Konumuz ressam Gerome ama oraya gelmeden önce;
İnternet dizilerini izlemek popüler olunca akıma kapılarak biraz da Mehmet Günsur var diye Fi ‘nin birkaç bölümünü izledim. Bu ne saçma dizi deyip bıraktım. Ama Haluk Bilginer ‘in ismini görünce başladığım ” Şahsiyet ” dizisi 2 günde tüm bölümleri izlettirti bana. Dizideki bütün oyunculuklar çok iyi, mekanlar çok iyi seçilmiş, teknik kısmını anlamasam da çok kaliteli olduğu ilk bölümden anlaşılıyor. Fakat asıl olay bence senaryosunda…
Seyretmeyenlere çok ipucu vermek istemiyorum ama Agah bey yani Haluk Bilginer Alzheimer başlangıcındadır. Yakın gelecekte tüm geçmişinin silineceğini öğrenince planlar yapmaya başlar. Ama ne plan! Adalet için vakit geldi diye düşünür. Nasıl olsa hatırlamayacağı için unutmak istediği her şeyi gözden geçirir kaçınılmaz hakikati, yani adaleti kendisi vermek ister.
Dizinin her bölümü heyecan ile sürerken bir bölümünde bir sahnede bir ressam adı geçti. Merak edip araştırınca müthiş bir sanatçı ile tanışmış oldum, Jean Leon Gerome !
İlk haşır neşir olduğum tablo böylece ” Pollice Verso / Baş Parmaklar aşağıya” oldu. Ridley Scott ‘un Gladyatör ‘ü çekerken görsel olarak bu resimden faydalandığını öğrenince ise hiç şaşırmadım. Ressam dövüşü o kadar canlı resmetmiş ki insanların çığlıkları duyucakmışsınız gibi oluyorsunuz.
Şahsiyet dizisinde Agah beyin torunu sahnenin bir yerinde başlıyor anlatmaya.
Bu tablo bize diyor ki; eğer bir suç işlemek istiyorsan ama suçlanmak istemiyorsan tek yapman gereken etrafına kalabalık toplamak. Çünkü bir suçu yeterince kalabalıkla işlersen bu suç artık suç değildir. Ve ekliyor 2000 li yıllara geldiğimizde değişen hiç bir şey olmadı. Dizinin bu sahnesini merakta bırakmamak adına şuraya bırakıyorum, hemen izleyip yazıya dönün ama olur mu?
https://www.ntv.com.tr/video/yasam/sahsiyette-pollice-verso-gondermesi,_1qVKHzypka0EBKP28JSdw
Ben de diziye ara verip inceleyince aslında Fransız ressam Jean Leon Gerome’nun oryantalist resimde en iyilerden biri olduğunu öğrendim. 1800 lerin sonralarına doğru Mısır’a gelmiş. Uzun yıllar çöller, çarşılar, camiler gezmiş. Bir dönem İstanbul’da da kalmış . Haremi ve Topkapı sarayını özel izinle bolca resmetmiş. Osman Hamdi Bey ve Şeker Ahmet Paşanında hocalığını yapmış.
Gerome; Rüstem paşa camisi ve Sultanahmet’te namaz tablolarıyla da ün salmış.
Yağlı boya olan tablolarını önce etrafı iyi izleyip karalamalar yaptığı sonra da nihai hale getirdiği biliniyor.
Çini ve halıların üstündeki detayları düşününce insan resim mi fotoğraf mı diye tereddüt ediyor doğrusu.
harem
Peki ya şu havalanan güvercinleri kanat seslerini, sütunlara vuran güneşin sıcaklığını hissedecek gibi olmuyor musunuz sizde?
Birçok çıplak kadın ve hamam , harem ve kadınlar , köle pazarındaki kadın satışı tablolarını buraya koymuyorum. Zira müstehcen bulunup şikayet filan eden olur diye çekiniyorum. Bir yandan da o dönem Osmanlısında Gerome ‘nin ağzını burnunu bir köşe başında nasıl olup da kırmadıklarına da şaşıyorum. Araştırın ne dediğimi anlayacaksınız.
Diğer en meşhur resimlerinden biri ise ise “Kahire’ de namaz ” isimli tablosu imiş. Yine ışık ve kompozisyon harika!
İbadet halinde insanlar, gündelik hayat hep onun gözünden ve fırçasından batıya ulaşmış.
Aslında mitoloji ve tarihi konuları da eserlerinde görüyoruz hatta yaşamının son 25 yılında heykel ile uğraşmış çok yönlü birisi.
Şimdi ne alaka dediğinizi duyar gibiyim. Ama beni en çok Kahire’deyken sıkca resmettiği Arnavut adamlar tabloları mest etti. Pek çoğunuzun bilmediğini düşünerek ufak bir detay aktarmak isterim.
Tarihte Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa olarak bilinen kişi Arnavuttur. Bölgeye gidişinin ardından binlerce Arnavut ‘ta görev gereği Mısır ‘da yaşamış. Ailelerini götürenler olduğu gibi Mısırlı araplarla evlenenler de olmuş. Geleneklerine bağlı olmalarıyla tanınan Arnavutları burda çok net farkediyoruz. O sıcak coğrafyada Arap elbisesi giyip alttan ifil ifil gezmek yerine kendi geleneksel kıyafetleri ile tablolarda yer almışlar. Eteklerin fırfırlarına dikkat!
Küçük bir anım; Yıllar önce Mısır ‘da tanıştığım ikiz delikanlıları mavi gözlü ve sarışın görünce şaşırmış ve siz gerçekten Mısırlı mısınız dediğimde gülmüşlerdi. Aslında bizim büyük büyük babamız Kavalalı soyundan, biz Balkanlardan gelmişiz, demişlerdi. Kahire’de bile Arnavut bulduğum için kendi kendime sevinmiştim. Günün birinde bütün Türkiye Galatasaray ‘ın Uefa kupasını aldığı gün sevinç içindeyken bu çocuk beni aradı ve Kahire sokaklarındaki korna seslerini dinletti. O orada ben burada ağlamıştım. Hayat işte nerden nereye …
Gelelim Gerome nin oryantalist akım dedikleri döneme damgasını vuran eserine. Halı tüccarını satış halinde görüyoruz. Ama insanların yüzlerindeki mimikleri, kıyafetleri, meraklı kalabalık diğer yandan halının desenini resmedişi. Muhteşem kelimesinin cuk diye oturduğu an bu an sanıyorum. Yerdeki diğer gelişi güzel atılmış halılar bir el atsakta katlasak istediği oldu bende. Yünün sıcaklığından tutun mekanın taş işlemeciliğine kadar ne kadar canlı bir çizim.
Yakından bakınca adamların yüzündeki ifadeler ise şaşırtıcı.
Gerome nin resim çevrelerince en çok tartışılan eseri ise Pygmalion ve Galatea isimli tablosunun iki versiyonu çizdiği eserleri. Pek değil neredeyse hiç yapılmamış bir çalışma örneği bu. Yunan mitolojisinin bilindik hikayesini resmetmiş.
Hikaye ise şöyle; Kyproslu bir heykelci olan Pygmalion, kadınlardan nefret ederdi.
Günlerden birinde, bir kadın heykeli yapmaya karar verdi. Artık bilinçaltının itmesiyle mi, yoksa kusursuz bir kadının nasıl olması gerektiğini mi göstermek istedi, orası bilinmiyor. Uğraştı, didindi o zamana kadar yapılmış en güzel kadın heykelini yaptı. Sonunda da o fildişi parçasına tutuluverdi. Hani insan o heykeli ilk görüşte canlı bir kadın sanabilirdi. Hem öyle bir kadın ki, güzellikte eşi benzeri yok… Bir süre, çocuklar oyuncaklarıyla nasıl oynarsa, Pygmalion da heykeliyle öyle oynadı. Ona çeşit çeşit elbiseler giydirdi, küçük kuşlar, pırıl pırıl çiçekler armağan etti. Düşlerinde hep onun canlandığını gördü. Ama sonunda cansız bir şeyi sevdiğini, o acı gerçeği anlayıverdi.
Aşk tanrıçası bütün bunları görüyor, bu yepyeni aşk çeşidiyle yakından ilgileniyordu. Mutsuz delikanlıya yardım etmeye karar verdi.
Venüs bayramı gelmişti. Halk, Aşk tanrıçası için kurbanlar kesiyor, her yerde şenlikler yapılıyor, şölenler veriliyor, sevgililer Venüs’e yakarıyorlardı. Pygmalion’da Aşk tanrıçasının tapınağına giderek yakardı ona; karşısına, yaptığı heykele benzeyen bir kız çıkarmasını diledi. Sonra evine dönüp fildişi sevgilisinin karşısına geçti.Uzun uzun baktı heykele, eğilip o cansız dudaklarından öptü.
Ansızın irkilerek geri çekildi Pygmalion. Öptüğü dudaklar her zamanki gibi soğuk değildi, ılıktı. Bir daha öptü; o ılık dudakların gittikçe ısındığını, yumuşadığını duydu. Büyük bir sevinçle sarıldı heykele; Venüs, bu büyük aşkı karşılıksız bırakmamış, sevgilisini canlandırmıştı.
İşte konumuzun başrolündeki Jean Leon Gerome da heykelin canlanışını iki tarafından resmetmiş. Müthiş bir fikir değil mi?
Eserleri en çok taklit edilen ressamlardan olan Gerome 1904 te Rembrandt’ın ve kendi tablosunun dibinde ölü olarak bulunmuştur.
Şahsiyet dizinden girip Yunan mitolojinde bitirdim ama umarım hoşunuza gitmiştir.
Yeni yazılarımdan haberdar olmak ve daha fazla fotoğraf, video için sosyal medya hesaplarımı takip etmeyi unutmayın!
Dİğer yazılarım da hoşunuza gidebilir düşüncesiyle bazılarının linklerini de aşağıya bırakıyorum, herkese keyifli okumalar ve sevgiler…
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
6 Comments
Teşekkürler Harika sürükleyici bir çırpıda okudum. Kitap okuyamayan bir disleksi olarak bunu kendime degil bu yaziyi yazana basari sayarim. Yalcin Kavlak.
çok teşekkür ederim, ilginize ve beğenmeniz çok memnun oldum.
Çok şey öğrendim. Teşekkürler
Yine beyin fırtınası gerçekleştirdin bize
Güzel bir yazı olmuş eline sağlık :))
dizi deyip geçmemek lazım :) neler çıktı :) sevgiler
Canlı gibi tablolar çizmiş ressam ?