“Ağrı Dağı Türkiye’nin en yüksek noktasıdır” cümlesi ilkokul sıralarında öğrendiğimiz en etkileyici cümlelerden biri olabilir. Benim için en azından öyle.
Ağrı dağı, adına efsaneler anlatılagelen, romanlara konu olan, onlarca masalda hikayede adı geçen ve birçok inanca göre de kutsal bir yer. Hıristiyan inanışında Nuh’ un gemisinin oturduğu ARARAT dağı olarak adı geçiyor. Gerçekliği tartışılır ama buna inanan çok fazla insan var.
Ağrı Dağı ile ilgili bir başka yazım da bunları anlattım. Şayet okumadıysanız ona da bir göz atmanızı öneririm. Zira NASA astronotlarından, dağ köylülerinin masallarına kadar farklı şeyler duyacaksınız. Yazının sonuna link bırakacağım. Bu yazım sizi etkiler ve dağa çıkmaya karar verirseniz ne yapmalısınız, yanınıza neler almalısınız içerikli bir yazım da var. Onun da linki yazının sonunda yer alacak.
Yavaştan benim Ağrı dağı ile olan münasebetime ve tırmanışa dair maceralarıma başlayalım mı?
Onu ilk gördüğümde vurulmuştum bu açıdan aramızdakine ilişki denilebilir. Fakat işin doğrusunu söylemek gerekirse çıkılabileceğini bile bilmiyordum. Nepal’de Himalayaların bir kısmında küçük bir zirveye yürümüştük. Akşam olunca konakladığımız köy evlerinden birinde Amerikalı iki beyfendi ile konuşurken Türkiyeye 30 yıl kadar önce geldiklerinden bahsettiler. Nereleri gördünüz deyince klasik Pamukkale, Kapadokya elbette İstanbul filan dediler ve eklediler; Ağrı dağı zirvesine çıktık. O an şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilememiştim. Vay be, bravo doğrusu çok büyük bir şey bu, tebrikler , demiştim. Ablam kulağıma biz daha uzaktan bile görmedik Türkiye’ ye gidince ilk işimiz Ağrı dağını görmek olsun, dedi.
Hemen o kış Doğu Ekspresiyle Kars’a oradan İshak Paşa Sarayını görmek için Doğu Bayazıt’ a gittik. İlk kez Ağrı dağını bu gezimde gördüm. Karlı bir kış günüydü dümdüz Iğdır ovasında tüm heybetiyle yükseliyordu. O kadar güzel görünüyordu ki kelimelerle anlatması güç.
Bizi götüren taksici ben zirveye çıktım isterseniz siz de çıkabilirsiniz dedi. Şu sıralar devlet tarafından çıkış yasak ama kaçak gidiliyor diye ekledi. Biz yok canım nasıl çıkalım, öyle kolay mı dedik. Hele yasaksa hiç işimiz olmaz dedik. Sonra üstünden birkaç yıl geçti dağ çıkışlarına izin çıktı. Nasıl zirveye çıkılacağını araştırmaya başladım ama aklımda hep belli bir yere kadar çıkarım zirve mi yok daha neler, diye geçiriyordum.
Birkaç firmaya, ekibe, dağcılıkla ilgili derneklere yazdım durdum. Hepsi çıkılabileceğini, zor ama imkansız olmadığını söyledi. Tam aklıma yatmışken pandemi bu kez yolları kapadı. O can sıkıcı süreç bitince de kış başladı ve nihayetinde bir arkadaş buluşmasında mevzu geldi Ağrı dağına. Farkettik ki gezgin takımının içindeki maceracı ruh da benzermiş. Hepimiz Ağrı Dağı’na çıkmak için hevesliymişiz. Neden olmasın yaparız biz bu işi dedik. O zaman hadi bunu ciddi düşünelim araştıralım ve birlikte gidelim. En azından birbirimize itici güç oluruz. Durduğumuzda destekleriz, düşersek kaldırırız dedik.
Dört koldan araştırmalara başladık. Kafamızdaki sorular genel hatlarıyla belirmişti.
İlk işimiz zamanı belirlemek oldu. Sonra firma arayışına başladık ve uçak biletlerini aldık. Malzemelerimizi tedarik ettik. Artık psikolojik olarak kafamız dağ kafasına girmişti.
Çok çok samimi olduğumuz birkaç arkadaşımız, aile üyeleri dışında pek etrafımızda Ağrı Dağı çıkışı ile ilgili konuşmadık. Bu grupça kararımızdı. O yüzden burada gitmeden önce manevi destek veren herkese teşekkürler edeyim.
20 Ağustos 2023 İstanbul havalimanından Thy ile Iğdır’ a uçtuk. Verdikleri sandviç rezaletti tamam tamam bu kadar detaylı anlatmayacağım. Fakat müsadenizle bu büyük bir maceraydı o yüzden hiçbir anı atlamadan anlatmak istiyorum. (Kimse okumasa bile ben ara ara açıp okuyacağım galiba)
İlk gün firma yetkilisi bizi alandan aldı ve Doğu Bayazıt’ a otele yerleştik. Akşam yemeği için kebapçıya gittik, enfesti. Sonra uyuduk uyandık içimizde bir garip heyecanla bizi 2000 metre civarında bir yere kadar götürecek minibüse yerleştik.
Önümüzde dağın manzarası tek bir ağacın olmadığı çorak yoldan ilerledik. Bir ara şoföre bizim gideceğimiz kamplar görünüyor mu, dedim. Dağın tepesinde minnacık çadırları işaret etti işte 3200 metre, işte şu portakal rengi olan çadırlar da 4200 dedi. Bir baktım ki bakmaz olaydım. İçimden nasıl bir işe kalkıştın sen böyle dedim. Zorluğunu hemen anladım çünkü birkaç dağ tecrübem vardı. Ama yükseklik olarak 3500 den yükseğe çıkmamıştım. Arnavutluk, Nepal, Bosna, İsviçre, Gürcistan dağları hepsi en azından yolu olan rotalardı. Burda öyle bir şey yok bildiğiniz dağlardan değil Ağrı Dağı !
İç sesime pek kulak asmayarak yürüyüşün başlayacağı yerdeki atların başında araçtan indim. Atlara sırt çantalarımız yüklenecek bizse ufak çantalarımızı arkamıza alıp yola başlayacaktık. Atlar hem tozlu yoldan gittiklerinden hem de çarpıp düşürebildiklerinden çantalarımızı evden getirdiğimiz çuvallara yerleştirdik. Üstüne isimlerimizi yazdık.
Kamp malzemeleri çantalarla yola revan oldu ve araç gidiyor isteyen araçla çıksın dendi. Nedense bana bakarak yok yok bizzat bana abla git istersen dendi. Bir saniyelik de olsa aklım çelinir gibi oldu ama arkadaşlarım ve ablam hayır biz buraya Ağrı dağına çıkmak için geldik yürürsün dediler.
İlk gün şimdi düşününce 2000 civarından 3200 metredeki kampa yürüyüş yolumuzu kolay gibi geliyor ama zordu. Galiba benim için en zor gün de olabilir. Volkanik toprak tozunda, yer yer taşlık alanda ve güneş altında geçen saatler. Bir de ilk gün bacaklar henüz alışık değil. Neredeyse 21.5 kilometre yürümüşüz.
Nihayet 3200 metredeki ilk gecemizi geçireceğimiz kamp alanına vardık. Çadırımızı seçtik ve bizim için hazırlanan ikramların başına attık kendimizi. İlaç gibi geldi. Tabii ki en güzeli çay olmasıydı. Dağcının milli içeceği çaydır gerisi teferrüat bunu da yazın bir kenar, dedi Özgür arkadaşım. Valla çok haklıydı:)
İkinci gün sabah kahvaltısı ve yüksek irtifaya uyum dağcılık deyimi ile aktimilizasyon yürüyüşü yapmaya başladık. Hedef 3800 metrelere çıkıp yine 3200 e inmek. Amaç vücudun yüksekliğe alışması. Hepi topu altı kilometre yürüdük ama bence saçma bir şekilde çok hızlı çıkıp indik. Ultra maraton koşucusu arkadaşımın söylediği bir öğüt kulağımdaydı ve ben ekibe pek uymayarak çıkıp indim. Arkadaşım demişti ki; unutma en yavaş en hızlıdır. Acelen yok dağ orda senin sağlığın önemli. Bir de spor hocalarım diyafram nefesi almayı çalıştırmıştı. Uyabildiğim kadarıyla bunlara uymaya çalıştım fakat nafile yine de nefes nefese kalıyorum.
Kamp yapmayı sevenlerin ağzının suyunu akıtan bir yer Ağrı dağı. Zorlukları var mı var ama kamp alanı güzeldi. Birçok firma dağa çıkıyor ve sanırım kendilerinde bir alanı çeviriyorlar. Taşlarla sınırlar yapmışlar ve o eğimde her bir çadır için zemini düzeltmişler. Yine de eğim vardı ama sıkıntı yok Ağrı dağı çıkışı bu gayet normaldi.
Herkesin çok merak ettiği tuvalet işine gelirsek işte o iş zor. Kampın biraz uzağı ama çok uzak olmayan bir kısmına yapılmış derme çatma bir tuvaletti. Diyelim ki tuvalete gitmek icap etti. Hadi bakalım yürümek lazım yine 10 metre alçal yüksel o bile fark ediyor desem güler misin? Bence gülmeyin yaşayan bilir nasıl bir acı tecrübe olduğunu. Tuvaletten çok bir beklentimiz yoktu sadece su ve kağıttı, çöpün atılacağı bir çöp kovası bu kadar. Ama nedense kendimiz halletmek zorunda kaldık. Olsun o da geçti bitti, biliyorum yaptıklarımız nereye gidiyor merak ettiniz. Tabii ki kayaların arasından hop doğaya. Burnumuz tıkalı olduğundan olmalı hiç koku yoktu.
3800 metrelere çıkıp indik hop akşam yemeği zamanı, yuppi! Mustafa abi yediğim en güzel çorbalardan birini takdim etti. Yanılmıyorsam etli sebzeli pilavlı bir menüydü. Sonra sohpet zamanı, gülüşmeleri, heyacanı paylaşmalar filan.
Arada gökyüzüne baktık tabi. Gökyüzü dediğim de yıldızlardan yorgan, zİfiri karanlığı aydınlatan bir öbek yıldız. Samanyolu, Mars, Büyük Ayı hepsi elimi uzatsam avucuma dolduracakmışım gibi yakın. Yaşar Kemal kitabında “Ağrı dağı, dünyanın üzerinde oturan ayrı bir dünya gibidir, ağırdır, heybetlidir. Çoğu zaman başı dumanlıdır. Bazı da bulutların yerini savrulan yıldızlar alır. Top top, dönen, bir borada esen yıldızlar.” der.
Çadırlara çekildik bir ara gece 3 gibi uyandım ve çadırdan dışarı baktım. Zirveye doğru tepe lambaları inci gibi dizilmiş insanların çıkışını izledim. Kolay gibi görünüyordu. Hadi hayırlısı deyip uyudum. O gece bir ara dolu da yağdı, köpekler havladı ki genelde ayı gelince havlarlarmış. Aman gelsin deyip yattım uyudum.
Üçüncü gün uyanınca şöyle bir dağa baktım nasıl güzel nasıl uluydu. Kahvaltı sonrası çantaları toplayıp atlara verdik ve yola döküldük. Bugün biraz daha dik ve uzun yolumuz varmış. Zigzaglar çizerek 4200 metre kampına varacakmışız. Bir noktadan sonra hava illa ki sertleşecekmiş yanımıza uzun kollu bir şeyler almalıymışız.
Tüm yol pudramsı bir toz kaplı, arada taşlar zorlayıcı. Ekip dağılıyor önümden giden arkada kalan, bir de zirveden dönen başka ekipten insanlar ekleniyor. Onlara yol vereyim derken yüklü atlar koşarak geliyor.Tam bir panayır yeri gibi ama eğlenceli bir panayır değil. Biz nefes nefeseyiz, artık oksijen azalmaya başladı. Susadık, acıktık, yorulduk. Sadece iki saatte bir kez on beşer dakika atıştırmak için durduk. Bir an önce 4200 metre kampına varmalıyız. Bu yolun güzel tarafı zirveyi görenlerin muhteşemdi yaparsınız diye motive etmeleriydi. Gerçi kimileri de çok zordu diyordu. Ama duymamazlıktan geldim.
Öyle böyle derken kampa vardık. O da ne tuvalet yok hadi gittin bir köşeye yaptın bırakın kıçımızı elimizi yıkamaya su yok. Ama bizim için yine atıştırmalık hazırlanmış. Hadi gidip çişimizi yapalım diyoruz da insanlardan uzaklaşmak için tepe çıkmalıyız. Tamam güzel ama nasıl çıkacağız. Bacaklar gitmiyor. Hareketler yavaşladı, nefesler zorlaştı. Belki sadece yorgunluktu belki oksijensizlik bilmiyorum ama insan tuvaletini tutamıyor arkadaşlar illa yapacaksın. O tepeye çıkacaksın. Neyse bir köşeyi gözümüze kestirdik ilerledik ama bu demek oluyor ki 50 metre çıktık.
Amanın zemin nasıl değişmiş öyle. Yükseldikçe mıcır gibi kaygan bir taşa dönmüş ve dağın açısı iyice dikleşmiş. Eyvahlar olsun gündüz gözüyle bu böyleyse biz bu gece nasıl zirveye çıkacağız diye kara kara düşünüyorum. Ama çıkarım, buraya kadar geldik ne var 4200 den 5137 ye ne kaldı ki diyorum.
Çadırımız mı uçurumun kenarında ama bunu da aklıma getirmemeliyim. O yüzden sırt çantalarımızı başımızın altına aldık. Ayaklarımızı eğimli tarafa verdik ki ağırlık gitmesin. O derece uçtaydık. Uç dediğimde bayağı dağın yüzyıllar önce patlamasıyla oluşmuş andezit lavlardan oluşan vadisi. Değil rüzgarda çadırın uçması ayağınızı yanlış bassanız yuvarlanırsınız, parçanızı toplarlar.
Akşam yemeği 17.00 de yendi 18.00 de herkes çadırına girdi uyumalıyız. Fakat çok da kıpırdanamayız uçurumdan aşağı yuvarlanabiliriz. Mumya gibi birkaç saat yatabilir miyim?Aslında normal şartlarda ben sürekli dönerim, deli yatarım. Ama korkudan mı, heyecandan mı yoksa irtifa etkisi mi bilmem tuluma girer girmez uyudum.
Dördüncü gün yani büyük gün bugün. Bizi gece 12.00 de uyandırdılar. Kahvaltı yapıp ( aslında hiçbir şey yemedim de adı kahvaltı olsun) gece 01.00 de üst üste giyinmiş kafa lambalarını yakmış başlıyoruz.
Dağda sadece bizim grup yok yüzlerce insan aynı anda tırmanışa başlıyor. Hatta trafik sıkışık bile denilebilir. Bu kalabalığın % 98 inin yabancı dağcılar sadece % 2 sinin Türk dağcılar olduğu söylendi. Gerçekten de inip çıkarken bizden başka birkaç Türk gördük. Bu bizim çıktığımız döneme mahsus değil her zaman oran bu şekildeymiş.
Bizim kamp en yukarıda olduğundan yola erken başlarız ohh fıtı fıtı çıkarız derkeeeenn kazın ayağı öyle değilmiş meğer. Ay o da ne azıcık yürüdük hemen yoruldum. Montun önünü açsam donarım, açmasam terledim bile. Bunları düşünmeyip yürümeye kendimi verdim.
Nefes almak zor olduğu gibi günlerdir tıkalı olan burnum açılmaz mı. Deli olcam sümüğüm akıyor durduramıyorum, silemiyorum, elimde koca eldivenler var. Batonu bırakamam, yürümeye ara veremem arkamdan gelenler var. Aman akarsa aksın dedim ama bildiğiniz çeşme gibi fışşşşk gidiyor gidecek olan. Bir ara hani minibüsçüler, serseriler sümkürür ya işte ondan yaptım. Hehe ne saçma ve iğrenç bir paragraf oldu ve bu detayı neden anlattım bilmem:) Olsun kalsın burda.
Arada manzaraya bakmak istiyorum çünkü yıldızlar o kadar çok ki, gökyüzü o kadar güzel ki. Fakat adımımı attığım yere iyi bakmalıyım tepe lambamı başka yöne çeviremem. Başkasının gözünü alır mazallah. Yine de ara ara bir dakika sadece birer dakika durduk. Nefesimizi kontrol etmek için.
Ben orta hızdaki grup içindeyim. Hızlı çıkanlar önde, biz ortada ve daha ağır çıkarım diyen ekip arkadaşlarımız arkadan geliyor. Tabii yanımızdan sanki çok kolaymış gibi hızla geçen kim bilir nereli yabancı dağcılar var. Bu tipler gerçekten sinir bozucu ama durun siz hiç merak etmeyin zirvede onları da gördük biz.
Kısa molalardan birinde arkadan bir ses geldi. Birinin burnunun kanadığının bu yüzden durmamız gerektiğini söylediler. Durduk ama bu duruşlar aslında hiç iyi değil çünkü ısınan vücut ve yüksekliğe alışan bünye sarsılıyor. Hadi iyileşti devam dediler yine tırmanmaya başladık.
Yer yer merdiven gibi kayalar yer yer de benim belime kadar gelen büyük taşlar vardı. Büyük taşlara gelince önümde biri varsa ve çekerse iyi ama yok kimse beni çekecek gibi değilse batonu önüme atıp ya allah deyip zıplıyordum. Beden dersinde kasadan atlayamayan beni o çaresizlikte görseniz alkışlardınız. Şuraya not düşeyim benim boyum hepi topu 153 cm.
Bir ara yine arkadan bir ses geldi. Biri daha fenalaşmış rehberimiz onu aşağıya 4200 kampına götürmek zorundaymış. Geçmiş olsun deyip yola devam ama tabii insan demoralize oluyor. Zaten zor nefes alıyorum bacaklar artık bir adım daha atacak gibi değil ve sürekli arkadan kötü haberler.
Nefes demişken yükseldikçe zorlaşan nefes alışverişine kalbin hızla atması ekleniyor. Baş dönmesi ve mide bulantısı da cabası. Hatta bir ara batona çenemi dayayıp dinleneyim dedim ayakta uyuyacaktım. O kadar çok dağcılık filmi izlemişliğim var ki uyumamam gerektiğini çok iyi biliyorum. İşte tam o esnada ben de bir imana gelme olayı cereyan etti. Gülmeyin ya da gülün ne yapayım öyle bi şeydi. Bildiğim tüm duaları okumaya başladım. Yasin suresinin ilk iki sayfası ezberimde onu okuyorum ama bir türlü toparlayamıyorum dilim dolanıyor. İçimden okuyorum ama okuyamıyorum filan o derece tırsmaya başladım.
Öyle böyle dua okurken yine bir ses “duralım arkadaşımızın biri bayıldı geri dönecekler var” dedi. Oldu mu sana yarıda bırakan üç kişi. Beynimin içinde buraya kadar geldin, yoruldun, az kaldı sakın bırakma cümleleri fink atıyor. Önümde ablamın ayakkabılarını görüyorum sadece. Bir ara o da çok zor nefes alıyorum demez mi. Ben de öyleyim ama biz oraya çıkıcaz dedim ve onun önüne geçip tırmanmaya devam ettim. Konuşamaz haldeyim. Konuşmaya çalıştığımda çıkan ses benim sesim değil.. Biliyorum ablam durmayı asla istemez ama beyni şu an onu aldatıyor. Ben gidersem beni bırakmamak için ölse de gelir arkamdan.
…
Geri dönme şansım yok. Zaten titriyorum. O noktada bu işin bir tarafında hipotermiye girerek ölmek veya ya dönecek gücüm kalmazsa diye düşünceler… Halüsinasyon görmek normal onu da biliyorum. Bunlar hep yüksek ittifadan.
Fakat bir ara dönüp baktığımda gördüğüm Ağrı dağı gölgesi yürümem için itici güç oluyor.
Herkes benim gibi bitik değil ama hiçbiri kanlı canlı da değil.. Bir şey olsa inanın orada kimse kimseyi ne taşıyabilir ne kurtarabilir… Aklıma o anlarda bir de gitmeden önce yeğenim Esma’ ya sen de gel bizimle dediğimiz geldi. İyi ki dedim iyi ki gelmemiş. Ya gelseydi de fenalaşsaydı. İnsan bu vebalin altından kalkamaz. O yüzden yeri gelmişken yazayım tavsiye eder misiniz diyen herkese eğer dağ tecrübeniz yoksa oturun oturduğunuz yerde derim. Yine de gitmek istiyorum, ben yaparım diyene de ne mutlu sana dene o zaman derim. Ama kimseye herkes hayatında bir kez olsun yapmalı, bu heyecanı yaşamalı gibi bilgiç bilgiç laflar etmem.
Nasıl oldu nasıl yaptık bilmem ama 11 km’lik yolu aştık ve 4900 metrelere yaklaştık. Ellerim o kadar çok üşüyordu ki tamam dedim bittim ben. Diğerleri yani önden giden ekip kramponları takmaya başlamıştı bile. Durmayın hemen çıkmaya başlayın diye sesler geliyordu. Krampon takma sırası bize geldi ama bana ve ablama krampon bulunamadı. Ellerinde olanların küçülme imkanı olsa da bizim ayağımıza yine de büyük gelmişti. Meğer fenalaştım yapamayacağım diye geri dönen arkadaşlarla inen rehberimizin sırtındaki çantada kramponlar da inmiş.
Metrobüs durağında asansör bekleyen ben, hiçbir yere yürümek istemeyen ben Ağrı Dağına çıktıysam herkes çıkar diyemeyeceğim. Bu kesinlikle kişinin yapısının dağ ile uyumu. Yapamazsanız bırakmalısınız ! İlla zirveyi görmek değil sağlık önemli ! Fakat baktın ki daha aşağılarda yapamayacaksın grubu da etkilememelisin.
Hanife’yi gördüm karın üstüne oturmuş titriyor. Yanındaki iki adamı tanımıyorum ama termostan sıcak bir şeyler içiyorlar, dumanı gördüm. Adama bana da verir misiniz dedim ya da sesim çıkmadı elimi uzattım hatırlamıyorum. Adam termos kapağına sıcak bitki çayını uzattı. Nasıl güzel geldi tarif edemem. Bu sırada kramponu takan gidiyor ama biz duruyoruz ve donuyoruz. Demezler mi hava şahane kramponsuz da gidersiniz. Durursanız donarsınız ve hiç yürüyemezsiniz. Hadi çıkın başlayın yürümeye.
Aklımızda zirve şuracıkta onca yolu geldim yaparım, durursam donarım, ne olcak ya krampon ne ki gibi düşünceler vardı galiba. Kendimizi karın -kar demek doğru değil buzun- üstüne attık. Bu buza “ice cap” yani buz takkesi deniyor. Dünya kurulduğundan bu yana dağın zirvesinde bu buz takkesi burada. Öyle düşünün.
Bastığım yerden takır tukur sesler geliyor. Bir adım atıp iki adım geri kayıyorum. Batona abanıyorum ama nafile eller donmaya başladığından batonu da sağlam tutamıyorum ki. Biraz böyle çıkmayı başardık. Yol yarılandı mı hiçbir fikrim yok. Rüzgar öyle bir esiyor ki bu yaşıma kadar ben böyle bir rüzgara maruz kalmadım. Sanırım 100 km hızla esiyordu hiç abarttığımı düşünmeyin.
Dik bir buzun üstünde adım atmaya çalışıyorum, rüzgar uçuruyor, kayıyorum önümde daha çok yol var. Ablam ise bir gün önce yanlışlıkla batonu dağdan inince ( o da ayrı hikaye) tek baton ve kramponsuz onu da biliyorum. Arkamı dönüp bir ara baktım geliyor mu diye ve çıktığım o dimdik yolu görünce başım dönmeye başladı. 20. kattan aşağı bakamam ben içim fena olur. Şimdi ise 5000 metreden Türkiye’ ye bakıyorum. İç hatlar uçakları 6000 mt- 8000 mt civarından uçarmış genelde öyle hesaplayınca manyak bir olayın içindeyim, düşünsenize, delilik bu!
O sırada yanımıza rehber Ahmet abi geldi. Hocam kramponsuz çıkamayacaksınız durun, dedi. Yukarıdan inen bir başka dağcının ayağından kramponlarını istedi. Kadının ayağından alıp bana birini ablamın ayağına da diğerini geçirdi. Ohh biraz daha iyiyim ama ellerim neden böyle sanki yok, canım da yanıyor üstelik.
Daha çok yolumuz var, rüzgar yanaklarımı acıtıyor diye düşünürken koluma girmiş biri olduğunu farkettim. Sürekli abla beni duyuyor musun, bende kal abla, az kaldı yaptın başardın diyordu. Bunu belki 10 kez tekrarladı belki ben beynimin içinde bu sesi duyup duruyordum. Bir adım bir adım daha derken zirveye çıktım. İzlediğim videolarda herkes ağlıyordu ağlayasım vardı ama parmaklarımı hissetmiyordum. Kramponsuz çıkmanın telaşıyla belki irtifa yüzünden bilincim kısa süre kapanmıştı. O dakikalarda ben bunun farkında değildim tabii.
Canım acıyordu ve sadece şöyle bir bakmak istedim. Etrafıma bakmak, oradan nasıl görünüyor diye bakmak! Güzeldi ama sesler karmaşıktı yüzler bulanık. Esra’yı gördüm gülümsüyor bir şeyler diyordu anlamıyordum. Ablam iyi misin deyip duruyordu. Sevil Türk bayrağını açmıştı ve fotoğraf sırası çoktu. Henüz iki gün önce tanıdığım Uğurcan başardık, dedi sarıldı.
Beraber yukarı çıktığımız rehber Yusuf’a parmaklarımı hissetmiyorum deyince eldivenden ellerimi çıkarıp üflemeye başladılar. Eldiveni tekrar takıp ellerimi birbirine vurmamı söylediler. Bu yazıyı yazdığım esnada üstünden bir hafta geçmişti ve parmaklarımın ucunu halen hissetmiyorum. Karıncalanıyor gibi bir his var.
Birkaç kare fotoğraf, şöyle bir etrafa bakış, rüzgarın sesi, dondurucu soğuk, vücudu taşımakta zorlanan bacaklar. Ama zirveye çıkmayı başarmanın o tarif edilemez mutluluğu.
Zirveden yavaş yavaş tek kramponla daha temkinli olarak inmeye başladık. Rüzgar daha da kötüleşti sanki. Savrulsak kimse bizi ne durdurabilir ne yakalayabilir öyle dik. Kramponların takıldığı yere kadar Ahmet abi kolumuza girmiş şekilde indik. İnerken aşağıya bi ineyim iki rekat şükür namazı kılıcam dedim. Kıldım da merak etmeyin.
Etrafıma bakınca bizim aylar önce hadi Ağrı Dağı’na beraber çıkalım dediğimizin tüm arkadaşlarımızın zirveye çıktığını gördüm. Mutluluk, şaşkınlık, gurur ve endişeyle geçen bir iki dakika içinde fotoğraf çektik. Neden endişe dediğime gelince hepimiz gayet iyi biliyoruz ki önümüzde 11 km dik bir yokuş var. Bu hiç kolay değil çünkü altı saat çıktık demek ki ortalama beş saat yol bizi bekliyor.
İniş çok çok çok daha zordu. Her adımda gece o karanlıkta biz bu yoldan çıkmış olamayız dedim. Yol indikçe uzadı, uzadıkça kaygan taşlar bitmek bilmedi. Aç, uykusuz, yorgun, şaşkın ama yine de keyifle indik. Keyif dediysem acıydı arkadaşlar bayağı acı içinde indik. İndik dediğim 4200 kampına geldik. Burada birkaç saat dinlenip 3200 kampına yürüyeceğiz. Saat öğlen vakti akşama kadar varmalıyız. Atıştırmalıklardan yedik biraz su içip eşyaları topladık ve 8 km yine iniş. O güne dair aklımdan çıkmayan inişin daha acı oluşu ve 3200 kampına varır varmaz verilen karpuzun tadı.
3200 kampında geceledik ve sabah kahvaltı sonrası bu kez tamamen dağa veda etme günümüz. Çantalar katırlara yüklendi. Grup fotoğrafları çektirdik ve dağa şöyle bir bakınca ne görelim kara bulutlar zirveyi kapatmış. Görünmüyor oysa daha on dakika önce tertemiz değil miydi ? Ama dağ böyle işte bir dakika sonra ne olacağı belli olmaz. Bize güzel yüzünü gösterdi. Aylarca konuştuğumuz başaracağız, hava da güzel olacak, hepimiz yaralanmadan hastalanmadan çıkıp ineceğiz dileklerimiz gerçek olmuştu.
Grubun önemini ilerleyen günlerde daha iyi anladık. Yolda yanyana gelince nasıl da süperiz ama, dedik. Az kaldı başardık biz bu işi, dedik. Ne ka kuvvetliyiz, diye gazladık birbirimizi. Hiçbirimiz pes etmedik, geri dönmeyi düşünmedik. Birimizde krem vardı diğerinde kolonya, biri bant getirdi başkasının eli mahirdi tamir işlerini yaptı derken tamamladık açıklarımızı. Sekiz kişilik arkadaş grubumuz çok zorlu bir rotayı alnının akıyla başardı. Hepimiz zirveyi gördük. Zirvede beraberce bir fotoğrafımız yok ama hepimiz ölünceye kadar o gün orada hissettiklerimizi net bir şekilde hatırlayacağız.
Şimdi buraya kadar okuyan sorabilirler neden böyle zor bir şeydi de illa yapmak istedin diye. Ben o tuhaf ” neden buradayım” sorusuna ne o zirve gecesi, ne de daha sonra bir yanıt verebildim. Ama ben Türkiye’nin çatısı, en yüksek noktasına 5137 metreye Ağrı dağının zirvesine 51 yaşımda çıkmayı başardım!
Bu maceraya beraberce atılmaktan gurur duyduğum ablam ve arkadaşlarıma kucak dolusu sevgiler. İyi ki onlarlaydım bir daha yaparsam yine aynı ekip yapmaya hazırım. Bir daha mı dedim?
Ben bu konuyu bir kez daha düşünürken siz gelin Ağrı Dağı ile ilgili diğer yazılarımı da okuyun.
AĞRI DAĞI HAKKINDA AZ BİLİNENLER İÇİN BURAYA
Yaşar Kemal ‘ in ölümsüz eseri AĞRI DAĞI EFSANESİ ROMAN ÖZETİ İÇİN BURAYA
AĞRI DAĞINA ÇIKIŞ İÇİN BİLİNMESİ GEREKENLER BURAYA
AĞRI DAĞI ZİRVESİNE ÇIKIŞIMIZIN VİDEOSUNU DA BURADA İZLEYEBİLİRSİNİZ
Gezi arkadaşlarımı takip etmek isteyebilirsiniz diye hesaplarının linkini bıraktım. Her biri ufkunuzu genişletecek geziler yapıyor ve paylaşıyor.
Canım ablam Türkan instagram için tıklayınız
www.cokuyancokgezen.com bloğu yazarı Sevilciğimin instagram için tıklayınız
Sevil ‘ in eşi eniştemiz Özgür’ ün instagram için tıklayınız
Doğa sever, hayvan sever, insan sever Hanifeciğimin instagram için tıklayınız
Dünyayı gezmeye doyamamış, Everest base camp yapmış Esracığımın instagram için tıklatınız
Yeni tanıdığım ama yıllardır dostummuş gibi hissettiğim güzel kadın Nazmiye’nin instagram için tıklayınız
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
6 Comments
Yaşadığımız her an,her zaman aklımda olacak , inişler,çıkışlar,nefes alırken zorlanmamız , nabzımın çok yüksek atması, zirve ye ne kadar kaldı diye diye devam etmemiz …. Oyy oyyy unutulmayacak …. tüm arkadaşlarımız azimli ve güçlüydü , tebrik ediyorum hepimizi ????????????????????????
emeğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş
Tebrikler Şükran. Hem Ağrı dağına çıkmak bence muhteşem hem de herzamanki gibi yazın muhteşem .
Şükran tebrikler…Doğu express i dahil tüm bu faaliyetlerin maliyeti tek kişi ne kadar ??
Yaşadığımız her an,her zaman aklımda olacak , inişler,çıkışlar,nefes alırken zorlanmamız , nabzımın çok yüksek atması, zirve ye ne kadar kaldı diye diye devam etmemiz …. Oyy oyyy unutulmayacak …. tüm arkadaşlarımız azimli ve güçlüydü , tebrik ediyorum hepimizi ????????????????????????
emeğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş
Yaşadığımız her an,her zaman aklımda olacak , inişler,çıkışlar,nefes alırken zorlanmamız , nabzımın çok yüksek atması, zirve ye ne kadar kaldı diye diye devam etmemiz …. Oyy oyyy unutulmayacak …. tüm arkadaşlarımız azimli ve güçlüydü , tebrik ediyorum hepimizi ????????????????????????
emeğine sağlık çok güzel bir yazı olmuş
Ah Şükranım, ne güzel yazmışsın, gözlerimden yaşlar akarak okudum. Yaptığımız akllı işi değildi ama bir sonraki dağ rotamız ne olacak demekten de kendimizi alamıyoruz! İyi ki birlikte yaptık bu işi!