Adını halen telafuz edemediğim küçük , pek bilinmeyen ama dünya jet sosyetesinin ve ekstrem spor meraklılarının çok iyi bildiği bir şehirden bahsedeceğim Alplerdeki Venedik ten Annecy den !Söylenine göre çoğu Fransız da bilmezmiş nerede olduğunu , ne yazık ! Göl kıyısında ; Alplerin eteğinde , kalabalık ve modernlikten uzakta harika bir yer burası . Göl öylesine temiz ki nerdeyse eğil suyundan iç o derece temiz.
Peki Fransızların bile bilmediği bu şehre bizim yolumuz nasıl düştü.
İşte hikayesi başlıyor ;
Birkaç haftamızı İsviçre de geçirmeye karar vermiştik. Gidişimizi Basel , dönüşü ise Marsilya olacak şekilde en ucuzundan bilet ayarlamıştık. Bu da demektir ki kuzeyden güneye , dağlardan denize inecektik. İsviçre harika bir ülke , hatta bana sorarsanız dünyanın en güzel ülkesi , en yaşanılası yeri . Ama her güzelin bir kusuru vardır derler ya işte İsviçre ‘ nin ki de aşırı pahalı olması ..
Biz mümkün olduğu ölçüde ekonomik şartlarda seyahat etmeyi başarıp son İsviçre şehrimizi Cenevre olarak seçmistik . Burası o güne kadar İsviçre içinde gördüğümüz ( Zürih ten sonra) en büyük şehirdi. Biz İstanbullulara göre yine de küçük ama birkaç haftanızı Alp köylerinde geçirince büyük şehre gidince kendinizi boğulur gibi hissediyorsunuz normal olarak . Tam da bu hisler ile ancak bir gün kaldığımız Cenevre den bir an önce Marsilya ya geçelim dedik .Haritayı açtık ; aa o da ne eskilerden duyduğum bir şehir ismine rastladım Annecy’ ye … Araştırınca 15 günlük swisspass biletimizin trende artık geçmeyeceğini öğrendik ve otobüsün daha ucuz olduğunu da … Hem yol 30 km cik imiş dedik , ama 1.5 saatte gidebileceğimizi düşünemedik. Adamlar bildiğin karıncaezmez . Gerçi bu daha iyi çünkü etraf o kadar güzel ki insan manzaraya bakmaya doyamıyor .
İyi güzel Annecy ‘ e geldik amaaa
…
Annecy ‘ de pazar
Günler sonra ilk kez zeytin görmenin sevinci ile bütün tezgahlardan tattırılanları hiç itiraz bile etmeden aldık . Etraftan gelen güzel kokulara hiç aldırış etmeden , çeşit çeşit butiklere hediyelik eşya dükkanlarına da pas vermeden yürüdük. Canayakın vatandaşlarımız tarifleri doğrultusunda Annecy ‘ nin dar sokaklardan ilerleyerek şehrin kalbi olduğunu düşündüğümüz noktaya Palais de l’isle ‘e vardık . Eskiden önemli kişileri ağırlamakta kullanılan ama sonraları azılı mahkumlar için bir hapishane olan kanalın ortasındaki bina burası .
Şehir için Alplerin Venedik i demeleri boşa değilmiş. Kanallar , köprüler , orta çağdan kalma eski binalar arasında yürüyünce anlamış olduk . En kötü makine ile en beceriksiz halinizle bile müthiş fotoğraflar çekebileceğiniz şehirlerden biri burası … “Gece kim bilir ne güzeldir , sonbahar da hele , ya kar yağdığında ” diye diye dolaştık. İnsan hangi tarafa bakacağını şaşırıyor , ahh bir de o kahve kokuları yok mu pastahanelerin önünde durmak bile insanı bitiriyor .
Etrafta şöyle gezinince göl kenarına çıkıyorsunuz .Şirin mi şirin bu gölün kıyısında bisikletle gezenler, yürüyüş yapanlar , bebek arabası ile güneşin tadını çıkaranlar .
İşte böyleee !
Orda haritada Alp dağlarının arasında küçük bir kasaba var adı Annecy unutmayın yazın bir kenarlara ki olur da yolunuz Fransa ya düşerse uğrarsınız !bisikletiyle gezin , ister tekne turuna katılın , kano kiralayın ya da hiç birini seçmeyip bizim gibi manzaranın tadını çıkarın. Küçük , romantik şehrin restourantları da çok şık. (Biz girmedik sözümüz var mevlana sofrasında pide yiyeceğiz ) Uzun kadife perdeler , tertemiz masa örtüleri , kadehler , masalarda çiçekler filan kendinizi bir hoş hissediyorsunuz . İnsanların sakin sakin yemekleri yemesini izleyerek eski taş döşeli sokaklarda bir o yana bir bu yana yürüdük.Her köşeyi döndüğümüzde maket gibi olan bu şehirde harika bir manzara ile karşılaştık. Ortaçağda olduğunuzu zannettik .Pencerelerden sarkan çiçeklere ne demeli ahh ! ahh !
…
Kanal kıyısında kurulan pazar biz dönerken toparlanmış ve sokaklar ise sanki deterjanlı sular ile yıkanmıştı. Tüh dönüşte alırız dediğimiz bir sürü şeyi gözümüze kestirmiştik ama olmadı …Sabunlar , lavanta kesecikleri , peynir ve zeytinler aklımızda kaldı . Ama Annecy yi en kısa sürede çok detaylı olmasa da gezmenin mutluluğu ile gurbetçi arkadaşların yanına attık kendimizi…Küçük şehir ama şaka maka insan sıcağın etkisiyle çok yoruluyor. Güzelce yemeğimizi yeyip tren garına gittik. Pis ve düzensiz gara yaklaşan treni görünce neden 2 saatlik yolculuğa 58 eur verdiğimizi anladık. Şahsen ben bugüne kadar bu kadar lüks bir uçağa bile binmemiştim. Ve bu kadar hızlı bir trene de tabii … Meğer Fransız demir yollarının ve avrupanın en hızlı treni imiş. Yol boyunca ikinci katta olmamıza rağmen ne bir sarsıntı hissettik , ne bir ses duyduk desem ? Kötü tarafı güzel Provance manzarasından bir bakıma mahrum kalıyor olmanız .Olsun o kadar değil mi ?
siz Annecy nin fotoğrafları incelerken ben bundan sonra nereyi yazacağımı düşüneyim en iyisi …