Mısır’ın kadim başkenti Kahire, tarih ve kültürün buluştuğu, büyülü bir şehirdir. Piramitlerin gizemli ihtişamı, Nil Nehri’nin sakin akışı ve sokakların kaotik canlılığı, her adımda farklı bir duygu uyandırır. Bu yazıda, sizleri Kahire’de geçirdiğim unutulmaz bir günün heyecanına ortak etmeye çalışacağım.
Piramitlerin gölgesinden kalabalık caddelerdeki film galasına kadar, bu şehirde her an yeni bir keşif ve macera yaşanıyor. Hazırsanız, birlikte Kahire’nin büyüleyici atmosferine dalalım!
Piramitler ve Sfenks gezisi bitmişti ve biz yorgun, şaşkın üstüne çok açtık. Okumayanlar şuradan ulaşabiliriler. O anda karşımıza çıkacak en güzel şey Pizza Hut olabilirdi. Garip ama gerçek binlerce yıldır ayakta duran devasa eserlerin tam karşısında Pizza Hut var. Sadece bana mı garip geliyor diye halen merak içindeyim doğrusu. Yanıbaşında hayvan pazarı, at üstünde koşuşturan delikanlılar. Sağınızdan solunuzdan benim papirüs dükkanıma gel diyenler arasında pizzacıya girerken taksici ile uzun bir diyalog başlıyor. Ah şu Mısır’ da taksiciler yok mu, ahhh çok fenalar!
– Sizi Kahire’ye götürebilirim
– İşimiz uzun teşekkürler (kibarca savmaya çalıştığımız an)
– Olsun beklerim (burada bizimle yürümeye devam ediyor)
– Biz pizza yiyeceğiz kardeşim niye peşimizden geliyorsun (artık kızmaya başlamış)
– No problem madam, ben kapıda beklerim
– La havleeee! Arkadaşım, biz kalabalığız ancak iki taksiye sığabiliyoruz, hiç bekleme sen hadi güle güle, hadi!
Taksiciyi savıp şöyle rahatca pizzamızı yiyelim de piramitlerin ihtişamı hakkında konuşmaya devam edelim dedik. Hem boşverin bekleyecek değil ya, deyip içeri girdik. Hemen yanı başımızda beliren garson “ sizin için mükemmel bir masa ayarlayabilirim hem de piramit manzaralı “ dedi. İyi madem güzel bir yer ayarlasın da şu taksiciyi, deveyle bizi kovalayan ufaklığı filan unutalım dedik. Üst kata çıktık ama adamın niyetini anlamamız kısa sürdü çünkü menü fiyatı ikiye katlandı. Ne oldu, bu liste neden değişti, diye sorunca “good view, good price “ cevabı çok da akla yatkın değildi. Netice de piramitler bırak üst kattan, uzaydan görülüyorlar yahu. Ne diye aynı mekanda farklı para ödeyelim ki… Biz yine, bir la havleeee çektik! Cümbür cemaat aşağıya indik. Manzaramızı mı merak ettiniz? işte piramitler karşımızdaydı, başında da pizzahut şapkası :)
Karnımız doymuş vaziyette kapıya çıkınca karşımızda kim var bilin bakalım. Evet doğru tahmin ettiniz yapışkan taksicimiz! Yüzünde hiç eksilmeyen kocaman gülümsemesiyle bize seslendi.
-Size bir haberim var, çok şanslısınız çünkü bir taksici arkadaşımı daha ayarladım artık iki taksiyiz.
-Hopplaaaa! Tamam o zaman bunu sen istedin, bekle o zaman biz civarı gezip, geleceğiz.
-Ok,ok no problem. Bu arada papirüs almak ister misiniz?-Hayırrrrrr be adam, hayırrrr istemeyiz. Bi git dibimizden!
Onca bağrış çağrışa rağmen adamlar yine dibimizdeler. Sokakta ilerledik ve ufak bir parfüm atölyesine girdik. Taksiciler de bizimle demiş miydim? Taksiciler diyorum artık çünkü iki kişi oldular. Kafayı yemek işten değil ama demek coğrafyadan kaynaklı Allah bir sabır veriyor insana. Parfüm imalathanesinden papirüs atölyesine hangi ara girdik taksiciler nasıl ikna etti o kısmı inanın hiç hatırlamıyorum bile.
Papirüs atölyesine koltuklara dizilmiş kendimizi belgesel izlerken bulduk. Sonra bir beyfendi bitkinin kendisini gösterdi. Nasıl yapıldığını hızlıca gösterdi.
Papirüs, Cyperaceae ailesinden bir su bitkisi ve eski çağlarda bu bitkinin gövdesinden hazırlanan yazı kağıdının adıdır.
Nil nehrinde yetişen bu bitki aşamalardan geçerek üzerine yazı yazılabilecek hale getirilir. Kopmadan renkleri solmadan binlerce yıl sağlam kalabilen bir bitki olması onu mucizevi yapıyor.
Eski Mısırlıların yelken, bez, hasır ve yazı kağıdı olarak kullandıkları papirüs onlardan Yunanlılara daha sonra Romalılara geçmiş ve M.S. üçüncü yüzyılda yerini parşömen alıncaya dek kullanımı sürdürülmüş. Yunanca papiros kelimesi Kıptice’den ödünç alınmış ve neredeyse tüm batı dillerine girmiştir. İngilizce paper “kağıt” ve Türk argosunda “para” anlamına gelen “papel” kelimelerinin de orijini bu kelimedir.
Aslında bu dükkana girerken hiçbirimizin aklında satın almak yoktu. Yapılışını izledikten sonra etkilenmiş olmayız hepimizin elinde bir poşet vardı. Yazının başında bahsettiğim bu adamların mucizevi yeteneğine yenildik. Benim bir şey almadığımı gören dükkan sahibi acıdı sanırım. Bana hediye vermek istediğini söyledi hatta beğendiğinizi alın lütfen deyip nasıl ısrar etti, görmeliydiniz :) Oysa evim papirus dolu ama ne bilsin anlatmaya çalıştım. Nezaket gösterdiğimi düşündü herhalde sonunda kırmayıp bir Nefertiti resmi aldım, ismimi hiyeroglif harfleriyle yazdırdım. Artık hepimizin elinde ismimizin hiyoroglif alfabesinde yazılmış papirüsleri vardı. Keyfimiz yerine gelmişti.
Taksilere bölüştük ve düştük yola. Karnımız tok, keyfimiz yerindeydi de yol bambaşka bir hal almıştı. Gece olmuş Kahire’ nin diğer yüzü kendini göstermişti. Derler ya gece kötülükleri, pislikleri örter diye. Yalan küllüm yalan. (arada Arapça kelimeler kullanma alışkanlığı da edindik küllüm filan) Sokaklar, insanlar, trafiğin keşmekeşliği daha da bir gözler önündeydi sanki…
Korna sesleri, satıcılar, ellerinde çeşit çeşit ne olduğunu çoğunlukla anlamadığımız bir şeyleri yiyen çocuklar, kadınlar. Hepsi bayram gününün gecesini belli ki sokaklara atarak geçiriyorlar. O kalabalık caddede ara sokağa sapıp bir kahveye attık kendimizi. Kadınların girmediği bir yer olsa gerek masamızın etrafı çevrildi. Herkesin bize bakmasına şaşırmıştık, öyle dakikalarca bakıştık.
Ufak çocuklar; what’ s your name, deyip kaçıyorlardı. Hepsi konuşmak istiyor meraktan, heyecandan kocaman olmuş kapkara gözleri ile bakıyorlardı bize.
Ordan çıktıktan sonra sanırım hayatımızda kolay kolay şahit olamayacağımız bir manzara ile karşı karşıyaydık. Meğer bu akşam çok önemli bir film gösterime girmiş ve bütün Mısır bu geceyi bekliyormuş. Yani biz öyle tahmin ettik. Caddelerdeki insan seli, sinemaların afişleri geliyor gözümün önüne içeri girmek için üst üste olan yığılmış insanlar. Yılbaşı gecesi Taksim meydanında olmak gibiydi. Çok renkli bir görüntüydü. Kızlar da başka bir alem burda. Süslü püslü, her yanları boncuklu parıl parıl kıyafetler, yüzlerde bir ton makyaj, tırnaklarda ojeler gülüşerek geziniyorlar gece olmasına inat…
Nil kenarına kadar kalabalıktan sıyrıldığımızı sanıp gelmişken önümüze bir sorun çıktı. Karşıya geçmek! İşte bu tam bir kabustu. Bunu başarırsanız gerisi kolay. İş sadece taksiciyle pazarlık yapmaya kalıyor. Bir noktadan sonra pazarlık yapmak gereksiz çok büyük paralar değil netice de diye düşündük. Mesafe ne kadar olursa olsun her yere 20 pound vermeye başladık. O rakamda neden sabitledik hala anlamıyorum sanırım hesaplaması kolay olmuştu.
Peki ya o taksilerin içi neydi öyle? Aman Allahım yıllardır yıkanmamışlar, dikiz aynaları ise kırık ya hiç yok, sökülmüş. Arabanın içinde sağda solda bi sürü küçük ayna ve süs eşyası sarkıyor. Hızlı gitmeleri ayrı bir alem, deli gibi sollamaları, camdan el kol hareketi yapmaları, korna çalmaları. Tam bir kabus anlayacağınız.
Türlü badirelerden sonra otele varmak survivor parkurunu tamamlamış gibi hissettiriyordu inanın.
Günün yorgunluğuyla vasat denilecek otel odasında uyumaya çalışırken halen kulağımda taksicinin no problem deyişi vardı.
İşte böyle dostlar bir Kahire gününü de böylece bitirdik. Mısır gezimizin diğer kısımlarını okumak isterseniz linkler aşağıdadır. Ha yazımı sevdiyseniz siteme abone olusanız ekstra sevinirim.
Saygılarımla
Mısır’ a gitmek başlıbaşına bir macera mı?
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
teşekkürler , yeni yazılar yakında …
Bu güzel paylaşımlarla,birlikte geziyor gibiyiz