İran’ın en meşhur şehri İsfahan sokaklarında yürürken kendimi birkaç kez “Burada yaşayabilirim” diye düşünürken yakaladım. Nehir boyunca koşarken, Nakş-ı Cihan Meydanı’nda arkadaşlarımla muhabbet ederken, camilerden birinde sessizce oturup huzur bulduğumu hayal edebiliyordum… İsfahan’da olmak sanki bir rüyadaymış gibi hissettiriyor. Bunu sadece iki gün geçirdiğim bir yerde hissetmem tuhaf kabul ediyorum ama emin olun çok güzel bir şehirdir İsfahan.
Öncelikle tarih boyunca çok önemli bir şehir olduğunu söylemem gerek. İsfahan’ın İran’ın eski başkenti ve dünyanın en büyük şehri olduğu bir dönem varmış. Artık böyle değil ama “İsfahan dünyanın yarısıdır” sözü günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bu söz 16. Yüzyılda çıkarılmış madeni paraların üstünde yazarmış o derece önemsenmiş.
Şimdi evimde bilgisayarın başındayken gözlerimi kapatıp İsfahan’ı düşünüyorum. Mimarinin ihtişamını, her şeyi fotoğraflamak istediğim çarşıları, en önemlisi insanların canayakınlığını hatırlıyorum ve içim ısınıyor.
Şehri gezmeye ister istemez tüm turistler gibi biz de Nakş- ı Cihan meydanından başladık. Burası dünyadaki ikinci büyük meydan. Bu ikinci sıfatını ne zaman duysam birinci kim diye merak ederim o yüzden hemen en büyük meydanın adını ekleyeyim. Çin’in başkenti Pekin’ deki Tiananmen meydanı en büyük meydandır deniliyor ama başka yerlerin adı da internette dolaşıyor. O yüzden bence en büyük olmasından daha önemli olan insanda bıraktığı büyüklük hissiyatı.
Bu yazıya da dolayısıyla meydandan başlayacağım. Ama ona gelmeden önce şehirdeki gezilecek en önemli yerlerin listesini bırakıyorum. Bu listeyi gezdiğim sıralamaya göre yaptım. Önem sırasına göre değil aklınızda olsun.
BU şehir Büyük Selçuklu devletine başkentlik yapmazdan önce de büyük bir yermiş. Bölgeye Araplar gelmezden önce Yahudi mahallesi ve etrafındaki çarşıyla göz dolduruyormuş. Araplar geldiğinde bugün halen ayakta olan Cuma camii etrafına şehri genişlemiş. Bu arada şehirde aynı bölgede yahudi mahallesi ve sinagoglar ibadete açık olmasa da halen ayakta. Sonra Araplar peşinden Selçuklu dönemi başlayınca de büyük hükümdar Tuğrul bey başkenti Rey’ den buraya taşımış.
Bir ara gerileme dönemi geçiren kent 1598’de Şah Abbas’ın İsfahan’ı imparatorluğun başkenti olarak seçmesiyle yeniden önemli hale gelmiş. Şehir, Mescidi Cuma yakınlarındaki eski meydan çevresinde yeniden dini, ticari açıdan ve hükümdarlık merkezi olarak gelişmeye başlamış. Şah Abbas kentte köşkler, pazar ve çarşılar da inşa ettirmiş. Dört Bahçe sistemi olarak da adlandırılan geniş ağaçlıklı ve su kanalları olan bir bahçe ve ırmak üzerinde 33 kemerli köprü ile Hoca Köprüsü’nü inşa ettirmiş. Irmaktan şehrin içine çeşitli kanallarla su taşınmış ve taşınan su bu yapıların çevresinde akıtılmış. İsfahan, bir kültür merkezi haline gelmiş. Bu özelliği, 18.yy’da Safevilerin çökmesiyle birlikte son bulmuştur. Şehir daha sonraları, Kaçar Hanedanlığının kontrolü altına girmiştir. Bu dönemde devlet merkezinin İsfahan’dan Tahran’a taşınmasıyla birlikte kent gerileme dönemini yaşamaya başlamış.
Tüm bu parlak dönemlerden geriye kalmayı başaranlara bakınca insan yitip gidenlerini düşünüyor. Kimbilir ne eserler vardı. Sokaklar nasıldı, medreselerde eğitim kent yaşamı nasıldı. Hatta İbn-i Sina’nın yaşamının son yıllarını geçirdiği şehir İsfahan. Aynı şekilde Nizamülmülk’ün de o açıdan ben burayı ayrı sevdim.
Haydi buyrun hep beraber İsfahan’ ı gezmeye başlayalım.
Bu meydan önce çok büyük olmasıyla sonra da onu çevreleyen yapıların zarifliğiyle insanı büyülüyor. Şehir planması açısından bakılınca da oldukça işlevsel. Nakş- ı Cihan aslında Türkçeye çevrildiğinde “dünyanın nakşı” anlamında. Nakş yakıştırması meydanın yapıldığı Şah Abbas dönemindeki el sanatları ve mücevherlere gönderme. Ne şirin bir isim değil mi?
Bu meydan ilk yapıldığında bambaşka bir şeye hizmet ediyormuş. Şah buradaki aşağıda anlatacağım Ali Kapu sarayının balkonundan Chowgan denilen şimdi bizim polo olarak bildiğimiz oyunu izlermiş. Zaten meydanın iki ucunda mermerden yapılmış iki adet polo kalesi halen duruyor. ( dünya polo ile Hindistan’ a giden İngilizlerle çok daha sonra tanışmıştır ) Sonraları askeri manevralar için kullanılmış. Gece türlü türlü eğlenceler yapılırken buluşma yerine dönüşmüş. Etrafına ilave yapılar ve özellikle çarşılar eklenince şehrin merkezi oluvermiş.
Dünya şehirciliğinde ise İsfahan ekolü diye adlandırılıyormuş. Bu çok normal çünkü belli ki şehir bir plana, tasarıma göre inşa edilmiş. Yolların şekli, tarihi bölgelerin korunmuş olması ve genişlerken buna dikkat edilmesi farkediliyor. Doğaya önem verilmesi, bulvarlar ve bahçelerin inşa edilmesi planın en güzel kısmı. Hepsinden daha da önemlisi, şehirlerin merkezinde geniş ve kapsamlı bir meydanın inşa edilmesi ilk bu şehirde görülmüş.
Tüm bunları şehri gezerken dikkatinizden kaçmıyor. Hayran kalmamak mümkün değil. Ben en çok geniş caddelere, her iki tarafın ağaçla kaplı olmasına, aşırı temiz ve yolların bir şekilde ana meydana çıkışına bayıldım.
Şimdi meydanı detaylı gezmeye devam edilim.
Burası için derler ki İran’ın ilk gökdelenidir. Doğru da olabilir çünkü tarihler 17. yy başıdır ve o dönemde bu kadar yüksek yapı bölgede yoktur. Adı anlaşılacağı üzere “ Ali Kapı Sarayı “ ancak Aali Farsçada büyük anlamına gelir unutmayalım. Yani büyük kapı demek aslında.
Çift merdivenli güzel bir girişten çıkılıyor. Henüz merdivenlerdeyken bile resimler ve işlemeler göz dolduruyor. Üst salon aynalar ve zemindeki mermerle zamanında nasıl bir ihtişam yaşandığının göstergesi. Ahşap balkona çıkınca ise meydanın büyüklüğü daha iyi anlaşılıyor. Tam karşısında Lütfullah camii, sağında İmam camii, solunda Kayseriye kapısı ve meydanda turistleri gezdiren faytonlar… Hepsi birlikte farklılık ve birlik, bütünlük, denge, basitlik ve karmaşıklık, devamlılık, oran ve orantı kavramlarını gözler önüne seriyor. Müthiş manzara karşısında öylece geçirilen dakikalardan sonra meydana inme vakti.
Giriş ücreti : 250.00 IRR
Bu cami, aslında dini sohpetler için yapılmış bu yüzden de minaresi yok. Nakş-ı Cihan meydanının doğu ucundaki yapıdır. Bir diğer adı da kadınlar mescidiymiş. Ali Gapu’ da oturan harem kadınları ibadet için burayı kullanırlarmış. O dönemlerde Ali Gapu ile buranın arasında tünel varmış. Kadınlar ordan içi fayans kaplı, yazın serin olan bu bölüme ulaşırmış. Nedir bu kadınların çilesi yahu!
Giriş ücreti : 250.000 IRR
En ince işlemeli camilerden biridir. Bin yıllık bu cami taş oymacılığının ve çiniciliğin geldiği son nokta gibi bir şey. Caminin yüzünün Mekke’ye dönük olması için 45 derecelik açı oluşturulmuş.
Kümbetinin altında ses yansıtma denemeleri yapılan bu camide alçak sesle de konuşsanız her yerinden duyulmasıyla ünlüdür. Namaz kılınan yerde kubbenin tam altında duru. Yerdeki işaretli göreceksiniz zaten ve yüksek sesle konuşun, yankıları duyacaksınız. Hatta yapılan bilimsel araştırma farklı 49 yerden eko geldiğini gösermiş. İnsan kulağı ise bunların sadece 12 tanesini duyabiliyormuş.
Ziyaret ederken turkuaz mavisinin tüm tonlarına aşırı dozda maruz kalmaya hazır olun. Bu masmavi mavi renk cenneti simgeliyormuş. Bu camiler muhtemelen dünyadaki en güzel camilerden ikisidir. Oradayken ayrıntılara yakından baktığınızda, desenler tamamen simetrik görünse de sanatçıların mimaride kasıtlı olarak küçük bir hata yaptığını fark edeceksiniz. Çünkü sadece Allah’ ın mükemmel olabileceğini göstermek istemişler. Eminim bu küçük kusurları görmek çok zordur zaten bu iki caminin cazibesini gördüğünüzde suskun kalacaksınız.
Giriş ücreti : 250.000 IRR
Genelde alışveriş yapmayı pek sevmem ama İsfahan kapalı çarşısı oyunun kurallarını değiştiriyor. Bu meydanı çevreleyen çarşı 5 km uzunluğundadır (doğru okudunuz) ve benim gibi alışveriş sevmeyen birini bile yoldan çıkarabilir. Şimdilerde böyle göz kamaştırıcı olan çarşının zamanında nasıl göründüğünü hayal etmek bile güzel. İpek yolu kervanlarının geçtiği yerdeki bu zengin şehirde o dönem müthiş bir zengilik varmış. Bana göre asıl zenginlik piyasadaki tüm güzellikleri satın almaya gücü yetenlerde değil, ham maddelerden sanat eseri yaratabilenlerdedir. Bundan bolca da İsfahan’da varmış gibi görülüyor. Halen de sanatkarlar ve zanaatkarlarla dolu.
Labirent gibi çarşıda ne yaparsanız yapın kaybolacaksınız ama bunun bir önemi yok. Çeşitli iş kollarına ayrılmış sokaklarda, takılar, tablolar, hat eserleri, seramikler arasında dolaşacaksınız. Kıyafetler, başörtüleri, sofra ve çay takımları, ev dekorasyonu, el yapımı satranç tahtaları bulabilirsiniz… İsfahan’da sınır gökyüzüdür diyeyim siz anlayın. Bu anlamda İstanbul’ a benziyor. Gerçi bizim Kapalıçarşı’mızın eline su dökebilecek bir çarşı daha yapılmadı yapılamaz da deyip çarşı konusuna şimdilik nokta koyalım. Yeri gelmişken; çarşı kelimesi de Farsçadan dilimize geçenlerden. Çar-su yani dört – yol, dört taraf anlamından türemiştir.
Qayseriye kapısı ise bu çarşının en güzel kısmı. Meydana yakışır bir şekilde en gösterişli çarşıya giriş kapısı. Kapı mozaik süslemelerle eşsiz güzellikte. En dikkat çekici özelliği ise İsfahan şehrinin burcu olan yay burcunun keçi bedenli ve yılan kuyruklu bir ejderha şeklinde betimlenmesi. En üstte de Şah Abbas’ın Özbeklerle yaptığı savaş resmedilmiş.
Burayı çok büyük bir arazinin içinde mütevazı bir saray diye tarif edebilirim. Önce adını anlatmam gerekiyor. Chehel Sutun kırk sütun demek. Bu ismi alması da sarayı ayakta tutan sütunların hemen önündeki havuza vuran aksiyle 40 sütun varmış gibi görünmesinden kaynaklanıyor. Aynı isimde ve aynı hikayeye sahip Buhara’ da da bir saray vardı. Onun dışı çok güzeldi bunun ise içi efsane. Üstelik biz Türkler için bir sürpriz de var.
Sarayın içine girer girmez büyük salondaki altı büyük tablo dikkatinizi çekecektir. Bunlardan biri ve buranın bize sürprizi Çaldıran Savaşını anlatan tablo oldu. Yavuz Sultan Selim’ in resmedildiği tablo en görkemli eser. Fakat hepsi birbirinden etkili çizimlerle donatılmış bir saray. Bu büyük salondan diğer salonları da gezmeyi ihmal etmeyin.
Giriş ücreti : 200 000 IRR
Şah Abbas’ın 42 yıl süren hükümeti döneminde, 25 yıllık bir planlama süresi içerisinde İsfahan kenti yeniden inşa edilip gelişmiş. Bu planlamada İsfahan’a geniş ve uzun bir cadde inşa edilmiştir. Bulvar niteliğinde olan ve her iki tarafı ve ortası ağaçlandırılan bu cadde, İsfahan’ın tarihî dokusunu ve eski kentini yeni kente bağlamıştır.
Caddenin uzunluğu 5 km. genişliği 47 metre. Ortada havuzları olan iki yanı ağaçlıklı yolda yürümek sanırım benim bu şehirde en zevk aldığım kısım oldu. Si-o se Pole köprüsü ile Deewaze Dowlat kapısına kadar olan kısım muhteşemdi. Şehre gideceklerin kesinlikle yolu düşecektir de yine de aman diyeyim sakın unutmayın!
Zayende nehri üzerinde 1602 yılında yapımı bir köprüdür. Sütun sayısına göre 33 adet ayaktan adını alır. Asıl ismi Allahverdi Han köprüsüdür. Araç trafiğine kapalı bu köprüye Cahar-Bağ caddesini boylu boyunca yürüdükten sonra varırsınız. Bu köprü birçok köprü örneğinde olduğu gibi şehri hem birleştirir hem de ayırır. Bu şehirde Müslüman taraf ile ermeni yakasını birleştir.
Köprü için daha çok sıcak yaz akşamlarının buluşma noktası denilebilir. İsfahanlıların piknik yapacakları, eğlenecekleri yer kesinlikle burası. Gece manzarası elbette gündüz görünüşünden daha güzel ancak biz gitmedik. Nedenine gelince bizim şehirde olduğumuz günlerde nehir suyu akmıyordu. Bizden bir hafta sonra su salınmıştı, şans işte. Ama sizi o muhteşem görüntüden mahrum bırakmamak adına arkadaşım Selçuk beyden aldığım kareleri yükledim.
Köprüden karşıya yavaş yavaş yürüyerek ermeni mahallesine geldik. İsfahan’ın Hıristiyan Ermeni topluluğuna ev sahipliği yaptığını belirtmekte fayda var. Yaklaşık 4-5 bin Ermeninin yaşadığı söylendi. Nehrin hemen karşı yakasındaki Vank Katedrali’ni ve Ermeni müzesini ziyaret edebilirsiniz.
Biz müzeye de kiliseye de girmedik. Sadece dışarıdan bakmakla yetindik. Girmeme sebebimiz bir gün önce giren arkadaşlarımızın anlattıklarıydı. Sözde Ermeni soykırımı anlatıları, Türkiye haritası üzerinde şehir isimlerinin Ermenice belirtilmesi ve soykırım hakkında yanlı bildirgelerin yayınlanmasıydı. Üstüne giriş ücreti en pahalı yer de burasıydı, saçma geldi bize ve girmedik.
Ermeni mahallesi başlı başına modern Avrupa şehirleri gibi bir yer. Batı tarzı kafeler, son moda kıyafet ve ayakkabı mağazalarıyla çevriliydi. Sokaklar aşırı temiz ve düzenliydi. Sanırım genel bir tamirattan henüz çıkmış bir mahalle burası. Çok şık kafeler bu bölgede toplanmış gibiydi.
Giriş ücreti : 300.000 IRR
Burası şehrin en eski yerleşim merkezinin olduğu kısım. Bölgede yaşayan en eski topluluk olan yahudilerin mahallesi buranın etrafındaki sokaklardan oluşuyor. Halen sinagogların kalıntıları duruyor. Çok olmasa da yahudi de şehirde yaşıyormuş ancak biz açık bir sinagog göremedik. Bu çarşı için Nakş-ı Cihan meydanını çevreleyen çarşıdan biraz daha halka hitap eden şekli diyebilirim.
Burada da büyük bir meydan vardı dört tarafı çevrili kapalıçarşı sisteminin aynısıydı. Fakat dediğim gibi bira turistik noktalardan uzak kalmış olmasından sebep gözde değil. Ama biz sevdik netice de Cuma camisine gitmemiz için zaten buradan geçmeliydik.
Mutlaka ziyaret etmeniz gereken, İran’daki favorilerimden biri olan Jameh Camii Cuma camiidir. MÖ 8. yüzyıldan bu yana sürekli olarak inşa edilen, yeniden inşa edilen ve yenilenen şehrin en eski camilerinden biridir. Klasik kil renkli çinilerle masmavi mozaiklerin birleşimi, tasarımıyla öne çıkmasını sağlıyor. Geniş iç bahçesi, hareketli pazarın ortasında bir huzur ve sessizlik sığınağı hissi veriyor.
Dünyanın en eski on camisinden biri olma özelliği olan bu cami UNESCO dünya kültür mirası listesinde. Aynı zamanda 20.000 metrekareden fazla alanı kaplayan bu cami, İran’ın en büyük camisidir.
Sultan Melikşah adına Nizam ül -Mülk tarafından yaptırılmıştır. Selçuklu şaheseri olarak kabul edilir. Mavi çinileriyle adeta Özbekistan’daymış hissi veriyor. Cami sadece cami değil şehir planının bir parçası gibi inşa etmişler. Selçuklular böylece şehir meydanı kavramını da başlatmış. Cami eyvanlarıyla İran’ daki camilere model oluşturmuş. Etrafındaki dört eyvan birbirinden farklıdır. Güney tarafındaki en ihtişamlısıdır. Moğol dönemi özellikleri var ve üzerindeki mozaikler 15. Yüzyıldan kalmaymış. Eyvanın iki yanındaki minareler en eski ikiz minare olarak da biliniyor.
Şu an tadilatta olan bir kısım vardı sağ olsun bir beyefendi girip bakmamıza izin verdi. Orada ise “stuco” denilen toprağın çamurlaştırılarak sıvanması sonra elle şekil verilmesiyle elde edilen bir çalışma. Yapısı gereği çok dayanmaması beklenirken tam bin yıldır ayakta. Resmen içerisi 14. Yüzyıldaymış hissi verdi.
Giriş ücreti : 250.000 IRR ancak biz girerken kimse para istemedi, atlamazlardı oysa, şaşırtıcıydı.
Köprünün ikinci katından nehri seyretmek yaz günlerinde keyifli olsa gerek. Akşamları şehrin gençleri toplaşıp müzik yaparlarmış. Yani bildiğiniz çayı çekirdeği kapan geliyor buraya. Fakat dediğim gibi su akmayınca ve biraz akşamları hava serin olduğundan biz gelmedik. Siz bize bakmayın gelin görün.
Köprünün alt kısmındaki 21 savağın boyutları birbirine göre farklıdır. Boyut farkının hiçbir şekilde rastgele olmadığını belirtmekte fayda var. Bu kasıtlı tasarım, köprünün su akışına karşı direncini arttırmak içindir. Üstelik su baskını durumunda oluşabilecek zararları önlemek için uyum ve ritim vardır. Ayrıca gelişmiş hidrolik yapısı su akışını yavaşlatacak şekilde tasarlanmıştır.
Biz gündüz gözüyle bayıldık. Gece manzarası, su olduğunda serinlik ve nehrin sesi kim bilir nasıl güzeldir deyip günü bitirdik.
Veee geldik İsfahan’da beni en çok etkileyene yere. Aslında kendimce gelmeden önce yaptığım görülecekler listesinde burası bir numaradaydı. Çünkü Nizam-ül Mülk’e garip bir hayranlığım var. Amin Maalouf’un Semerkant romanından sonra başlayan araştırmalarım beni ona çekti denilebilir. O yüzden İsfahan ve hatta İran notlarımın en başında onun türbesini ziyaret etmek vardı.
O en başarılı devlet adamlarından biridir. Çağrı bey, Alpaslan ve Melikşah dönemlerinin veziridir. Tecrübelerini ondan sonra gelecek yöneticilere rehber olması adına bir “siyasetname” adlı eserde toplamıştır.
Dandanakan Savaşı’nın ardından Gazne’ye gitmiş, Horasan tamamen Selçuklular’ın eline geçince Selçuklular’ın hizmetine girmiştir. Nizâmülmülk, Çağrı Bey’in yanında yer alıp kendisinden büyük ilgi ve yakınlık gördü. Çağrı Bey’in ölümünün ardından Tuğrul Bey döneminde Horasan’ı yönetti. Alparslan’ın, kardeşi Süleyman ile giriştiği taht kavgası sırasında Alparslan’ın yanında yer aldı. Siyasî kabiliyetleriyle onun dikkatini çekti. Alparslan onu vezir tayin etti. Malazgirt Muharebesi hariç Alparslan’ın bütün seferlerine katılan Nizâmülmülk, bu savaşların kazanılmasında önemli rol oynadı.
Daha sonra Sultan Melikşah’ın rakiplerini bertaraf ederek tahta geçmesinde büyük hizmetleri oldu. Sultan Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devleti için ciddi bir tehlike olan Hasan Sabbâh ve adamlarıyla mücadele etti.
Uzun süren vezirliğinden bazı devlet adamları rahatsızdı. Nizâmülmülk’ ün idarî tasarruflarını, evlât ve kölelerinin önemli mevkileri ele geçirmelerini bahane ederek onu sultana şikâyet ettiler. Sultan Melikşah bu şikâyetler üzerine Nizâmülmülk’ü huzuruna çağırıp dinledi. Her defasında onu haklı bularak yetkilerini arttırdı ve şikâyetçileri ağır cezalara çarptırdı.
Terken Hatun oğlunu veliaht tayin etmek isteyince Nizâmülmülk’ü gözden düşürmek için sultanı etkilemeye çalıştı. Bunun üzerine sultan Nizâmülmülk’ e haber göndererek yetkilerini aştığını ve kendisini vezirlikten azletmekle tehdit etti. O güne kadar bilgece sözlerle Sultan Melikşah’ı sakinleştiren Nizâmülmülk bu defa sert bir üslûpla, yaptığı iyilikleri ve idarî hizmetleri sultana hatırlatıp kendisini vezirlikten azlettiği takdirde tacının ve devletinin yok olacağını söyledi. Melikşah bu gerginliğe rağmen onu görevden almadı.
Bu olayın ardından Sultan Melikşah Nizâmülmülk, Terken Hatun ve diğer devlet adamlarıyla birlikte İsfahan’dan Bağdat’a hareket etmişti. Ancak 1092 yılında öldürüldü. Cenazesi İsfahan’a götürülüp buradaki türbesine defnedildi.
Semerkant kitabında Amin Maalouf Nizamülmülk ile Melikşah son yolculuğundan bahseder. Bu bölüm benim çok hoşuma giden bölümlerden. Sİze de aktarmak isterim.
Hayyam ona sağlığın çok iyi değil yola çıkmamalısın der ve o merak etme ölümüm yoldan olmaz diye cevap verir. İnfazı yapılacağı yere doğru giderken Melikşah atasına sorar: sence daha ne kadar yaşarsın? Cevap verirken Nizam’ın kılı bile kıpırdamaz. -Uzun, çok uzun süre. Sultan ne diyeceğini şaşırır. Haydi bana kibirli davranıyorsun diyelim, ama Allah’a karşı bu kibir de ne oluyor? Allah ne dese o olur, herkesin vadesini o bilir, desene! – Öyle dedim, çünkü geçen gece bir rüya gördüm. Peygamberimiz bana Allah’ ın selamı üzerine olsun, bana göründü. Ona ne zaman öleceğimi sordum ve içimi rahatlatan bir cevap aldım.
Melikşah sabırsızlanır. Neymiş o cevap? Resullah şöyle dedi:” sen iyi birisin, iyilik yapıyorsun o yüzden ne zaman öleceğini sen seç. Ben de şu cevabı verdim; kimse bunu bilmek istemez. Ama ben sultanım Melikşah’tan fazla yaşamak istemem onun ölümünü görmek istemem, dedim. Dileğin gerçek olacak dedi Resulullah o zaman “sultandan kırk gün sonra öleceksin”
Nizâmülmülk’ün ölümünden otuz beş gün sonra Sultan Melikşah vefatı neticesinde yazar böyle bir hikaye eklemiş olmalı. Ama tam da Nizâmülmülk’e yakışır diyalog. Zaten o dönemde insanlar vezirin beni görevden alırsan tacın da tahtında yok olur demesini keramet olarak yorumlamışlar.
Büyük Selçuklu sultanlarına yirmi yılı vezir olarak elli iki yıla yakın hizmet eden Nizamülmülk`ün türbedarlığını asırlardır aynı aile yapıyormuş.
Eski çizim ve planlarında içinden dere akan büyük bahçeli bir konak olarak görülen ve şehre hakim bir noktadaki ihtişamlı yer, şimdilerde yaklaşık 100 metrekarelik küçük bir alan olarak duruyor.
İsfahan’ın varoş sayılabilecek dar sokaklı bir mahallesinde bulunan “Nizamülmülk” adı verilen sokakta yer alıyor. Dışarıdan hiçbir şekilde tarihi bir yer olduğu anlaşılmayan yapı, son derece sade. Mahalledeki diğer evlerden bir farkı yok gibi.
Kapısı çoğu zaman kapalı olduğundan türbeyi gezmek için kapıya yapıştırılan numaradan türbedarını aramak gerekiyor.
Bir yandan kendi işiyle meşgul olan diğer yandan türbenin bakımını ve türbedarlığını yapan beyefendi, gelen her telefonda işini bırakıp ziyaretçiler için kapıyı açmaya koşuyor. Baktınız telefonla anlaşamadınız çünkü İngilizce bilmiyor o zaman hemen karşısındaki bakkala gidiniz. O hemen kendisine haber verecektir.
Kapıdan girer girmez küçük bir bahçe karşıladı bizi. İlk dikkati çeken öndeki 25 santim yüksekliğinde 2 metre uzunluğundaki işlemeler ve ayetlerle süslenen mermer mezar taşı oluyor. Sultanlığı boyunca Melikşah’a vezirlik yapan Nüzamülmülk’ ün mezarı bu. Görevini devam ettiriyor gibi yine gelenleri önce o karşılıyor. Yani girerken ilk onu selamlıyor çıkarken de onun yanından uğurlanıyorsunuz.
Sultan Melikşah ile eşi Terken Hatun’un mezarları ise içeride, arka tarafta yer alıyor. Sultan Melikşah’ın yattığı, mezar taşının etrafında ise Ayetelkursi, Zümer suresinin 53’üncü, Ali İmran suresinin 18, 19 ve 26’ncı, Bakara suresinin 137’nci ayetleri ile İhlas suresinin tamamı işlenmiş.
İncelemelere göre aslında burada 18 kişinin defnedildiğinin tespit edilmiş. Fakat türlü sebeplerle halihazırda 9 kabrin bulunduğunu söyledi.
Bize tüm bu bilgileri aktaran kuşaklardır ailesinin türbedarlığını devralan beyefendi günün sonunda bir başka entresan bilgiyi daha aktardı. Sultan Alparslan’ın mezarının Merv şehrinde değil de burada olduğunu söyledi.
Bu rivayete delil olarak söz konusu mezarın Sultan Melikşah’ın baş tarafında yer almasının gösterdi. Ancak Sultan Melikşah’tan daha büyük biri onun baş tarafına gömülebilir, dedi. Tarihte ondan daha büyük olarak sadece babası Alparslan vardır.” dedi. Günün sürprizi bizi oldukça şaşırttı doğrusu. Beyfendinin anlattıklarından sonra ikna olduk.
Alparslan’ ın mezarını görmüş olmaktan daha ilginç olan beyfendinin dedelerinin izinden gönüllü olarak buranın bakımını yapması bence . Elindeki telefona çeviri programına konuşuyor sonra Türkçe olarak biz dinliyoruz. Sabırla tekrar tekrar anlatıyor oluşu bizi duygulandırdı. Buradan da ailenin son ferdi Hamid Zaferkendi’ye teşekkür etmek isterim. …
Hamid bey bize duvardaki 65 yıl önce çekilen bir fotoğrafı gösterdi. Babasının bebekliğini dahi gördük. Fotoğraftaki beş yaşındaki bebek meğer babasıymış. Amca şimdi 70 yaşındaymış. Ata mirası bu görevi memnuniyetle sürdürdüklerini söyledi.
Biz üzeri tozlandığından ıslak mendil ile silmeye başladık. Dört bir yanı pırıl pırıl ettiğimizde bir baktık ki beyefendi lütfen şurada biraz istirahat edin ben hemen geliyorum dedi. Beklemeye başladık ve ne görelim elinde tatlılar, içeceklerle geldi. Çok teşekkür ettik çok mahcup olduk dedik. O da; annem ne zaman buraya gelse çadoruyla hemen mezarların üstünü silerdi. Şimdi rahmetli oldu ve sizin temizliğe başlamanız bana onu hatırlattı, Allah sizden razı olsun dedi. Hepimiz için duygusal dakikalardı. Ehh takdir edersiniz gözyaşlarımızı çoktan koyvermiştik bile…
Nizamülmülk türbesini ziyaretimizi olduğu şekli ile yani beyfendinin bize anlattığı haliyle çektiğim video linkini de şuraya bırakıyorum. İzler yorum ve beğeninizi eksik etmezseniz sevinirim.
Böylece 2 gün dolu dolu sabah erken saatlerden geç saatlere kadar yürüyerek her köşesini gezmeye çalıştığımız şehre son noktayı burada koymuş olduk. İsfahan bizim kalbimizde türlü türlü güzelliklerle yer etse de en büyük etkiyi burada bir mezar başında yaptı diyebilirim. Umarım gidecek olanlar burayı ziyaret ederler.
Eh, İsfahan, dedikleri gibi dünyanın yarısını gördüğüm için ve güzel insanların halen var olduğunu gösterdiğin için sonsuza kadar sana minnettarım.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Youtube : pustoodunya
Instagram : pustoodunya sayfamda hikayeler kısmında İran profilde sabittir.
Diğer İran yazılarım için linkler de aşağıdadır
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Muhteşem
Kaleminize, yüreğinize sağlık. Farklı zamanlarda olmak üzere İsfehan’i dört kez ziyaret ettim. Yazdıklarınızı duygulanarak okudum. Nizamulmuk’un türbesini ziyareti bir başka gelişe ertelemistim. Google haritalarda işaretlenmiş olması sevindirici. Türk Milletinin Millet olma sürecinde İran topraklarının, Fars dili ve kültürünün çok etkili olduğunu düşünüyor ve müşahede ediyorum. Isfahan’da yaşamak güzel bir fikir. Hiç değilse bir kaç ay. Sağlıkla daha pek çok geziler diliyorum.