Bütün bu konulara değinmeye çalıştım. Yine de kafanıza takılanları yorumlarda sorarsanız size hemen dönüş yaparım..
Konuya MarşMira denilen bu yürüyüş nedir, tarihçesi nedir onu anlatarak başlamak istedim.
BM tarafından güvenli ilan edilen Srebrenitsa bölgesinden Sırp kuvvetlerinden kaçmak isteyen 15.000 civarında Boşnak dağlara yönelerek beş gün boyunca yürümüşler. Yoğun Sırp bombardımanı altında orman içlerinden gece gündüz kurtarılmış bölge Tuzla’ ya ulaşmaya çalışan gruptan ancak beşbini bunu başarabilmiş.
Kaçamayan diğer Boşnaklar ise maalesef 11 Temmuz 1995 ile 17 Temmuz 1995 tarihleri arasında (yaklaşık 8 binden fazla genç ve yetişkin erkek ) katledilmiştir.
Uzun yıllar bu yürüyüşün bahsi geçerken “Ölüm Yürüyüşü” olarak adlandırılmış. Savaş bittikten sonra bu yolculuk barış yürüyüşü yani “MarşMira” adı altında tekrar yapılmaya başlanmış. Her yıl uluslararası katılım ile Srebrenitsa’ da ve bu yürüyüş yolunda hayatlarını kaybedenleri anmak için tekrarlanıyor. Üç gün süren 110 Km’ lik bu yürüyüşe isteyen herkes katılabiliyor.
Biz bu yürüyüşe katılma kararı aldıktan sonra ilk iş uçak bileti bakmaya başladık. O tarihlerde uçaklar bayağı pahalı olduğundan gitmek isteyenlere önerim önceden alınız. Biz Belgrad’ a gidelim orada biraz gezer sonra Bosna’ ya geçeriz dedik ve biletlerimizi aldık. Sonra detaylı araştırmalar yapmaya başladık. Türkiye’den bir grup gönüllü kişinin “Marş Mira Türkiye” diye bir grup kurduğunu gördük. İnternet sitelerinden kendilerine ulaştık. (Site adreslerini yazının sonunda bulabilirsiniz. )
Hemen irtibata geçip katılmak istediğimizi bildirdik. Onlar da bizim adımıza kayıt yaptırdılar.
Sizin de ilk yapmanız gereken internet sitelerine girmek incelemek olsun. Sonrasında verilen cep telefonu numaraları, e-mail ile katılmak istediğinizi bildirmeniz yeterli. Arkadaşlar sabırla bilgi veriyorlar. Sizin kesin kararınızdan sonra da isminizi Bosna’ da kayıt bürosuna bildirilmeleriyle süreç ilerliyor.
Katılımcıların listesini yaklaşık 1 ay öncesinden Bosna’ya bildiriyorlar. Siz yine de gitmek istediniz ama diyelim 2 hafta kala kesin kararınızı verdiniz yine de sonlara sorun mutlaka bir çözüm üretirler.
Ekip her ne kadar gönüllü bu işi üstlense de bütün bunlar bir maliyet malumunuz. Ulaşım, yemek, hediyelikler, kamp yerleri ücreti gibi masraflar katılımcı sayısına bölünerek hesaplanıyor. Ekip lideri arkadaşlara ücret teslim ediliyor. 2017 MarşMira’daki üç günlük yürüyüşte çadır, ulaşım, yemek dahil olmak üzere 45 eur verdik.
Tabii ki her katılımcı uçak biletini kendisi alacak.
Marşmira yürüyüşünde üç gün boyunca dağlarda olacaksınız. Toplamda 5 gece açık havada konaklanacağı için çadır ilk alınacak malzeme.
En önemli malzeme bence mat ! Bilmeyenler için açıklayayım çadırın içinde yere serdiğiniz materyalin adı mat. Hem alttan soğuk almamak hem de yumuşak olması için kesinlikle iyi bir mat alınmalıdır. Biz mat ve uyku tulumunu arkadaşımdan ödünç almıştık, siz de para verip almayın önce etrafınıza bir sorun belki birilerinde vardır. Devir hesap devri…
Yürürken destek olması açısından trekking malzemeleri satılan yerlerde bulabileceğiniz baton almanız salık veriliyor. Bilmeyenler için baton baston gibi bir çubuk. katlanananları var, uzunları var. Hatta çok çeşitli ve hatta çok uçuk fiyatlara varan türleri var. Ama asıl işi baston!
Biz daha önceki deneyimlerimizden gerek olmayacağını düşündük. Elimizde olmasına rağmen yanımıza almadık. Sadece bir gün ağaç dallarından kendime bir arkadaş yaptım. Siz de öyle yapabilirsiniz.
Giyecek mevzuuna geleceğim ama ayakkabıdan bahsetmek isterim. Bence ayakkabı mutlaka trekking ayakkabısı olmalı!
Mümkünse de piyasadaki en iyisi ya da en iyisine yakını seçilmeli. Bu konuda satıcı firmalar nerede ne kadar yürüyeceğinizi sorup ona göre veriyorlar. Parası sizi korkutmasın yıllarca kullanır üstüne bana dua edersiniz. Bu ayakkabılar hem dayanıklı hem de ayak sağlığı kadar önemli bir şey yok. Ayağınız vurduğunda arkasındaki acıyı hatırlayın, nasıl? Şimdi hak verdiniz sanıyorum.
Elbette rahat kıyafetler tercih edilmeli. Eşofman, tayt, şort, şalvar, etek, elbise yani siz nasıl rahat ediyorsanız öyle şeyler alın. Ancak geceleri serin olabileceğinden kalın bir kıyafetiniz de olsun. Çorap önemli. Bence ister ayağınızda terlik olsun ister sandalet mutlaka çorap giyin. Havlunuz, kendi şampuanınız, kreminiz gibi detayları artık yazmama gerek yoktur diye tahmin ediyorum.
Öz cümle kıyafet tercihi size kalmış. Ben tayt, tişört ile gezdim. Hafif olmasına dikkat ettim. Şapkasız hiç kalmadım. Ufak bir bandana iş görebilir. Boynunuza sararsınız, başınıza geçirirsiniz.
Çadır işini ayarladıktan sonra sitelerinde yazılan listeye baktık ve ona göre hazırlığımızı yaptık. Açıkcası bir sürü konserve almıştık, almasaymışız da olurmuş ama siz yine de alın. Yanınıza az bir şey de olsa zeytin alabilirsiniz, lipton çayınızı atın çantanıza ağırlık yapmaz netice de.
Islak mendil bolca alın ama fazla abartmayın. Şahsi ilaçlarınız dışında tıbbı malzemeye gerek yok. Merak etmeyin 24 saat hizmet veren sağlık ekipleri kamp alanlarında ve yürüyüş rotası boyunca var. Ne olur ne olmaz yanınıza Wc kağıdı alın derim. Netice de çayır çimen geze geze işinizi göreceğiniz durumlar olacak.
Çadır, kamp malzemeleri, yiyecek, temizlik, ayakkabı derken günümüz çılgınlığı telefonları kendine dert edenlere geldi sıra. Akşamları kamp alanlarında elektrik sağlanıyor fakat kalabalık olduğundan bazen fişlerde yer olmayabiliyor. O zaman ne yapıyoruz güçlü bir powerbank alıyoruz. Ya da çevre evlerdeki insanlara rica ediyor telefonumuzu şarja koyuyoruz. Kısaca çareler tükenmiyor, dert etmeyin.
Telefon hattı konusunda ekip liderleri size önerilerini yapıyorlar. İster hat alın isterseniz almayın size kalmış. Şahsen benim ne hat almak gibi, ne de şarjımın bitmesiyle ilgili hiç bir sıkıntım olmadı. Ben sadece orada bulunma amacına odaklanmıştım. Zaten o amaç olmasa o sıcakta beni kimse o yolu yürütemezdi. Ama ne oldu biliyor musunuz, hep şans yüzüme güldü internet de buldum, şarj da buldum. Maceralarım diğer yazıda linki yazının sonuna bırakıyorum.
Banyo konusu ise kamplarda kurulan seyyar duş ya da civar evlerin banyolarını kullanmak ile çözülüyor. Unutmayalım ki dağ başına gidiyoruz ve her akşam yıkanmak lüks. Gördüğüm kadarıyla bu konu katılımcılar arasında can sıkıntısı yarattı. Nereye kampa giderseniz gidin bu banyo konusu sıkıntı. Yineliyorum orada bulunma amacımız ile saçımızdaki şampuan kokusu arasında uçurum var.
Bizi bu banyo sıkıntısı teğet geçti. Zaten ben kafama beş gün yıkanmak mümkün olmayabilir diye yerleştirmiştim. Fakat gelin görün ki her gün pür-i pak gezdik. Nasıl mı? Diğer yazımda, link aşağıda.
Kahvaltılık malzemeler bol bol geliyordu. Ama sıcak su bulmak pek mümkün değildi hani çay kahve bağımlılarına söyleyeyim. Aklınıza ne gelirse vardı; reçel, şokella, ezme, avjar (vatanındayız netice de), peynir daha neler neler geldi. Onca kalabalığa yetti. Biz yedik mi peki? Sadece ilk sabah yedik, sonraki sabahlar yol kenarında dağıtılan sandviçleri ısrarla verdikleri için çantaya attık. Ertesi sabah kahvaltımızda yedik. Öyle büyük ve lezzetliydi ki hiç kahvaltı masasına yanaşmadık bile. Bizim yanımızda poşet çaylar olduğundan sıcak su bulup buluşturduk, keyifle her sabah kahvaltı ettik.
Yolda verilen sandviç demişken hemen açıklayayım; değişik ülkeler ya da Bosna’daki bir takım firmalar, kurumlar yiyecek ve içecekleri katılımcılara bedava dağıtıyorlar.
Yol boyunca dağıtılanları nerden başlayıp sıralasam acaba? Su dağıtımı belirli aralıklarla yerleşmiş ekiplerce yapılıyor. Zaten çeşmelerden kendi şişenizi doldurabilirsiniz. Elma, muz dağıtanlar en çok sevindirenler. Ben hayatımda öyle güzel elma yemedim ya da o an bana öyle geldi. Öyle bir tane al filan da yok istediğin kadar al. Tahminimce dağıtılanlar tonlarca olmalı. Meyve suları, cola, bisküvi, gofret dağıtıldı. Yine bunlarda sınır yok istediğin kadar al. Ama çok dikkat ettim, hiç açgözlülük edip üçer beşer alana rastlamadım.
Gelelim en can alıcı konuya. Boşnak halkını nasıl bilirdiniz? Birçoğunuz yemeklerini, müziklerini biliyordur ve misafirperver oluşları da bilinenen özelliklerindendir. Bir göçmen olarak adetlerimizi özellikle misafire karşı yapmamız gerekenleri çok iyi bilmeme rağmen yine de şaşkınlıktan dilimi yutacaktım. Neden mi? Size bu yürüyüşe altıbin kişinin katıldığını söylemiş miydim? O altıbin küsur kişiye sorulsa abartısız hepsi kahve ikramından aldığını söyleyeceklerdir. En az bir ya da birkaç kez kahve içmişlerdir.
Bu kadar insana bedava, o sıcakta kahve pişirip dağıttılar. Sizin bildiğiniz şekli ile Türk kahvesine benzeyen o meşhuuur Boşnak kahvesi dağıtıldı. Yine vurgulayarak söylüyorum binlerce katılımcı defalarca içti.
Civarda yaşayan köylüler. Civar demem hemen oracıkta bir köy sanılmasın. Onlar da yol güzergahına kilometrelerce yürüyerek geliyorlardı. Yolun üstündeki ev sahipleride kahveyi kapı önünde pişiriveriyor. Yazık kıyamam bizlerin çay sevdiğini bildiklerinden Türk bayrağını görür görmez çay da var, diyorlardı.
Fotoğraflarda göründüğü üzere odun ateşi üzerinde kazanda pişeninden tutunda, kahve makinasında pişene, kulplu fincandan karton bardağa kadar farklı biçimde kahve içmişliğimiz var.
İnsanlar sadece kahve dağıtmıyorlar, kapı önlerine buz gibi su çıkarmışlar ya da ağacından kopardığı armutları küçücük bir leğene koyup “lütfen alınız” diyorlar. Tarlasından salatalık koparıp getiren teyzeden, baklavayı saklama kabına doldurup sonra yersiniz diye elimize tutuşturana kadarı var. Ah o mis gibi ahududular geldi aklıma…
Örneğin; ikindi saati sağdığı keçisinin sütünü illa için diyen kadını unutamam. Bir türlü ikna edemedik dayadı önümüze böreği, üstüne evin gelini pasta ve kahve getirdi.
Yine MarşMira ekibi tarafından hazırlanıyordu. Fakat biz onu da hiç göremedik o yüzden ne yediler ne içtiler bilmiyorum. Neden görmediğimize gelince yürüyüşte herhangi bir aceleniz yok. Yavaş yavaş yürüyebilirsiniz, size kalmış. Ancak belirlenen rotada sadece mayınlı bölge uyarılarına dikkat ederek yürümelisiniz. O yüzden biz yol boyu tanıştığımız insanlar ile konuşa konuşa, kah manzaranın doyumsuz güzelliğini izleyerek, kah dinlenerek akşamı ediyorduk. Kampa bir geliyorduk ki tabak çanak toplanmış. Ama aç kaldık sanmayın yolda dağıtılan yiyecekler ile fazlasıyla doyduk.
Bu sayede kendi gücümüzü de anlamış olduk. Çünkü 3 gün boyunca yürümek çok da kolay değil. Öyle kahve, baklava börek anlattım diye laylaylom gezmişler sonucu çıkmasın, aman diyeyim. Ayrıca keşke yapabilseydik de hiçbir şey yemeden bu yürüyüşü tamamlasaydık. Ben, ablam Türkan ve Derya yol boyu da öyle çok yemedik. Hava çok sıcaktı ve biz sürekli kendi aramızda ” o insanlar günlerce aç susuz nasıl yürümüşler” diye konuştuğumuzdan olsa gerek yemek ikinci planda kalmıştı. İştahımız kapanmıştı sanki.
Düşünsenize o insanlar bilinmezliğe, bütün yaşadıklarının izlerini içlerinde taşıyarak yürüdüler. Ayaklarında ayakkabısı olmayanlar varmış, olanların da dağlara çıkınca parçalanmış.
Aylardır üstünde aynı kıyafet, hiç yıkanmadan, hiç güzel bir söz duymadan hiç gülümsemeden geçen günler, geceler… Aslında direkt ölüme yürüdüklerini de biliyorlardı ama içlerinde hep bir umut vardı demek. Yoksa bu işi başaramazlardı. Kuvvetli olup birbirlerini desteklemeselerdi yürümeyi başaran o 5 bin kişi Srebrenitsa’ da olanları kimselere anlatamayacaktı.
Biz orda o sıcak havada aman susuz kaldım, su kamyonu nerde derken onlar hangi taraftan ateş edileceğinin hesabını yapıyorlardı.
Biz Avusturyalılar, Amerikalılar bugün muz getirdiler mi acaba diye düşünürken onlar belki aylardır değil muz, ekmek yememişlerdi. Bir parantez ile öğrenince şok olduğum bilgiyi paylaşmak isterim. Bu Sırplar Srebrenitsa ve diğer yerlerde esir tuttukları insanlara tuz vermezmiş. Bir lokma yiyecek önlerine atar ama hepsinin tuzsuz olmasına dikkat ederlermiş. Sebebi ise vücudumuz tuzsuz kalınca direncimiz düşüyormuş. İstediğiniz kadar yeyin, su için ama belli bir zaman sonra iflas bayrağını çekiyormuşuz, yapımız böyleymiş.
Neyse vicdansızlıkları onların olsun ben konuya döneyim. Biz bu ruh halindeyken pek yiyemedik demiştim ama özetlersek kampta yemek veriliyor. Ayrıca yanımda konserve götürürüm derseniz, iyi yaparsınız.
Akşam oldu çadırlar kuruldu alabilen duşunu aldı diyelim kamp alanını saran o sessizlik var ya ahh işte o çok güzeldi. Bosna’ nın dağlarından gelen çiçek kokusu ile sabahın beşinde uyanmak ise muazzamdı.
Yapabilen, benim sağlık sorunum yok diyen, vakti olan herkesin bu anlamlı yürüyüşe katılıp yapılan vahşeti unutmayacağımızı, unutturmayacağımızı dünyaya duyurmaya davet ediyorum.
Diğer Bosna yazılarımın listesini de aşağıya bırakıyorum. Ayrıca güzel mi güzel Bosna’yı herkesin bir gün görmesini dilerim.
Sevgi ile kalınız …
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
6 Comments
Ayağınıza sağlık kaleminize sağlık.
2014 de ben de Marš Mira ya katıldım. Ilk kez orada Caner ve arkadaşları ile tanışmıştım.Sagligi elveren herkesin ; bu savaşı ve yasanan soykirimi daha iyi anlayabilmesi için mars miraya katılması lazım.
Yasananlari unutmamak ve unutturmamak icin !!! Unutulan soykirim tekrar yapilir!!
Not: Bu yıl tekrar katılmak istiyorum insallah tekrar nasip olur bu anlamlı yürüyüş. (Moja ime Bahar -Behara)
Allahimanet
Çok güzel anlatılmış,bende bir Boşnak olarak bu katliamı kınıyorum onca çocuk yaşlı genç nasıl bu şekilde öldürülebilir aklım yüreğim kaldırmıyor ağlayan annelerin yüreği nasıl dayanıyor Rabbim yardım etsin sabır versin, bugün bir videoda bir anne ben eşimi çocuklarımı kaybettim yaşamıyorum ki bulutlardayım sanki diyordu çok üzüldüm ??onlara kavuşacağım günü bekliyorum diyordu, bizde lanetliyoruz Rabbim birdaha yaşatmasın, kalanlara sabır versin inşallah ???
Amin, aileler sabır diliyoruz. yaşananlar bir daha tekrarlanmasın diye dua ediyoruz. elimizden gelen budur sadece:(
Yüreğine sağlık. Yüreğim sızladı ben okurken. Dünya bu yaşanan vahşete kör ve sağır kaldı. İnşallah 2018 de beraber yürümek nasip olur.
Böyle acı bir olayın tekrarlanmamasını dilerim . Kaleminize sağlık .
Teşekkür ederim, umarım dünya bir daha böyle bir vahşete şahit olmaz.