Pierre Loti kahvesi ve 50 kuruşun hikayesi olarak başlık attım. Bir çoğunuzun ilk kez duyacağı bir hikayem var. Merak etmeyin meşhur Fransız yazar ve aşkı Aziyade’den ve sürekli bu tepede buluşmalarından bahsetmeyeceğim. Bambaşka bir hikaye bu!
Pierre Loti Tepesi’nin manzarası ve kahvesi meşhurdur, ama kim bilir ki bu tepenin zirvesinde sadece manzaradan ve kahveden fazlası var? Bu hikayede, Pierre Loti Kahvesi’nin ve onu yaşatan Sabiha Tansuğ’un azmi ve tutkusuyla dolu unutulmaz hikayesini keşfedeceğiz.
Pierre Loti tepesi ve kahvehanesini artık neredeyse duymayan kalmamıştır. Gelmemiş olsanız da illa eski Türk filmlerinden birinde rastlamışsınızdır. En azından kırmızı beyaz pötikareli örtüden hatırlarsınız.
O yüzden çayınızı, kahvenizi alın. Hatta bu yazıya oralet ya da ıhlamur iyi gider benden söylemesi. Hazırsanız başlıyoruz.
İçeceklerinizi aldınız mı? O zaman başlıyorum.
Kültürümüzün bir parçası olan ilk kahvehaneler Osmanlı zamanında taa 16. yüzyıl ortalarında İstanbul’ da açılmış. Kısa zaman içinde yaygınlaşmış hatta Avrupa’ ya doğudaki keyif kültürünü taşımışız. Zamanla fikir alışverişlerinin yapıldığı, kitapların okunduğu yerler haline gelir olmuş. Günümüzde bizim adına kahvehane dediğimiz o mekanlar çeşitli tarzlarda.
Köy kahveleri köy erkeklerinin buluşup sosyalleştikleri yer. Günahları boyunlarına ama en çok dedikodu burada yapılıyor denir.
Semt kahveleri ise daha çok varoş tabir edilen semtlerde olan kahvehaneler. Müptelaları emekli amcalar ve boş gezenin boş kalfaları. Sabahtan akşama kadar pişpirik, okey, batak oynanan yer. Çayın en güzel demlendiği yerlerdir onu da eklemeliyim.
Manzaralı kahveler hakkında konuşursak ki bunu İstanbul özeline indirmeliyim. Boğaz’daki çınaraltı kahvelerinin tadına doyulmaz. Moda çay bahçesi, Gülhane parkı içindeki kahve, Beşiktaş sahildeki kahveler aile çay bahçesi adı altında manzarası için bile gidilenler.
Yeni nesil kahvehaneler ki onların adı “cafe” hatta sundukları kahveye “yeni nesil kahve” deniyor. Aman da aman şık bir dekor, sakin bir müzik, loş ışık, dekor olarak kitapları koydunuz mu tamamdır. Fakat onların da haklarını yememek lazım sayelerinde kahve belki de ilk kez Osmanlı dönemindeki değerine yaklaştı.
Pierre Loti kahvesi gibi sadece gün batımı manzarası için bile gidelebilecek kahvelerimiz var. Kıymeti gün geçtikçe artan, aşağı yukarı tüm İstanbulluların en az bir kez gittiği, bir anısının olduğu yer. Ben buraya yakın oturduğumdan sık sık gidiyorum. Hatta biz tepeye piknik yapmak için giderdik. Evden türlü hazırlıklar yapılır, küçük tüp, çaydanlığı kaptığımız gibi koşardık. Detaylı maceralarıma girmeyeyim çünkü ucu yaramazlıklara çıkıyor.
Gelelim yazımızın konusuna! Kahvenin ve yanındaki iki katlı ahşap binanın ilk sahibinin adıyla Rabia Kadın ya da Kadın Kahvehanesi denilirmiş.
Rabia Hanım 1762’de vefat ediyor. Pierre Loti’ nin ise bu tepeye gelişi 1876′ larda oluyor. Fransa’nın işgallerini sert dille eleştirdiği ve kendisini Türk dostu olarak varsayıldığı için 1920 de fahri hemşehri ilan ediliyor. Romanında adı geçen aşkıyla buluştuğunu yazdığı bu tepeye ve Divanyolu’ nda bir caddeye ismi veriliyor. Pierre Loti’ nin burayla bağlantısı sadece bu.
Rabia kadın kahvesiyken bile İstanbul’un gözdesi olduğu bilinen kahvehane yıllar içinde birkaç el değiştiriyor. Bildiğimiz şekline gelişi ise Sabiha Tansuğ hanımefendi sayesinde oluyor ve hikayemiz burada başlıyor.
Avrupa gezisi sırasında Viyana ve Paris’te gördüğü cafelerden çok etkilenir. Bütün gün oturabileceğiniz, arkadaşlarınızla muhabbet edebileceğiniz, kitap okuyup resim yapabileceğiniz yerler olduğunu gördüm, der.
Oysa ki kahve ve kahvehane kültürünü Avrupa’ya taşıyan Osmanlının ta kendisiydi, diye düşünür ve duruma üzülür. Hikayenin bu kısmını Sabiha hanımın kendi kaleminden aktarmak istiyorum.
” Sene 1964 güzel bir bahar günü Pierre Loti tepesine gittim. Fakat ne göreyim mor salkımlı ahşap evleri, tekkeleriyle, yola taşmış mezar taşlarıyla tarih kokan kahvehane harabeye dönüşmüş. Baktım mezarlığın içinde iki yabancı resim yapıyordu. Haliç’ i seyredenler, fotoğraf çekenler, çevreyi dolaşan turistler vardı. İçimden öyle geldi ki hepsi de Türk kahvesi içmek istiyordu… Etrafıma bakındım ne oturacak doğru dürüst bir yer ne de temiz bir servis vardı. Çayı içmedim, usulca yere döktüm ve o an karar verdim. Bu kahvehane restore edilmeli ve Türk kahvesi yaşatılmalıydı…
Hiç vakit kaybetmeden işe başladım. Kahvede akar su yoktu, kahve ocağı yoktu, tuvalet yoktu. Hatta buraya çıkacak doğru dürüst yol yoktu… Sonunda yoğun gayretlerimizle tüm yoklar var oldu… Hem de devletten tek kuruş kredi almadan… Saray’da yetişmiş iki yaşlı marangoz, kahve ocağını, pencere çerçevelerini, kepenklerini, kafeslerini, renkli camlarını, tavan tamirlerini, sedirlerini, oymalı tırabzanlarını eskiye uygun bir şekilde yaptılar. Ruhları şadolsun.
Pierre Loti’nin tüm kitapları toplandı, fotoğrafları satın alındı. Sonunda Pierre Loti köşesi tamamlanmış oldu. Böylece kısa sürede eski Türk kahvehanesi hazırdı.
Sönmüş ocak yeniden yandı. Sarı pirinç davlumbazın içindeki kahve ocağında odun kömürü yakılıyordu, küllü kömür ateşine birlik, ikilik, üçlük bakır cezveler sürülüyordu. Sade, orta şekerli, köpüklü kahveler kulpsuz porselen kallavi fincanlara dökülüyor. Güneş gibi parlayan yuvarlak sarı pirinç tepsi üzerine sıralanıyordu…
Geleneksel kıyafetleri içinde ocakçı ve garson kız ve erkekler tertemizdi. Nargileler, semaverlerde kömür ateşiyle hazırlanıyordu. Nihayet Pierre Loti Kahvesi, tarihi yaşatan canlı müze haline geldi. Şiir günleri yapılırdı. Sayın Nedret Güvenç ile Özdemir Asaf bu etkinliklere katılıyorlardı. O günlerde kahve dolup taşardı. İstanbullular, yabancılar, çocuklarıyla gelip seyrederlerdi.
Sonuçta, Pierre Loti Kahvesi turistik belge aldı ve tüm turistik rehber kitaplarına ismimle girdi. Bu uğurda varımı yoğumu harcadım. “
Cumhuriyet dergisi 26 Mart 1995 sayısı
Peki onca çaba sonucu ne olsa beğenirsiniz, tehditlerle kadının ilmek ilmek işlediği işini zorla devretmesi istenir. Ne yapsın mafyayla mı uğraşacak bırakıp gazeteciliğe başlar.
Sabiha hanımın aslında işi gazetecilik değildir. Asıl işi terziliktir. Küçücükken hep elinde kumaşlar vardır. Kız meslek lisesine gider dikişi ilerletir. Aklı fikri eski Türk kadın elbiselerindedir. Şapkalar, kıyafetler derken ressam Nuri İyem’den resim dersleri de alır. Kahvehane dönemi bitince gazeteciliğe başlar.
1933 doğumlu Sabiha daha ilkokul müsameresindeyken giydiği “Eğribaş” gelin başlığına vurulmuştur.
Yıllar sonra Milas’ta geleneksel kadın başlığı gördüğünde macera başlar. İlkokulda giydiği o başlık gözünün önündedir ve bu onun artık kaderini değiştiren an olur.
Kendini Anadolu’yu gezerken bulur. Otuz yıl karış karış gezip kıyafet toplar. Müthiş çaba!
2700 parçadan oluşan geleneksel Türk kadın giysileri koleksiyonu tüm dünyayı dolaşır. Sergiler çok ses getirir. 1971 yılında paranın üstüne Sabiha hanımefendinin resminin basılması kararlaştırılır.
Belki bizler (ben çocukluğumda yetiştim) 50 kuruş ile bir simit aldık, belki ekmek. O dönemde paranın üstündeki bu kadının kim olduğunu bilemedik.
Kendisi o kadar mütevazi ki “hayatımdaki en büyük servetim 50 kuruştur” demiş.
Anadolunun neredeyse her köyüne o şartlarda ve kendi imkanlarıyla gitmiş. Çok değerli etnograflarla çalışmış. Binlerce kıyafete ve onların hikayesine ulaşmış. hepsini kayıt altına almış. Kıyafetler bir müzede sergilensin istemiş fakat nafile. Devletten böyle bir karar çıkmayınca Mecidiyeköy Ortaklar caddesinde şahsına ait bir apatman dairesini elbiseleri sergilemek için müzeye çevirmiş. Öyle böyle değil koleksiyonunda 16. yüzyıldan 1950’lere kadar parçalar sergileniyor, sergileniyordu.
Son dönemde yaşamını İzmir’de sürdüren Sabiha Tansuğ, Türk kültürü için büyük önem taşıyan koleksiyonunun Bademler Köyü Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı tarafından yapılan müzede yaşatılmasına karar vermişti. İnşaatı tamamlanan ve Sabiha Tansuğ’un adını taşıyacak müzenin açılışını göremeden maalesef 2023 de vefat etti.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
Eyüp sırtlarında, Pierre Loti Tepesi’nin zirvesinde, sadece eşsiz bir manzara ve lezzetli bir kahve değil, aynı zamanda bir hikaye de var. Bu hikaye, azim ve tutkusuyla unutulmaz bir iz bırakan Sabiha Tansuğ’un hikayesi.
Şimdi bütün bu okuduklarınızdan sonra yolunuz Eyüp sırtlarındaki Pierre Loti kahvesine düşerse Sabiha Hanımı hatırlayın olur mu?
Ondaki azmi, özveriyi ve çalışkanlığı hatırlayın. Şair Loti’ nin Aziyade ile aşkı romantik bir hikaye ama bence o tepede Sabiha Tansuğ hanımefendinin yeri daha büyük.
Sabiha Tansuğ, Türk kültürüne ve tarihine yaptığı katkılarla unutulmaz bir isim olarak hafızalara kazındı. Onun azmi, tutkusu ve çalışkanlığı gelecek nesiller için bir ilham kaynağı olmaya devam edecek.
Umarım bir gün Etnografya müzelerimizden birinde eserlerinin sergilenir.
Anadolu kadın giysileri yılı diye bir şeyler yapılsa fena mı olur?
Gezici sergiler ile şehir şehir dolaştırılırsa, olmaz mı, bence olur. Verilmediyse Sabiha hanım’ ın adı sokaklara, caddelere, sanat okullarına verilebilir.
Sonuçta ; Sabiha Tansuğ, Pierre Loti Kahvesi’ni sadece bir kahvehaneden çok daha fazlasına dönüştürdü. Geleneği yaşatarak, şair köşesi oluşturarak ve unutulmaz atmosferi yaratarak burayı Türk kültürünün ve tarihinin bir sembolü haline getirdi.
Derin saygı ve sevgilerimle…
Not : Bu yazının kahramanı Sabiha Tansuğ ile ilgili bu bilgileri anlatma isteği uyandıran TRT belgeselini şuradan izleyebilirsiniz.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Hoşunuza gidebileceğini düşündüğüm yazılarımın linkini de aşağıya bırakıyorum.
Herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
3 Comments
Bu müzeyi sen daha önce söylemiştin, bir ara mutlaka gidip ziyaret etmek istiyorum.
evet doğru hatırlıyorsun söylemiştim. Gitmeden önceki gün aramanı tavsiye ederim.
Kadının azmi, çabası takdire şayan doğrusu. Keşke değeri bilinse hayalindeki müze devlet eliyle yapılsa