Yüreğimin derinliklerinden selamlar sana, ey Beyrut!
Fayrouz’ un şarkı sözü bu. Yıkık dökük ve savaş yorgunu Beyrut’un belki de yeniden küllerinden doğmasının haykırışı…
Fayrouz Mardinli baba, Suriyeli annenin Beyrut’ta doğup büyüyen kızı, orta doğunun kadife sesi. Dinledikçe dinleyesiniz gelir o yüzden şuraya da şarkıyı atalım belki hem dinler hem okursunuz :)
https://www.youtube.com/watch?v=jo3KcpkzmW0
Bu ağıt iç savaş günlerinde ateşkes habercisi olmuş. Devlet radyosunda çalınınca ateşkes başladığını anlayan halk Beyrut sokaklarına çıkarmış. Tekrar çalınınca da ateşkesin bittiğini anlarlarmış. 1970′ lerde milyonların ziyaret ettiği şehir 1988 de yeşil hat adını verdikleri bir çizgi ile ikiye bölünmüş. Bir tarafta Hristiyanlar diğer tarafta Müslümanlar kalmış. Yaşadıkları hiç kolay değil… Belki o yüzden orta doğunun en gizemli şehirlerinden biri Beyrut!
Gelen vurmuş giden vurmuş bir ülke Lübnan ve onun savaşlardan fazlasıyla nasibini almış başkenti Beyrut!
Tarihin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği yapmış bu topraklar keşke 12 ay sıcak havasıyla, harika kumsalları, dağlarındaki serin havasıyla anılsaydı. Antik şehirlerinde binlerce yıllık eserleri görmek için Roma’daki gibi, Atina’daki gibi insanlar uzun kuyruklar oluştursaydı. Ama maalesef ülke savaşlarla anılıyor.
Dile kolay iç savaş 75-88 arasında sürmüş. Aynı şehirde yıllarca beraber yaşayan insanların savaşı imiş bu. Ülkeyi darmadağın etmiş bu savaş şu anda bitti ama ülke coğrafik olarak sürekli ateşe yakın . Bir komşusu Suriye diğeri İsrail olunca işleri zor.
Beyrut’ta şehrin sahilinde yüksek binalar, temiz caddeler, lüks lokantalar savaşın izlerini silmek istercesine sıralanıyor. Ilık akşam üstlerinde Lübnanlılar dinleri, mezhepleri nedir hiç umurlarında olmadan yanyana yürüyüşlerini yapıyorlar. Ama şehrin içinde dolaşırken başınızı kaldırmaya görün işte o an kurşun izleri görünce aslında o kadarda kolay silinemeyeceğini anlıyorsunuz.
Dünyanın gidişatı, geçmiş, gelecek, felsefik mevzular konuşa konuşa yürüyerek Beyrut’u gezdik durduk. En sevdiğimiz ise sahildeki sadece Beyrut’un değil Lübnan ‘nın simgesi olan Güvercin Kayaları oldu.
Halil Cibran diyor ki; doğa hoş geldin diyen kolları ile uzanır bize, biz onun sükunetinden ürkeriz.
Tam da bu kayalıklar için söylenmiş gibidir. Daha önceden bu iki kaya karaya yapışık iken dalgaların aşındırması ile bu şekli almışlar. Kıyıdan izlenebildiği gibi dileyen bot ile denizden yanına kadar da gidebilir. Neden güvercin kayalıkları denmiş merak ettik Beyrut halkına sorduk. Bilmeyen olduğu gibi farklı farklı hikayeler anlatanlarda oldu. Ama bu tarz kaya oluşumlarının hepsine verilen genel bir isim imiş. Hikaye uydurmanın alemi de yok yani. Beyrut’un simgesinin en güzel göründüğü zaman akşamüzerleri olduğundan 4.3 km uzunluğundaki kordonda yürüyüşü bu dakikalara denk getirmek lazım.
Beyrut’ta en belirgin gezi noktalarından biri de Muhammed El-Emin camisi. Bu camiyi yaptıransa havalimanına da ismini veren Refik Hariri! Kendisi milyarder bir iş adamı iken 80 lerde başbakan seçilmiş. Başı Suriyelilerle beladaymış sürekli. Neticede de 2004 de arabasını bombalayarak öldürülmüş. Muhammaed-el Amin camisinin bitişini görememiş. Caminin kubbesini dışardan maviye boyayınca Lübnanlılara göre Sultanahmet’e benzediğinden bluemosque da diyorlar. Biz benzetemedik hatta alakası yok. İçine girdik devasa avize 6 tonmuş asıl ben ona şaşırdım doğrusu.
Cami etrafında İskenderden Romalılara şehir kalıntıları, Ortodoks Aziz George kilisesi, Roma hamamı gibi diğer görülmesi gereken eski eserler sıralanıyor.
Beyrut ‘tan o kadar çok uygarlık geçmiş ki eserlerin üst üste olması çok normal ama bize biraz bakımsız değeri bilinmiyor.
Os
smanlının yaptığı askeri hastane şu an hükümet binası olarak kullanıyor. Asla fotoğraf çektirmiyorlar gizli çektik.
Yıldız meydanı Beyrut ‘ta herkesin buluşma noktalarından. Saat kulesi ise 1830 da Brezilya’da yaşayan bir Lübnanlı işadamı tarafından Osmanlı hükümetine hediye olarak yapılmış. İç savaşta yıkılmış bu restore edilmiş hali. Savaş sırasında yıkılmış olduğu günlerde çekilmiş bir fotoğrafını havalimanı dönüşünde duvarda sergiliyorlardı. Görünce şok olduk. Savaşın ne kadar kötü bir olay olduğunu insan o fotoğraflardan anlıyor, zavallılar :(
Beyrut Amerikan ünivertsitesi ise şehrin belki de en güzel manzarasında 1866 dan beri eğitim veren prestijli bir üniversite. Bahçesi pasaportunuzu girişteki güvenliğe bırakılarak gezilebiliyor. Bahçede tipik öğrenci halleri kucakladığı kitaplarla sağa sola koşuşturanlar, banklarda dinlenenler, spor yapanlar.
Harika yeşillikler içerisinde bir bina burası. Şansımıza üniversiteler arası futbol turnuvası final maçı vardı.Biraz gençlerin darbuka eşliğinde eğlenmelerini izleyip sahile yöneldik.
Lübnan mutfağının ünü ülkenin kendisinden büyük neredeyse :) Yeri gelmişken Asya kıtasının en küçük ülkesi Lübnan.
Ben her mezeyi, her yemeği yemedim ama yediklerimin adını o an söyleselerde unutuyorum. Gurme olmak, yemekleri tanıtmak çok zor iş bence. O yüzden yıllara meydan okuyan eski lokantalarından, fastfood zincirlerine kadar geniş bir yemek kültürünü detaylı tanıtamayacağım. Fakat kısaca; veganlar-vejeterjanlar yaşadı, et severler yaşadı, tatlıcılar yaşadı, nargile sevenler yaşadı diyebilirim. Size bizi evlerinde ağırlayan dostların hazırladıkları ev yemeklerinden bir demet sunabilirim.
Hemen hemen Beyrutla ilgilenen herkesin karşısına çıkacak olan üçlü Byblos-Harissa-JettaGrotto üçlüsüdür.
Harissa teleferik ile çıkılan MeryemAna heykeli ki bu heykelin Beyrut ‘u koruduğuna inanıyorlarmış. Ben çıkamadım çünkü hava sıcak olduğundan deniz üzerinde sis tabakası vardı. O kadar yükseğe çıkıp hiç manzara göremeyecek olmak cazip gelmedi. Yine de bir fotoğraf koyayım da neye benzediğini görelim.
Bu mağaralar çok ilginç idi doğrusu. Aramicede Jetta kükreyen su, Grotto ise mağara demekmiş. Bilet satış noktasından mağara girişine çok kısa bir teleferik ile çıkılıyor. Mağara 2 kat ve iki galeriden oluşuyor. Üst galeri yürünerek gezildiği gibi alt galeri ise oluşan ufak gölcükte bot ile geziliyor. Üst kat gezildikten sonra oyuncak tren gibi bir aletle alt galeriye gidiliyor.
1836 da Amerikalı bir misyoner tarafından keşfedilmiş. Halka açılışı ise 1958 de olmuş. Üst galeri yaz kış 20 derece, tamamı 2200 metre olan mağaranın sadece 700 metrelik kısmı gezilebiliyor. Alt galeri ise 16 derece 400 m si geziliyor iken 7800 m uzunluğunda.
Giriş ücreti 18315 LL, öğrenci de aynı ) Pazartesi günleri dışında sabah 9 da açılıyor 17 ye kadar gezilebiliyor. Yaklaşık 1.5 saate gezilebilen mağarada kesinlikle fotoğraf çekilmesine izin verilmiyor. Girişte kilitli dolaplara telefon ve fotoğraf makinası koyuluyor. Gidiş nasıl derseniz ise biz taksi ile çıktık . Toplu taşıma sanırım biraz zorlayıcı olabilir. Yürüyerek gidilen bir yer değil :( Kendinize güveniyorsanız o başka tabii…
Bu mağaraya çıkarken şoförümüz sağolsun bizi Osmanlıdan yadigar halen üzerinden geçilen bir köprüye saptı ve yol kenarındaki anıt tabletleri gösterdi. Bir tablet Fransızlardan kurtuluşun, bir diğeri ise İsrail işgalinden kurtuluşun anısına koyulmuş. Bu vadiye köpek vadisi deniyormuş. Rüzgar estiğinde köpek uluması gibi bir ses çıkıyormuş . Bu bilgiyi de verdikten sonra gelelim Byblos a :)
Finike güney Akdeniz in en önemli uygarlıklarından birisi…Hepimiz ismini tarih derslerinden anımsıyoruz ama nedense şöyle bir üstünden geçip gittik. Tarih dersleri nedense hep sıkıcı anlatıldı bizlere. Tarih öğretmenlerine sesleniyorum, az biraz sevimli olun lütfen. Neyse biz konumuza dönelim :)
Dünyada kesintisiz yaşanan en eski şehir , hiç terkedilmeden burada 7000 yıldır yaşam var . Aslında adı Gebal Yunanca Byblos, bugün el-Cübeyl, Jbeil diye yazılıyor genede ve Fenike lisanında kaynak demek. İnsanlar için bu liman şehri çok önemliydi çünkü suyun yanında, balıkçılık var karınlarını doyuruyorlar.Hemen yanında 2000 m yükselikte dağlarda sedir ağacı yetişiyor. Orda yetişen ağaçları zamanla gemi yapımında kullanmaya başladıklarında uzak diyarlara ulaşmışlar . Suriye ,Antalya ve Kaş civarından gümüş çıkan Toros dağlarına, Finike, Bodrum, Yunan kıyıları, bakır adası dedikleri Kıbrıs, kuzey Afrika,Mısır derken tüm akdenizi dolaşıyorlar. Ben okuyunca inanamadım meğer bizim bu Fenikeliler Kalay Adası denen İngiltere’ye, Kehribar Kıyısı denen Baltık ülkelerine kadar gitmişler. Cenova, Marsilya gibi kentler de başlangıçta Fenikelilerin ticaret amacıyla kurduğu ileri karakollarmış.
Denizci milletler ama kesinlikle korsan gibi değiller, ticaret. Mesela Mısırdan papirüs alıp sedir yağı veriyorlar onlar da bunu mumya yapımında kullanıyor yetmiyor parfüm yapıyor. Sedir ağacı sert ama işlenebilir de aynı zamanda piramit yapında kullanıyor Mısırlılar .
Karşılığında papirüs alıyorlar. Yün, boya, tuzlanmış balık, çömlek, gömlek, şarap en çok sattıkları malzemelermiş. Hatta Fenikeliler kendilerine tam olarak bilinmese de “Kenaani” yani “Kenanlılar” dendiği düşünülüyormuş.“Kenaani” sözcüğü İbranice’de tüccar anlamına geliyor. Bu da Fenikelileri en iyi betimleyen bir sözcük olsa gerek.
Şehrin adı Jbeil demiştim ya hani, eee peki başlık Byblos şehri olunca kafanız karıştı değil mi :) İşte varmak istediğim yer de tam burası … Fenikeliler fonetik alfabeyi bulan kişiler. İhtiyaçlar buluşları getiri derler tam da o dönemlerde olan buymuş. Yazı Mısır’dan Fenike’ye, Fenike’den de Yunanistan’a geçerken değişikliğe uğramış, harflere dönüşmüş. Harfler ve rakamlar Fenikeliler için çok önemliydi. Her Fenike gemisinde not alan, hesap tutan, okur-yazar bir adam bulunurmuş. Çünkü dönüşte gemi ve mal sahibine inceden inceye hesap vermek gerekiyormuş. Yunanlılar şehre Byblos ismini işte bu yazıdan ötürü vermişler. Byblos incile de adını vermiş zamanla Bible, kitap kelimesinin “book” oluşu da belki incelense buna dayanır, kim bilir ?
Şehrin dar sokaklarında irili ufaklı dükkanların arasında ziyaretçileri limana çıkarıyor. Bu dükkanlardan en önemlileri sanırım fosil parçaları satanlar. Çünkü şehirde fosil müzesi bile var. Denizden 800 m yukarıda taşların arasında bulup çıkarıyorlarmış. Aralarında 100 milyon yıl öncesine gidenler bile var. Haliyle onlar satılmıyor ama ufak tefekleri 5 dolarlardan başlayıp yukarılara çıkıyorda çıkıyor.
Sahilde balıkçılar, aralarda güzel Lübnan lokantaları var. Fakat açıkcası gereksiz pahalı olduğundan biz şehrin sıradan halkının yediğinden yemek için kıyıdan uzaklaşınca çok ucuza karnımızı doyurduk.
Kalesiyle, dar sokaklarıyla, limanıyla, camisi kilisesiyle, antik dönem eserleriyle ufacık tefecik içi dolu turşucuk bir liman şehri Byblos, Jbeail, El-Cübeyil adın her ne ise, biz seni sevdik ama pahalı lokantaları sevmedik :(
Umarım yolunuz Beyrut’a düşer ve harika insanları tanışır, leziz yemeklerinin tadına bakar ve harika gün batımı manzarasını izlersiniz.
Lübnan’ın diğer şehirleri hakkında yazdığım yazıları okumak isterseniz aşağıdaki linkleri tıklamanız yeterli. Keyifli okumalar.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
4 Comments
Harika olmuş. Tekrar gittim gtldim
ohhh yine harika bir anlatım çok teşekkürler.
Çok güzel bir yazı olmuş eline sağlık
Selamlar Beyrut