çocuk oyunlarından örneğin seksek, ip atlama, dokuztaş, topaç, halat çekmeyi yaşayabilecek.
Bunların yanısıra karagöz hacivat izlemek, ebru, ıhlamur baskı gibi el sanatlarını yakından görüp yapabilecek. Müze evde Ünyeli ailelerin bağışladığı eşyalar ile kültürel zenginliğimizin bir parçası olan deyimlerimizin nerelerden geldiğinin anlatılışı çok etkileyiciydi. Hemen hergün kullandığımız sözleri bize hikaye tadında anlatan Sn. İhsan Akbulut beyefendiye buradan kucak dolusu sevgiler gönderiyorum. Sizi merakta bırakmayayım da birkaç örnek vereyim. Mesela püf noktası deyimi , mercimeği fırına vermek, işleri tıkırında, darısı başına, yangına körükle gitmek, bir yastıkta kocamak, mangalda kül bırakmamak ilk aklıma gelenler. Hepsinin hiç tahmin edemeyeceğiniz bir hikayesi varmış meğer. Artık sizde Ünye ye gittiğinizde bu müzeye uğrayıp bizzat dinlersiniz.
Müze ev eski kaptan Server beyin evinden dönüştürülmüş. Haliyle koca konak birçok odası var. Baş oda vitray camlardan , orginal ahşap tavana, ocak, hamam, yüklük kısmıyla Ünye kilimden çeyiz sandığına çevrede kullanılan tüm materyallerle kaplı . Tam eski Ünye evini yansıtıyor. Mutfak geometrik desenli ahşap tavan altında sedirlerle çevrelenmiş ortadaki sini etrafında bakır kaplar, cezveler, tepsilerle dönemini yansıtıyor. Ali Rıza – Meliha erüş odası ise evin son sahiplerinden kalma eserleri bulunduğu odadır. Kaptan Server bey odasında ise pirinç karyola üzerinde 125 yıllık atlas saten üzerine tel sarma örtüsü, acem halısı, gaz lambası, mangal ve ibrik ile bizi karşılıyor. Ortadaki sofa bütün odaların açıldığı alt kat ile bağlantı noktası olan ev halkının ortak yaşam alanıdır. Bir köşesinde sadece konağın en yaşlısının oturup Kur’an okuduğu dinlendiği yer bulunur.
Yazarken atladığım çok fazla detay vardır eminim, bana düşen elimden geldiği kadar anlatmaktı. Siz siz olun bu tarihsel yolculuğa çıkın, bayılacaksınız. Geçmişden günümüze oluşan bu köprüyü canlı canlı deneyimlemek çok farklıymış, biz bunu gördük.
Açıkçası hava sıcaktı, biraz yorulmuş, azlaca oksijene maruz kalmıştım.Aman kale mi? yok ben çıkmayayım dedim. Sonra İyi ki de çıkmışım. Nasıl bir muhteşem yerdir öyle! Gün yüzüne çıkmasa da az çok görülen surları, girişteki kaya mezarları, kraliçenin küveti, taş oluşumundan ötürü tırmanması zor merdivenleri, bilinen iki derin kuyusu ve tabii ki zirvedeki müthiş manzarası ile bir kalede daha ne olabilir dedirtiyor.
Kim ne zaman yapmış dedik ve sorularımıza cevapları Ünye belediyesi’nin değerli çalışanlarından aldık .
Kalenin ilk inşâ tarihi M.Ö. 250 yıllarındadır. İran Kökenli bir Pontus Kral’ı olan 2. Mitradates tarafından yaptırılmıştır.Bu Mitradates de ilginç bir kişilikmiş .
Vikipedia dan öğreniyoruz ki;
Büyük Mithridates ,Pontus kralı olarak Anadolu’da MÖ 120 – MÖ 63 yıllarında hüküm sürmüş. Roma cumhuriyeti’ne karşı en başarılı ve zeki düşmanı sayılırmış. Küçük yaşta öz annesinin kendisini zehirlemek istemesinden dolayı çeşitli zehirler geliştirmiş. İlk zehir bilimci sayıldığı gibi,tarihte ilk biyolijik silahları kullanan kişiymiş. Düşmanlarının yemeklerine kendi yaptığı zehirleri katarak ölmelerini sağlamış.Savaş hazırlıklarına karşı çıkan oğlu Machares’i idam ettirmiş. Ömrü boyunca geliştirdiği ve adını verdiği zehire karşı bağışıklık kazanma yöntemi olan Mitridatizm ustası olduğu için, kendini zehirleme çabaları boşa çıkmış. MÖ 63. yılında diğer oğlu 2.Farnakes ‘in eline düşmemek için sarayında intihar etmiş. Bunu yakın korumasına öldürtmek zorunda kalarak gerçekleştirmiş.
Aslında tarihte 6 tane Mithridates varmış fakat tarihe iz bırakan en sonuncusu olan 6.mithridates’tir. Bu adam Anadolu topraklarında işgalci güç konumunda olan roma imparatorluğuna tek başına kafa tutmuş. MÖ 88 yılının bahar veya yaz aylarında ephesos akşamı olarak bilinen olayda; çoluk çoluk, genç, yaşlı, özgür köle fark etmeksizin 80.000 kişiyi öldürttüğü söylenmekteymiş.
Bunu da dinleyince bizler için kalenin zirvesinde olmak daha da heyecan verici olmuştu. Nasıl fotoğraf çekeceğimizi bilemeden heyecanla sağa sola bakınırken sosyal medyanın bildiği ismiyle amcaoğlu imdadımıza yetişti ve bu değişik kareyi çektik . Zirve de biz!
Doğum ve ölüm tarihi kesin bilinmemekle beraber ülkemizde 10 farklı yerde mezarı olan Şeyh için yapılan bu türbe Ünye belediyesi ve Şeyh Yunus Emre derneğinin katkılarıyla çok hoş olmuş. Etrafında çam ağaçları, şehrin halen ve geçmişten beri kullanılan mezarları arasında yürürken bir yandan Yunus Emre dizelerini okuyabilirsiniz. Ağaçların arasında duyulan ilahi ve dua sesleri de ortama mistik bir hava veriyor. Halkın güzel manzaradan da faydalanacağı bir çay ocağı ile daha aktif bir yere dönüşecek olmasını takdir etmemek elde değil.
diyelim ki Ünye ye geldiniz gezdiniz tozdunuz bitiremediniz ama diyelim ki haydi birazda dinlenelim dediniz işte orası Asarkaya kent ormanıdır. Ünyeliler ve civardan gelen piknikçiler için düşünülerek yapılmış bir park sizi bekliyor. Biz yine Ünye belediyesinin misafiri olarak yedik içtik , dinlendik. Bu sırada daha göremediğimiz bir başka gezide detaylı inceleyeceğimiz yerler hakkında bilgi aldık.
Nereler yok ki listede ;
Liste uzun ama akşam olmak üzere. Yemeği yedik içtik, birazda yediklerimizi yaksak fena olmaz dedik. Der demez Ünye belediyesinin işletmesindeki Binicilik tesislerine gideceğimizi öğrendik. Ne kadar sevimli geliyor kulağa değil mi? Atlara binme şansımız olacaktı, sevebilecektik. Aynen de öyle oldu çocuklar gibi şendik, her birimiz etrafa dağıldık. Ünye’ liller için büyük şans olan bu tesislerden istemeye istemeye ayrıldık.
Ordu ya döndüğümüzde tekrar gelme planları, bir an önce yakınlarımızdan başlayarak nasıl anlatacağımızı konuşup durduk. ORDU öyle 4 günde gezilip görülecek bir şehir değilmiş onu iyice ANLADIK.
Sn. Ordu Valisi İrfan Balkanlıoğlu’na çok çok teşekkürler
Sn. Ordu İl Kültür Turizm Müdürü Uğur Toparlak’a,
Sn. Ünye Belediye Başkan Yrd. Erhan Eren’e ve İlhan Kartal’a,
Ordu Valiliği Basın Danışmanı Mustafa Sezer’e,
Ünye deki basın mensuplarına,
Çatalpınar belediyesi ve çevre halkına,
Ünye Müzesi çalışanlarına,
Zengin mutfaklarını bize sunan Ordu Aktaşlar Restorana, Menderesönü Üstün Kardeşler restorana, Ordu merkezde Fincan cafeye,
ulaşımda yardımcı olan şoför arkadaşlarımıza, kısaca emeği geçen herkese çok çok teşekkür ederim.
Ayrıca bu gezinin organizasyonunu yapan değerli arkadaşım Cüneyt’e çok çok teşekkürler.
Katılımcı blogger arkadaşlarım hepinizi tanıdığıma çok memnun oldum.
Amcaoğlu, BilinmeyenRota, Çapulcuyollarda, ÇelebiAlper, DünyanınYerlisi, Geze Geze Türkiye, GeziyorumÖyleyseVarım, Gezgin Kadınlar, Gezgin Kedi, Gezmek Güzel , Seyyahça, Martıuctu , kucukdunya , TadındaSeyahat, Yoldaki ve ZaferinSeyirDefteri sizlere de teşekkürler …
Gezimizin en güzel anlarını renkli kılan video çekimleriyle Amcaoğluna teşekkürler,video su altta diğer videoları için şuraya tık tık https://www.youtube.com/user/umitakbaslafoto
https://youtu.be/SwsvAxZcSrE
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
1 Comment
Gezi yazılarınızı okuduktan sonra 10 sene önce gittiğim ordu ya tekrar gitmek istiyorum ,fotoğraflar harika ,doğa muhteşem görünüyor