Mostar size garip bir huzur hediye edecek ve siz o hediyeyi ömür boyu içinizde taşıyacaksınız .
Kimi zaman turkuvaz, kimi zaman zümrüt rengi sularıyla dağları yara yara akan Neretva nehrini izleyerek dünyanın en şirin kentlerinden biri Mostar’ a ulaşırsınız. Adını köprüden alan şehir Mostar çünkü Slav dillerinde most – köprü demektir.
Köprü Kanuni tarafından Mimar Sinan’ nın talebesi Mimar Hayrettin’e yaptırılmıştır. Kimine göre taş kesilmiş hilal şeklindedir. Köprünün kendi kitabesine göre de kudret kemeri…
Aslında şehirdeki tek Osmanlı eseri doğal olarak sadece Mostar köprüsü değildir. Mostar’da Osmanlı devrine ait pek çok yapı vardır. Hamamlar, medreseler, çeşmeler ile tipik bir Osmanlı kentidir. Camilerin en büyüğü ve güzeli savaş sırasında ağır yaralar alan 1557 yılına kayıtlı Karagözbey camisidir. Hatta Mostar köprüsünün en güzel göründüğü yer de bu caminin minaresidir. Sakince akan nehir ve üstünde Mostar köprüsü! Yine döndüm dolaştım köprü dedim değil mi? işte öyle bir çekim gücü vardır Mostar köprüsünün. Diğer yandan taş binaların yapı tarzı ile Akdeniz mimarisini de anımsatır. Biraz İtalyan biraz Osmanlı karışımı bir şehirde gezer gibi olursunuz.
Dünyanın çeşitli yerlerinde çok güzel kimi taş, kimi tahta, bambu, kimi ip, kimi çelik binlerce köprü vardır. Ama köprü sadece iki yakayı bir araya getiren bir yapı mıdır? İşte fark tam bu noktada Mostar’ ı diğerlerinden ayırır.
Çünkü bu köprünün hikayesi aynı zamanda Bosna’nın tarihidir.
Bir gün bir savaş çıktı ve o Bosna toprakları kana bulandı. İnsanlar çok acılar çekti hatta soykırım yaşandı. Bütün yaşananlar saçmalıktan ibaretti. Kimse nefretin boyutunun köprüyü hedef alacak kadar büyük olacağını tahmin etmiyordu.
Hırvatlar 1993 yılında Mostar köprüsünü bombalayarak yıktılar. Köprüyü hedef aldıklarında ne yaptıklarını çok iyi biliyorlardı. Köprüyle beraber sembolik değer ve anlamı da siliyorlardı.
Köprü yıkıldığı gün haberlerde izlediğimizde bir insan ölmüş gibi, akrabalarımızdan birini kaybetmiş gibi hissetmiştik. Bu acıydı, içimizi acıttı. Savaş suçluları o anda ne düşündüler bilmiyorum ama savaş psikolojisini attıktan sonra pişmanlıktan nasıl gebermediler, ben halen şaşarım.
Az önce bahsettiğim gibi o bir semboldü. Osmanlının Balkan topraklarındaki tüm izlerini silmek adına yapıldı. Aslında köprü birkaç kez bombalandı, darbe aldı ama yıkılmadı. Son darbeyi vuran Hırvat askerlerin sevinç çığlıklarını bütün dünya haberlerde üzüntü ile dinledi. Olayı bir başka açıdan kayıt altına amatör kamerasıyla alan Eldin Palata diyor ki; çekerken bunun bir film olduğunu sandım. Kamerayı bırakınca köprüyü eski yerinde göreceğimi düşündüm. Ama dondum kaldım çünkü köprü yoktu. Gördüklerim film değil gerçekti. Ürpermiştim.
Kimse anlam veremiyordu ama artık köprü yoktu. Hırvatlara göre böylece Osmanlıda yoktu. Fakat unuttukları bir şey vardı; köprüler birliğin, barışın, sevginin, arkadaşlığın sembolüydü. Ama dedim ya bu anlamsız bir savaştı.
Dilerseniz kısa bir video ile yıkılış anını şuradan izleyebilirsiniz.
Şimdilerde şehir yaralarını sardı. Yıkılan köprünün yerinde yenisi var. Köprünün iki yakasındaki sokaklar tarih boyunca olduğu gibi dükkanlarla dolu. Şehir haliyle çok çekici. Bu yüzden doyasıya gezin, yorulunca bir börek, köfte yemek için durun ama hep manzaranız köprü olsun. Alışverişin, kahvenin bahane maksadın muhabbet olduğu o eski günleri hayal edin. Sevdiği kıza kendini ispatlamak uğruna köprüden atlayan delikanlının kalbinin atışını hissedin. Uzaktan gizlice onu izleyen kızın yanaklarının kızardığını görün. Akşam ezanının dağlarda yankılanışını dinleyin.
Mevsim seçimine gelince hava yazları sıcak, kış aylarında ise ılımandır. Öyle dondurucu Balkan soğuğu pek yaşanmaz. Bana göre her mevsim gitmek için uygundur. Her mevsim şehrin bambaşka güzellikleriyle pozitif enerjisini hissedersiniz.
İster köprüye aşık olun ister sokaklarda kaybolun, ister köfte yeyin ister kahve için farketmez. Ama ne olur çok yavaş gezin.
Baharda gidin; kuşlar öter, ağaçlar yeşermeye başlamıştır, nehir suyu daha canlıdır. Mesela sabah erkenden uyanın koşa koşa bir Pekara’ya ( fırın ) gidip kifle ( bir tür poğaça ) alın. Sıcacıkken yolda yemeye başlayın. Yaşlı amcalar camiden dönüyordur kahve molası verip sakin sakin konuşuyorlardır, dobroutra ( günaydın ) deyin. Köprünün ortasına kadar gelin orda bir durun, nefes alın verin. Hem tam ortasından suyun sesi daha net duyulur.
Kışın gidin ;
çünkü şehir sizindir, köprü ile başbaşasınızdır. Biraz serincedir, köprünün tam orta yerine gelince bu kez aşağıya suya bakmak için uzandığınızda rüzgarı hissedersiniz. Bırakın rüzgar yanaklarınızı kızartsın, acıtsın hatta dert değil. Gider bir Bosanska kafa içer ısınırsınız. Aslında pek yağmaz ama kar yağsa şanslısınız, nasıl güzel olur oralar.
Yazları gidin; kalabalıkta olsa sokak aralarında yürürsünüz. Bir cafede buz gibi içeceğinizi yudumlarken köprüden atlayan gençleri izlersiniz. Dar sokaklarda hediyelik eşyalara bakınırsınız. Köprünün ayağındaki savaş belgeselini izleyip hüzünlenir, ağlarsınız. Bir daha bakıp nasıl bir vicdansızlıktır bu dersiniz. Kızgınlığınızı gideren yegane şey ise buz gibi suya ayaklarınızı sokmak olur. Bu kez köprünün üstünde değil altındasınızdır. Aşağıdan daha da güzel görünür. Bakmalara doyamazsınız … Hem akşamları çok güzel olur Mostar neticede boşnakalr eğlenmeyi iyi bilirler.
Sonbaharda gidin; koca yaz turistleri ağırlayan ama şimdi yalnız olan şehri doyasıya gezin. Daha bir sessizdir, şehrin gerçek sahipleriyle konuşma fırsatınız olur. Size köprünün eski günlerinden bahsederler. Gençken köprü üstünde kızlarla oğlanların nasıl kaçamak bakıştıklarını anlatırlar belki.
İşte yukarıda anlattıklarımdan ötürü Mostar ‘a gittim diyenlere ilk sorum hep -ne zaman gittin, olur. Sonra kaç gün kaldın, kendin mi gittin diye sorarım. Mostar ‘ın her mevsim güzel olduğundan hiç kuşkum yoktur. Her yere kendi gitmeye alışkın insan için söylemesi kolay farkındayım fakat Mostar aceleye getirilecek bir yer değildir. Rehberin peşinde grubu kaybetmemeye çalışmak, köfteyi alelacele yemek, alışverişte oyalanmak. Selfi çubuğuyla bir o yana bir bu yana dönüp, saçını başını düzeltmeye çalışmak zaman kaybıdır. Sadece gittim gördüm demek için gidilmemesi gerekir.
Söylediklerim biraz ağır kaçmış olabilir, farkındayım. Ama dışarıdan görülen manzara bu maalesef :( O yüzden hep aynı öneriyi yaparım; mutlaka Mostar’ da en az bir gece kalın. Gecesini de yaşayın gündüzünü de… Yapamadınız, şartlar buna elvermedi mi yine de gidip gördüğünüz için şanslısınız. Çünkü siz artık dünyanın en güzel köprüsünün yanındaydınız.
Kısaca köprünün sizinle konuşmasına izin verin. Siz de onunla konuşun ya da sadece susup dinleyin.
Taşlar aynı taşlar değil belki ama duymasını bilirseniz anlatacak çok şeyleri var.
Unutmayın köprüyü bırakacağız biz ise sadece geçeceğiz…
Bosna ile ilgili diğer yazılarımı okumak isterseniz linklerini aşağıya ekliyorum.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
2 Comments
Ne güzel anlatmışsın Şükrancım, henüz görmedik ve yazındaki tavsiyeleri dikkate alacağız. Ayaküstü koşturmalı turlar maalesef sadece orayı gördüm dedirtiyor, anlattığın gibi kalıp yaşamak, biraz hissetmek lazım. Emeğine sağlık…
mostar ve köprü ,unutma