Burası Hindistan başlıklı yazıma başlamadan önce bilirtmeliyim burada okuyacaklarınız benim hikayem.
Hindistan her gezginin rüyası. Aslında benim rüyam değildi benim hayallerimde Kathmandu’ ya gitmek vardı. Kendimce yaptığım listemde Kamboçya, Vietnam Uzak Doğu’ da öncelik vermek istediğim ülkelerdi. Ama içlerinde Hindistan yoktu. Sonra artık bir yerden başlamalıyım deyip Nepal’e gitme planına odaklandım. Madem dünya kadar uçak parası veriyorum o zaman vakti uzun tutup Hindistan gezisi de yaparım, diye düşündüm. Her gezi öncesi olduğu gibi araştırmalara başladım. Söz konusu ülke Hindistan olunca o kadar çok şaşırtıcı notlar aldım ki oraya gidince karşılaşacağım her şeye kendimi hazır sanıyordum.
Taaa ki kendimi Yeni Delhi ‘ de buluna kadar. İlk dakika söylediğim cümle ise “Burası burası Hindistan” sakin olmalısın oldu!
Havalimanına vardığımızda ilk işimiz turist danışma masasına gidip harita ve bilgi edinmek oldu. Fakat kızcağız otelimizin yerini – ki turistlerin en yoğun konakladığı PaharGanj bölgesinde idi – bulamayınca daha fazla soru sormaya gerek duymadık. Alandan ya bir taksiye atlayacak ya da belli bir yere kadar metro ile gidecektik. Oradan da yürüyerek, olmadı bir araca bu rikşa olur, taksi olur binecektik. Bunu biliyorduk..
Netice de metro ile gitmek daha ekonomik ve hızlı, düşünmeye gerek bile yok deyip yöneldik. Metroya gitmek için alandan çıkmanız ve alt kata inmeniz gerekiyor. Hindistan ile ilgili ilk izlenim burda başlıyor şöyle ki; sabah 5 ve korkunç bir sıcak yüzünüze yapışıyor.
O sırada telefondan hava durumuna bakayım dedim, ne göreyim Delhi / Tozlu yazıyordu. Hayatımda ilk kez tozlu diye bir bildiri görmüştüm. Ama yine de ehh normal burası Hindistan dedim.
Koku da var ama ne kokusu anlamak mümkün değil. Öyle çok kötü bir koku değil ama biraz da rahatsız ediciydi. Aynı bunaltıcı sıcak hava yeraltında daha da artmış, biz buram buram ter dökmeye daha ordan başlamıştık. meraklı bakışlar altında Hintli dostlarla metroyu beklemeye başladık. Metroya bindiğimizde ise bütün yolculara nasıl garip geldiysek artık bizi dikkatle incelemeye başladılar. Fakat bu öyle pis bir bakış değil sadece merak ediyorum sizi bakışıydı. ( İlerideki günlerde buna da alışacaktık ) Metrodan indiğimizde ise Delhi de henüz gün aydınlanmamıştı ama öylesine kalabalıktı ki gün ortası zannedersiniz.
…
Kalabalık ise sadece insanlardan değil rikşa ve taksilerden oluşuyordu. Hemen etrafımızı saran bir tanesi ile pazarlık yaptık. Bir an önce binmekten başka bir düşüncemiz olmadığından fazla da üstelemeyip atladık. Bizde bir keyif bir keyif, netice de ilk rikşa yolcuğumuz. Mis gibi, en azından esiyor, etrafı izliyoruz heyecanlıyız yuppi! Hindistan’ dayız biz diye diye gülüşüyoruz. ( unutmadn bu gezide ablam ve arkadaşımla beraber üç kadınız ) Böyle hali ruhiyede ilerlerken bir yandan da sağlı sollu yerde yatan insanlara bakıp hayret ediyoruz. Caddenin ortasında duran inekler, daha önce hiç görmediğimiz çöp yığınları var, şaşkınız.
Trafiğin bariyerlerle kapalı olduğunu gördük. Şoför hay aksi dedi, polis yolu kapatmış. Bir hamle ile başka tarafa yönlendi, ilerlemeye devam etti. Bİz neşemizden hiç birşey kaybetmemiş etrafa bakınırken bu kez önümüze çıkan bir polis tarafından durdurulduk. Bize nereli olduğumuzu, rikşa ya nerden bindiğimizi, hangi otele gideceğimizi sordu. Cevapladık doğal olarak o ise sürücüye dönerek “sen festival olduğunu bilmiyor musun niye aldın müşteriyi ” diye bir güzel fırçaladı. Bize dönerek ” bunlar böyle işte naparsın baş edemiyoruz ” gibi laflar etti ve durumu anlatmaya başladı. Meğer şehirde festival varmış. Bizim otelin olduğu bölge çok yoğunmuş, festival yüzünden ülkenin her yanından insanlar gelirmiş, gelenler de tehlikeli tiplermiş. Hem biz o oteli nerden bulmuşuz orası barların, kötü mekanların, gece gündüz uyuşturucu içenlerin muhitiymiş. Hele kadın başımıza nasıl kalırmışız.
Dedi ve devam etti “siz merak etmeyin ben sürücüye tarif edeceğim. Sizi en yakın turist information ofisine götürecek ve onlar düzgün bir otel bulacaklar” Biz acıdı herhalde dedik , aman biz görseniz bir ince teşekkür etmeler, bir tuttuğun altın olsun demeler filan yola devam ettik.
Sabahın körü ofis açık, festival zamanı herhalde o yüzden hizmet veriyorlar diyoruz. İçeri girdik ohh adamın adı yazıyor masada Selman… bilmem ne. Duvarda kabe resmi de var korku yerini ohh müslümana denk geldik sevincine bıraktı.
Adam bize aynı şeyleri tekrarladı, rezervasyonu iptal edelim başka otel bakalım, dedi. İptali ancak siz yapabilirsiniz. Ama internet çok ağır çalışıyor booking com a bağlanamıyoruz. En iyisi telefon edelim dedi. Oteli aradı bana uzattı telefonu ben de konuştum gelmekten vazgeçtik, dedim. Telefonun diğer ucundaki adam ikna etmeye çalıştı ben ise ısrarla hayır, dedim.
Sonunda tamam o zaman rezervasyonunuz iptal ediyorum dedi. Telefonu kapattım ve adama neyse ki iptal ettiler, çok ok teşekkürler demeyi de ihmal etmedim. Adam ne demek işimiz bu, dedi. Size güvenli bir bölgeden başka otel ayarlarım dedi. Bizi geitren rikşacıya yazdığı yeni otelin adresini verdi ve biz turist ofisinden çıktık.
Yeni otele gider gitmez odalara baktık ama rezalet pis, fiyat bizim ilk otelden yüksek. Resepsiyondaki çocukla pazarlık başladı. Bir yandan bir yandan rikşacı sizin yüzünüzden bir dünya yol gittim 200 rupi olmaz deyip para istiyor. Çantalarınızı odaya çıkaralım mı diyen kılıksız üç beş kişi tepemizde dikiliyor. Tavanda dönerken gıcık bir ses çıkaran pervane var.
Tam o anda kitapta okuduğum bir cümle aklıma geldi. ” Size oteliniz taşındı, yandı deyip başka yere götürmek isteyenlere sakın inanmayın ” Bizim kızlara döndüm eyvah dedim tongaya düştük, geçmiş olsun.
Otel görevlisi çocuk fiyatta indirim yapsa yine dert değil kalacaktık aslında. Ama “yapmam mümkün değil ben burda çalışanım ” dedi. “Hem pis hem pahalısınız, senin annen olacak yaştayız. Bilmediğimiz bir memlekete geldik ve görünen o ki bir tezgahın içindeyiz. Durumu anladık elini vicdanına koy bize bir taksi çağır otelimize götürsün “dedik.
Çocuk şöyle bir baktı; demek nasıl acınacak bir halimiz varsa -tamam, dedi.
Kapıdaki rikşacı mı? Ablam onun icabına baktı. Adamı nerdeyse tepeleyecekti de zor kurtuldu. Anlaştığımız paranın fazlasını yine de verdik. Başımızın gözümüzün sadakası olsun dedik.
O ilk gün ilk dakikalarda yaşadıüımız bu kumpastan sonra Hindistan bize hep güzel insanları sundu. Başımıza hiç kötü bir olay gelmedi. Kötü bir söz, bakış, davranış şöyle dursun hep iyi ve güzel insanlarla tanıştık. Aslında bu da kötü bir olay sayılmazdı ve iyi ki ilk dakika da yaşandı. Ondan sonra daha temkinli olduk, çabuk karar vermemeye özen gösterdik. Şimdi o sabah yaşadıklarımız anlatılacak anıların arasında yerini aldı.
Sonuçta yorgunluk bir yandan, diğer yandan karmaşık sokaklar, korna sesleri, toz toprak arasında otelimize vardık. Otel görevlilerine durumu izah ettik onlar mahçup, biz halen şaşkındık. Beraber gülüşürken ve daha sonraları şaşırmayı bırakıp sürekli ” Burası Hindistan ! “ dedik.
Günler geçtikçe aynı cümleyi birbirimize söyler olduk. Öyle anlar oldu ki sabrın sınırları zorlandı, dayanma gücümüz tükendi. Şaşkınlıktan dilimiz tutuldu, konuşamadık, korkudan yürüyemedik. Belirsizlikler içinde kaldık ama hep telaş yok, korkma, sakin ol, garipseme, küçümseme, alay etme, acıma, tiksinme.
Çünkü ” Burası Hindistan “ dedik.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Hindistan ile ilgili diğer yazılarım için aşağıdaki linkleri tıklamanız yeterli.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
3 Comments
“Burası Hindistan” izlenimlerini paylaştığın için teşekkürler Şükran’cım. Seni izlemeye devam edeceğim ?
çok teşekkürler , çok sevindim Yaprak’cım eksik olma
Çok iyi anlatmışsın , o anları yaşadım sanki tekrar