Hayatı hep bir yol olarak düşünmüşümdür, doğduğumuz an başlarız o yolda yürümeye, nerde, ne zaman biteceğini bilmeden yürürüz. Yol üzerinde birçok hayata kısacık dokunup teğet geçer, bazen uzun uzunadıya dokunuruz.
Yanımızda sadece taşıdığımız çantamız vardır. Gittikçe ağırlaşan, anılar, acılar, umutlar, hayal kırıklıkları, sevgi, nefret, öfke, pişmanlıklar, özlemler, bilgiler. Bütün bunları taşır dururuz. Genelde çantamıza sımsıkı yapışırız çünkü bizi biz yapan hikayemiz oradadır.
İŞTE çantamda güzel bir hikaye var artık; Mısır gezimiz !
İşlerimiz yoğun, bayram tatili az, para sınırlı ve iş arkadaşlarımdan oluşan grubumuz kalabalık ( 6 kişi ) olunca karar vermek zorlaşsa da, hepsi toparlanınca seçim Mısır’ dan yana oldu…
Aslında vize alırken kolaylıkların olması ( bu seyahat uzun uzun yıllar önceydi artık vize çok zor) diğer seyahatlerden ucuza gidebiliyor olmasıydı. Neresi olursa olsun gidelim ruh haliyle birleşince “Hadi o zaman “ deyip karar vermiştik.
Nihayet hazırlık aşamaları bitmiş ve tatilimiz başlamıştı. Ucu nereye çıkar bilmeden girilen sokaklarda kalabalıklara karışmak, tarihin kokusuna karışan nargile kokusu. Kısacık zaman diliminde kendini o ülkeye aitmiş gibi hissetmek. Garip bir duygudur ve bu hep başıma gelir. Dönüş günü sanki uzun yıllardır ordaymışcasına Mısır’ dan ayrılmak istemedim. Sıkı bir dosta veda etmenin zorluğuydu hissettiğim.
Mısır’ ı herkesin mutlaka görmesini isterim. Öyle bir yer ki; buraya gidenler ya burayı çok seviyor ya da nefret edip bir daha uğramıyor.
Mısır denildiğinde ilk akla gelen Piramitlerdir. Bir de Türkiye’ de Mısır denilince küçümseyerek “ aman çok pis, hiçbir şey yiyemedik. Adamlar bizden 50 sene geride ” diye kurulan cümleleri az çok duymuşsunuzdur. Düşününce başka da bir şey bilmediğimizi farkederiz. Dilleri, yazıları, giyinişleri bizden farklıdır. Oysa müzikleri, eğlence biçimleri, yemekleri, pazarlık yapışları, yol tarif edişleri, misafirperverlikleri, sahtekar satıcıları, göz göre göre kandırma çabaları ( ve bunu başarmaları ) bize çok tanıdıktır.
Tüm bunların dışında iki ülkenin dini, gelişmiş ülkelerin kendilerine bakışları, politik geçmişleri, coğrafi yapımızın önemi, tarihin sayfalarındaki ortak geçmişimiz, Müslüman- Hıristiyan- Kıpti gibi birçok farklı dinin bir arada yaşaması bizi benzer kılanlar değil mi sizce de? İşte bu benzer unsurlar neticesinde benim kardeş ülke tanımıma en çok yakıştırdığım ülkelerin başında geliyor… Bu yüzdendir ki aslında ne Avrupa’ da ne Amerika’ da ne Uzakdoğu’ da kendinizi bu kadar rahat hissetmezsiniz. Orda hep yabancısınızdır ama Mısır’ da durum farklıdır. Onlar sizi dostları kabul eder bağırlarına basarlar. Genelleme yapmak için %51 ile tanışmak lazım belki ama Mısır’da buna sanırım gerek yoktur. Hissedersiniz çünkü…
İstanbul’ dan Mısır’ a soğuk denebilecek bir akşam saati Eigyptyair ile yola çıkmıştık. Pilotumuzun İngilizce ve peşinden Arapça yaptığı konuşmadan tek anladığımız “İnşallah” kelimesi olmuştu ki sanırım bu iniş saatimizin ardından sözlediği iyi dileğe karşılıktı. İyi de bir pilotun “inşallah” demesi biraz garip değil mi? Planlanan uçuş süresi 1 saat 45 dakika!
Mısır’a bireysel olarak gitmek çok kolay ama biz tur ile gitmeyi tercih etmiştik. Araştırmalarımız sonucu tur bireysel geziden daha ekonomik olacaktı.
Sorunsuz yolculuktan ve pasaport kontrolden sonra otele geldiğimiz gecenin bir saatinde “adınız listede yok, siz bu otelde değilsiniz “ sözünden sonra birer limonata ikramı ile oyalamak istediler. Azeri Türkü rehberimiz ise; merak etmeyin hallederiz, demiş 1-2 saat kadar ortada görülmemişti.
Sıkıntılı bir bekleyişin ardından elimizde valizlerle karanlık sokakta bir adamı takipe ederken bulmuştuk kendimizi. Arka sokağa, oradan diğer sokağa derken garip dolambaçlı bir yolda 10 dakika gittik. Nihayet bir otele yerleştik. Şimdi böyle anlattığıma bakmayın şöyle düşünün; başka bir ülkede, ki güvenlik konusunda pek iyi şeyler duymadığınız bir ülkesiniz. Bütün tur yolcuları yerleşmiş sadece 6 kişilik arkadaş grubunuzla karanlık bir sokakta elin Mısırlısıyla yürüyorsunuz. Böbrek mi gidecek, elimi kesip köprü altında dilendirirler mi, bari birimiz o limonatadan içmeseydik. Daha neler neler geçti aklımızdan. Tabii bu düşünceleri nihayet otele yerleşince birbirimize sesli söyledik :)
Neyse vardık “Maadi Otel” e. Maadi aynı zamanda bulunduğumuz bölgenin ismi ama nedense bu ismi Arap şivesiyle söylemezseniz hiçbir taksi şoförü anlamıyor. Güzel oteldi, gidecek olan varsa yeri de iyiydi. Sayfamdaki booking .com ekranından girip gönül rahatlığıyla rezervasyon yapabilirsiniz. Halen yerinde duruyorsa elbet, orası Mısır ne de olsa…
Maceralı otele varışımızın ardından yarın için plan yapma derdindeydik. Nereden başlasak, ne giysek, fotoğraf makinalarının şarjı var mı? Turla takılmayalım tek başımıza gezelim derken aklımıza; hava durumunu soran bir yolcuya verilen cevap geldi. Rehberin verdiği cevap; hava güzel merak etmeyin ince giyinin. “eee, şey, nasıl diyim, mesela yağmur yağsa Kahire’de gülerim ben şahsen. Mısır’ da yağmur ben hiç görmedim.” Tüm otobüs gülmüştük. Meğer senede belli zamanlar yağmur yağarmış, o mevsimde değilmişiz, zaten yağdığı zaman da 5-10 dakika yağar bitermiş. Türkiye’de kalın montlarla gezerken burada güneşin tatlı sıcaklığını hissedecektik. Kıyafetlerimizi başucumuza koyup yok yok şaka o filmlerde olur. Sadece ne giyeceğimizi planlayıp uyumuştuk.
Güne tur ile başlamaya ama onlardan bir yere ayrılmaya karar vermiştik. Ben arkadaşlarımın aksine ikinci kez gittiğimden Kahire’ de taksilerin, müzelerin, piramitlere girişin aslında çok çok ucuz olduğunu biliyordum. Ehh biraz kaybolmanın da kimseye zararı olmaz.
İki taksi tutup ilk gitmek istediğimiz yer olan piramitlere doğru Giza’ ya yöneldik.
Dünyadaki insanların görmek istediği yerlerin başında olan dev piramitler Kefren, Keops ve Mikerinos’ un önünde olmak gerçekten de heyecan verici. Hele hele bu yapıların binlerce yıl öncesinden beri orada sessizce dururken barındırdığı gizemler akıllara gelince insanın şaşkınlığı daha da artıyor. Önceki gelişimden sonra daha fazla araştırmış ve okumuş olduğum piramitlerle ilgili vardığım son nokta insanoğlunun anlaşılmaz bir varlık olduğudur. Beni bu sonuca getiren ise merak ettiğim bir sürü sorunun cevabı….
Benim merak ettiklerimi eminim siz de merak ediyorsunuzdur. O zaman biraz araştırma sonuçlarına göz atalım. Şimdi aklıma geldi de; ilk gidişimde listemi sırayla rehbere sormuştum da delikanlının ikinci gün benden kaçtığını fark etmiştim. Siz siz olun Mısır’ a gitmeden önce ve sonra çok ama çok okuyun. Doğruları öğrenin ama azıcık efsane dinlemenin de kimseye zararı olmaz.
Şu yazımda detaylı anlatmıştım, buyrunuz piramit – gizem – sorular -cevaplar .
Bütün bunların dışında Piramitlerin yanında konuştuklarımızı hatırlıyorum.
Düşünsenize kendisinin ölümsüz olduğunu düşünen bir adam/kadın çıkıyor, ben yeniden dünyaya gelicem. Hadi bakalım tutun şu işin ucundan bir mezar yapalım mı diyor? Veee bu devasa yapıyı yaptırıyor? Ya da biri çıkıyor ve bir fikrim var deyip firavunun önüne planları mı götürüyor… Böyle olduysa şahsen önünde saygıyla eğilirim. Nasıl bir uyanıksın sen koca firavunu ikna ettin be adam?
Bence o zamanda da iki grup çıkmıştır.
-Hadi canım ordan, olcak iş mi bu, kafayı mı yediniz, oyuna gelmeyelim beyler? Demişlerdir.
-Bu plan bi tutarsa var ya binlerce yıl bu topraklar ekmek yer, millet para verip gezer hatta bütün dünyadan gelip görmek isterler. Demedi demeyin ” diyenler çıkmamıştır herhalde…
Biz bunları konuşup geyik yaparken taş taşımaktan bitap insanları görür gibi olup kendi mi kaptırsamda “puffff” deyip gerçek dünyamıza dönmek zor değil. Çünkü etrafta yüzlerce hatta binlerce turist ve biz. Fotograf çektirmek, kameraya kayıtlar yapmak, taşlara binmeye çalışmakla meşgul insanlar ordusu. Aslında düşününce eski Mısırlılar amaçlarına ulaşmış gibi görünüyorlar. İstedikleri bu değil miydi “ hep orda olmak “ yani ölümsüzlük!
Mısır maceramızın diğer anları için okumaya şuradan devam edebilirsiniz…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Ben de seninle birlikte heyecanlandım :)
Mısır güzel bir seçim. Blogun yazı tipini değiştirseniz daha iyi olur belki.