Bu yazıda sizinle dünyaya iz bırakan kadınlar hakkında konuşalım istedim. İçeriğinde başarılarıyla, cesaretiyle, güzellikleriyle dünya tarihine adını yazdıran kadınları göreceksiniz. Hepsi ilham veren, yol gösteren kadınlar. Aklıma ilk gelenleri yazdım hatta bir yandan kahvemi içiyor bir yandan da yazımı yazıyorum. Siz de alın çayınızı kahvenizi şöyle bir arkanıza yaslanın ve okumaya başlayın.
Keşke yazıda şu kadının da adı geçseydi dedikleriniz olursa lütfen yoruma yazınız. Yazımı istediğiniz sosyal medya hesabında paylaşmanız da serbest. Facebook olur, instagram olur, twitter olur link verebilirsiniz. Benden yana sıkıntı yok. Maksat kadın dayanışması olsun!
Unutmadan yazının içinde birçok şahane film adı verdim. Hepsi izlediğim ve bu şahane kadınlarla alakalı olan filmler. Tam hafta sonu battaniye altında izlemelik türden hem de.
Haydi şimdi onları tanımaya başlayalım!
Amelia Earthart ; bu kadın bildiğiniz küçücük uçakla Atlantik okyanusunun üstünden tek başına uçmuş.
Dünyanın etrafında uçmaya çalışırken uçakları kaybolmuş. Kocasına yazdığı son mektubunda ” Bilmeni isterim ki karşılaşabileceğim tehlikelerin farkındayım. Bunu yapmak istediğim için yapıyorum. Kadınlar da erkeklerin yaptığı şeyleri denemeli. Başarısız olurlarsa başarısızlıkları en azından diğerleri için aşılacak yeni bir engel olur.” demiş.
Hayatı ve Atlantik geçişi “Amelia “ isimli filmde çok güzel işlenmiş. Başrolde Richard Gere’ın olduğunu söylemeden geçmeyeyim.
Valentina Vladimirovina Tereşkova; o uzaya ilk giden kadın.
Hayat hikayesini okuduğumda çok etkilenmiştim. Çok çalışkan, becerikli ve zekiymiş. Çok zorlanmış, kaçıp gitmek, bırakmak istemiş ama yine de dayanmış. Kadın olmanın zorluğunu birçok şekilde ona yansıtmışlar ama o başarmış.
Tarlada çalıştığı günlerde biri gelip “sen uzaya giden ilk kadın olacaksın” diye fısıldasa elbet inanmazdı. Fakat yıllar sonra uzaya çıkarken onun kulağına uçuşun gizli kodu söylenecekti.
Üç – İki – Bir… Martı uzayda … ( Martı gizli kodun adıydı )
İlginç bilgi; Yine kendisi gibi kozmonot olan biriyle, biraz da zorla evlendirilmiş. Böylece Valentina’nın kızı Elena A. Nikolaeva-Tereshkova anne ve babası uzaya çıkan ilk çocuk olmuş. Tereşkova halen hayatta ve Putin’ e olan yakınlığıyla Rusya’ da pek de sevilmiyor.
Bu kadın ise uçmamış, uzaya gitmemiş ammaaa 64 yaşında tam 53 saat boyunca köpek balığı koruması olmadan Küba’dan Florida’ya kadar yüzmüş.
Çok zor bir hayatı varmış. Astımı olmasına rağmen defalarca yüzme rekoru için denemeler yapmış. İnsanın kendi limitlerini zorlamasına bir meydan okuma onun yaptığı. Çok anlatmayayım ama onu tanıyın istedim.
Onu anlatan bir belgesel film de var. Fragmanını izlemek bile nefes kesici.
Filmin adı: The Other Shore! / Netflix’ te ise Nyad ismiyle yayında.
Yazar kadınlar var mesela Agatha Christie gibi sıradışı olanlar.
Mirasyedi bir ailenin kızı, eğitim almamış, roman yazmaya ise kızkardeşiyle girdiği iddia ile başlamış.
II. Dünya Savaşında orduda görev yaparken hastanenin eczanesinde çalıştığından ilaçlara ve bitkilere ilgi duymuş. Savaş sonrasında bahçesinde değişik bitkiler yetiştirmiş. Romanlarında bu yüzden sıkça cinayet sebebi zehirlenmelerdir.
Bir kadın olarak ben bu listede en çok Agatha’yı severim. Nedenini tam bilmiyorum, belki disleksi diye, belki yazarlara oldum olası hayranım diye. Hiçbir kitabını okumadım derseniz şayet size bir tüyo vereyim. Neredeyse tüm eserlerini internet üzerinden radyo tiyatrosu olarak dinleyebilirsiniz. Yazının sonuna link bırakacağım ordan dinlersiniz.
İlginç bilgi; Pera palas otelinde kaldığı 1926 ile 1932 yılları arasında 411 numaralı odasında “Doğu Ekspresi’nde Cinayet” romanını kaleme almıştır. Pera Palas oteli İstanbul Tepebaşı’ndadır. Parasını ödeyen herkes odada bir gece geçirebilir. Bir not daha; onun romanlarında katil uşak değildir!
Mary Shelley adını duymuş muydunuz? Hiç tanıdık gelmedi mi? Size Frankenstein’ı tanıyor musunuz desem? Aaa bilmez miyim dediğinizi duyar gibi oldum.
İşte bu kadın yani Mary Shelley öyle bir kitap yazmış ki kendi adının önüne geçmiş. Hem de o dönemde yani 1816 İngiltere’sinde. Şimdi ne var bunda demeyin çünkü kadın adıyla kitap basmak yasakmış. Hatta babası yayınevi sahibi olmasına rağmen kızının kitabını basmamış. Başka yayınevlerinin kapılarını çalmış. Onları da ancak eşinin adıyla teslim edince basmaya ikna edebilmiş. Ama o haklı mücadelesinin peşini bırakmamış ve kendi ismiyle tekrar yayınlatmış.
Hayatı bir filme alındı. Özellikle dönem fimlerini sevenler bayılacaktır. Filmin adı ” Mary Shelley”
Edit Piaf; o şarkı söylerken Fransızca anlamanıza gerek yoktur, sesindeki ahenk sizi alır dalga dalga götürür.
Onun da hayatı film yapıldı, izleyiniz efenim. Her sahnesinde kadın ne çekmiş diyeceksiniz, her kare zihninize kazınacak.
Ben sinemada izlemiştim hiç unutmam yağmurlu bir Beyoğlu akşamıydı, her zamanki gibi arka kapıdan çıktığımız o karanlık sokakta ağlamıştım. Artık benim için onun şarkılarını dinlemek çok farklı, çok daha fazlası …
Filmin adı “Kaldırım Serçesi”
Kadınların kadınlarla hep bir sıkıntısı olmuştur. Şimdi eğri oturup doğru konuşma zamanı, saklamanın alemi yok yani. Fakat öyle kadınlar var ki kendilerini kadınların daha güzel ve daha bakımlı olmasına adamışlar. İşte Coco Chanel bunlardan biri.
Zor bir hayattan sıyrılmayı kafasını kullanarak başarmış bir kadın. Geldiği nokta ise malumunuz.
Şahsen ben hiçbir zaman Chanel kıyafet sahibi olmak istemedim. Hoş istesem de olamam. Fakat her gün giydiğim pantolonu kadınların da cesurca giyebileceğini tüm dünyaya kabul gördürenin o olduğunu biliyorum. Açıkcası çok saygı duyuyorum.
Diğer yandan o meşhur parfümü Chanel No 5’e dünyadaki bütün kadınlar gibi ben de bayılıyorum. O parfümün yaratılış öyküsü ve diğer yaşadığı acı-tatlı günler filme alınmış. Keyif alacağınıza eminim bence hiç ötelemeden izleyin derim.
Filmin adı ” Coco Chanel “
Vivien Maier
Bir gün tesadüfen bir belgesel izledim ve ben şok oldum. Saygı, hayranlık, şaşkınlık, takdir, merak bütün bu duyguları aynı anda yaşadım. Fotoğraf meraklılarının zaten onu tanıdığını çok sonraları farkettim. Hatta fakültelerde onun bilinçli ya da bilinçsiz çektikleri üzerine saatlerce ders yapılırmış.
Fotoğraf çekmek artık tık diye düğmeye basmakmış gibi zannediliyor. Fakat çok önemli ve zor bir sanattır. Görmek, anlamak eyleme geçirmek öyle dışardan göründüğü gibi değildir.
Fotoğraflarının bulunuş hikayesi çok enteresan. Bu belgeselde onun hayatı anlatılıyor. İzleyin beni şükranla anacaksınız!
Belgeselin adı ” Vivien Maier’in Peşinde “
Temple Grandin; hayvan bilim uzmanı, yazar, profesör, aktivist ve o bir otizmli. Hayatını uzun uzadıya burada anlatamam ama bir çoğunuzun tanımadığını varsayarak filmi izlemenizi öneririm.
Yaptıkları hayvancılıkta bir atılım olduğu kadar, onun durumdaki kişiler içinde bir umut ışığı olmuş. Onun kafasından geçenleri insanlara anlatma çabasına hayran olacaksınız. Annesine ayrıca hayran kaldım. Temple hayatta ve üniversitede hocalık yapmaya devam ediyor. Bir de sevimli ki hemen kanınız kaynayacak :)
Filmin adı da “Temple Grandin”
Marie Curie; o anne, eş, fizik araştırmacısı, üniversite öğrencisi, Polonya milliyetçisi bir kadın. Yaptığı araştırmalarda aşırı radyosyon yüklediğinden kan kanserinden ölmüş biri. Fakat kendisiyle anılan radyumdan çıkan ışınların kanserin bazı çeşitlerinde tümörleri yok ettiği ortaya çıkmış.
Kadın o kadar çok radyasyona maruz kalmış ki kullandığı not defteri hala radyasyon yaymaya devam ediyormuş. 1500 yıl daha yayacağı söyleniyor. Ancak özel kıyafetlerle girilen özel odada görülebiliyormuş.
Tabii ki hayatı sadece bilim çalışmaları ile geçmemiş. Yaşam mücadelesine iki çocuğuyla, eşi ölünce de yalnız devam etmiş. Bu esnada eşinin Sorbornne’da görevini devralarak dünyadaki ilk kadın profesör olmuş.
Kocasının ölümünden sonra yaşadığı aşk ile gündeme gelmiş. Ağır eleştiriler kulak asmadan çalışmaya devam etmiş. Şimdi düşünüyorum da Madam Cruie önce ölseydi ve kocası on kere de aşk yaşasa kimse lafını etmezdi değil mi? Fakat söz konusu kadınlar olunca maalesef toplum böyle acımasız.
İlginç bilgi; kızı İrene Cruie ‘de Nobel kimya ödülü almış bir bilim insanı, eklemeden geçmeyelim ayıp olur.
Neden mi Hypatia?
Yaşadığı çağ, yaptıkları, buluşları ve sonunda gördüğü muameleler düşünülünce insanın hayran kalmaması mümkün değil. Gökcisimlerinin sınıflandırılması başta olmak üzere, hidrometrenin bulunması, sıvıların yoğunluk derecelerinin bulunması gibi birçok konuda etkili olmuş. Acı olan tarafı ise dinsizlik ve şeytanlıkla suçlanıp taşlanarak öldürülmüş olmasıdır.
( İskenderiye – 415 )
Çok güzel bir kadın olduğunun da bilindiğini ekleyelim. Öyle güzel kadınların kafası çalışmaz derler ya hani yok öyle bi şey!
Onun da hayatının konu edildiği bir film var ismi ” Agora “
Florance Nigthingale; hemşirelik mesleği onunla anıldığından artık tanımayan yoktur. Yaşamını başkalarının yaşamına adamış bir insan.
Binlerce askerin arasında dimdik ayakta dolaşan gencecik bir kız düşünün. İmkansızlıklarla dolu bir dönem. Alet edevat, ilaç, tesis yok. Bütün sağlık personeli evine gittiğinde o elinde gaz lambasıyla sabaha kadar yaralı askerleri beklermiş. Adı lambalı kadına çıkmış :) Aslında rastladığınız her hemşirede biraz da Florance Nightingale’ i görürsünüz.
İlginç bilgi; Florance Nightingale’in İstanbul Selimiye kışlası ve Rami kışlasında görev yapmış olmasıdır.
Rahibe Teresa; yüreğindeki insan sevgisi ve muhtaçlara yardım etme güdüsü ile yaşayan binlerce kadından biri ama en çok bilineni. Çünkü o ömrünü ihtiyacı olan insanlara yardıma adamış.
Kendisine verilen Nobel barış ödülü için ziyafet yemeği verilmesi yerine 6000 dolar miktarındaki fonu Kalkütalı yoksullara bağışlamış. Etiyopya’ daki açlığa dikkat çekip dönemin ABD başkanı Reagan’ ı yardım için ikna etmiş. We are the world, we are the children dönemini hatırlayan vardır. İşte o yıllarda dünya bolluk içinde yaşarken bir anda Afrika’daki açlığı farkettiyse bu biraz da onun sayesinde olmuş.
İlginç bilgi; Makedonlarla Arnavutlar bir türlü rahibeyi paylaşamaz. Her ikisi de sahiplenmeye kalksa da bence Arnavuttur. ( hemşehri kayırması yapayım azıcık) Tiran havalimanının adı da Nena Teresa’dır.
Size muhteşem bir başarı öyküsünü anlatan bir film tavsiyesi geliyor. Adı “Hidden Figures “ Azıcık anlatmalıyım çatlarım yoksa. Kadınlar zenci ve NASA’da çalışmaya başlıyorlar fakat WC’ye bile sokmayacak kadar ayrımcılık yapılıyor. Hey Allahım yine aklıma geldi sinir oldum. İzleyince siz de sinir olacaksınız ama sonra gurur duyacaksınız. İşte budur diye kendi kendinize çığlık atacaksınız!
Rosa Parks; Amerika’da o güne kadar yapılmayanı yapmış. Şimdi çok gülünç bir konu gibi gelecektir ama bindiği otobüste yerini bir beyaza vermesi istenince kalkmayan bir kadın o. Peki ne mi olmuş? Rosa şehrin düzenini bozmak suçuyla tutuklanmış. Oysa o gün, o kadın Amerika’ daki ayrımcılığın ortadan kaldıran bir tarihi akışa fiske vurmuş. Destansı bir başkaldırı, bütün zenciler için bir ümit kaynağı olmuş. Bunu anlatan filmin adı; The Rosa Parks story
Malala Yuzufsay ın adını anmazsak bu yazı eksik kalır. Taliban’ ın silahlı saldırısından sağ çıktı, Pakistan’ daki kızların eğitim hakkı için canını hiçe saydı. Kızların eğitimi için uluslararası platformlarda bilinen bir elçi oldu. Pakistan’ ın gururu ilan edildi. Sadece on yedi yaşında Nobel Barış Ödülü’ nü aldı. En genç Nobel alan kişi oldu. O bir süper kahraman!
Ülke yönetmeseler de eşlerinin yanında olup o ağır yüke ortak kadınlar Eva Peron , Jinang Qing ilk aklıma gelenler.
En çok Grace Kelly‘ye hayranım. Zaten güzelliğine ve zerafetine bütün dünya hayran. Bence Garibaldi ailesi her ne kadar köklü bir hanedanlık olsa da bugün bir Monaco varsa prensese borçludur. Diğer yandan yaşamı renkli gibi görünse de kadıncağız zor bir hayat geçirmiş. Hikayesi film olanlardan biri de o. Başrolde ise harika, zarif bir kadın Nicole Kidman var. Filmin adı “Grace “
Büyük Katherina var Rusya’yı Rusya yapan kadın! Almanya’dan gelin olarak gelen Katerina! Nasıl güçlü bir kişilik, hırslı hem de öyle böyle değil hani. Bana en sevimli gelen icraatı ise aldığı 250 parça tabloyu sergilemek için St.Petersburg’da Hermitage binasını yapması. O kadar güçlü bir kadını dünya bir daha zor görür, denir. Aşağıda anlatacağım İngiliz kraliçelerini bile sollamış o derece…
I.Elizabeth ve Victoria iki büyük kraliçe. I. Elizabeth zorlu yaşamı ile Victoria ise tam 63 yıl 7 ay İngiltere’ yi yönetmesi ile listemde. Gerçi şimdiki kraliçe onun rekorunu kırdı. Hayatı film yapılanlardan biri de o. Filmin adı ise ” Quenn ” Netflix’deki The Crown dizisi de harika bir yapım, onu da tavsiye ederim.
Kraliçe Viktorya ile ilgili bir yazım da var, yaşadığı garip aşk hikayesi hem de bir Hintli hizmetçiyle. Olaylar olaylar bir koşu o yazıyı da okuyun. Bol dedikodulu… Kraliçe Victoria , Abdulkerim ve Oryantalist ressam Rudolf Swoboda
İlginç bilgi; Kraliçe Victoria dünyada düğünde ilk kez beyaz gelinlik giyen kişidir.
İngilizler’den bahsedince kadın liderleri de anmadan geçilmeyecek isim Margaret Thatcher ! Bilgi, donanım, azim, güç hepsi bir kadında. Hayatını anlatan filmin adı aynı zamanda lakabı olan ” Iron Lady “
Diğer ülke yöneten kadınlar ise yaşadığı coğrafyanın kaderlerini yaşayanlar kadınlar var. Benazir Butto Pakistan, İndira Gandhi ise Hindistan’da başarılı olmuş yöneticiler. Her ikisinin de suikaste kurban gitmesi ise acı bir tesadüf.
Eh biraz da bizden kadınlara gelelim. Ayrı bir yazı konusu gerektirseler de analım.
Sabiha GÖKÇEN, Türkan SAYLAN, Nermin Abadan UNAT, Jale İNAN, Safiye Ali, Muazzez İlmiye Çığ, Sabiha Tansuğ atlanmamalı. Sabiha hanımı çıkaramamış olabilirsiniz. Şuradaki yazımı okursanız ona siz de benim gibi hayran olacaksınız.
Bizden de en çok Afife Jale ‘yi severim. Kadın olmanın zor olduğu bir ülkede ilk olmak. Üstelik kadın oyuncu olmak, fena çok fena. Yaşadıklarını okumanızı tavsiye ederim. Çoğunuz beş parasız öldü kısmını hatırlıyor olabilirsiniz ama iş oralara kadar nasıl varmış bir bilseniz. Can Dündar’ ın “Yüzyılın Aşkları” kitabında Afife’ yi anlattığı kısmı ağlayarak okumuştum. Onun sonunu getiren adamın kim olduğunu okuyunca şaşırmıştım. Kitabı alıp okuyun diye buraya adını yazmayacağım.
Afife Jale dedim ya aklıma geldi okuduğumda çok üzüldüğüm Mürüvvet Sim‘in hikayesi var. Yeşilçam’ın emektarı yaşamının son günlerinde dara düşmüş ve lodosculuk yaparak geçimini sağlamaya çalışmış. Lodosculuk nedir derseniz; İstanbul’da bolca olan lodos sonrası, denizin kabarması ile, denize düşürülen eşyaları özellikle bilezik, yüzük, kolyeleri ve değerli eşyaları sahile vurunca toplanmasına deniyor.
Hayata sıfırın altında başlayan ama yükselenler de var. Daha küçük bir kızken annesiyle ev ev gezip Mevlid okuyan, Kur’an- I Kerim okuyan küçük Hamiyet var. Aynı amanda anne-kız paşmakçıymışlar. Paşmakçı camiye gelen kadınların ayakkabılarını bir kenara koyma işlemini yapana denirmiş. Paşmak ayakkabı demekmiş. Bu küçük kız evlerde mevlid okurken bir anda tüm ülkeye sesini duyurmayı başarmış. Soyadı kanunu çıkınca da Hamiyet Yüceses oluvermiş.
Ne acıdır ki hayatlarındaki erkekler yüzünden yaptıkları gölgede kalan kadınlar var. Onun gibi sanatçı olan, aynı zamanda hocası ve hayatının erkeği yüzünden çok çeken bir kadın Camille Claudel gibi. 33 yılı bir erkek yüzünden akıl hastanesinde geçirmek ne demek. Camille Claudel’ e bunu yaşatan erkek kim mi? Heykeltraş Rodin. Hani şu ünlü düşünen adam heykelini yapan Rodin. Yatacak yeri yok!
Buna benzer bir acı aşk hikayesi de bizde var. Bedri Rahmi EYÜPOĞLU ve değerli eşi Eren Eyüpoğlu. Eren hanım da aynen Camille gibi eşinin gölgesinde kalıp ihanete maruz kalanlardan. Bedri Rahmi’ nin işlerini anımsamayabilirsiniz ama notalara dökülen “Karadutum çatal karam çingenem” şiirini bilirisiniz. Peki bu şiiri Bedri beyin evliyken asistanı olan genç bir kıza yazdığını söylesem? Adam bu şiiri bir toplantıda hem de eşi Eren hanım’ ın yanında ayağa kalkıp sevgilisine baka baka okumuş. Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın be adam!
Onun kaderinin benzerini Frida nın yaşadığını hepiniz biliyorsunuzdur diye detaylıca anlatmayacağım. Zaten yazdıkça sinirleniyorum.
Erkeklerin gölgesinde kalmış kadınların başına ise Einstein ‘ın karısını koyarım. Bakın ben bile o kadar anlattıktan sonra Einstein’ ın karısı dedim sanki adı yokmuş gibi. Oysa eşiyle aynı okula gitmiş hatta onun kadar zekiymiş yani. Elsa’ yı anlattığım bir yazım var onu okuyuverin. Buyrunu burada Einstein’ın evinde
Kocalarının yanında onlar kadar emekleri olan kadınlar var Tolstoy’un ve Dostoyevski’ nin eşleri gibi. Onları da anlattığım yazılarımın linkini bırakıyorum. Tolstoy’un evinde Dostoyevski ‘nin evinde
Türkiye’de çok zor şartlarda yaşayan kadınlar olduğu malumunuz. Gördüğünüz gibi sadece Türkiye’de değil dünyada da durum farksız değil gibi. Okumuşu cahili, şehirlisi köylüsü farketmiyor kadın kadındır deyip eziliyor. İkinci sınıf muamelesi görüyor. Ama ben yine de kadınların süper güçleri olduğuna inanırım.
Bu yazımı okuyan tüm güçlü kadınlara hediye ediyorum.
Agatha Christie romanalrından birinin radyo tiyatrosunu şuradan dinleyebilirsiniz. https://youtu.be/yebVdLhc8_o
Yazım hoşunuza gittiyse siteme abone olursanız memnun olurum. Böylece yeni yazı yazdığımda size e-mail ile haber gelir.
Youtube kanalıma buradan abone olabilirsiniz.
İnstagram hesabıma ise buradan abone olabilirsiniz.
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
13 Comments
İnanılmaz sade ve yalın bir anlatım ve bir o kadar akıcı. Bu kadar bilgi dolu bir yazıyı akıcı ve samimi anlatımınla bir solukta okudum ✨Ellerine emeklerine sağlık ????Ve bu kadar olumsuzluğa rağmen dimdik ayakta duran biz kadınların günü kutlu olsun ???????? iyi ki varız ????❤️????
çok çok teşekkür ederim
İnanılmaz sade ve yalın bir anlatım ve bir o kadar akıcı. Bu kadar bilgi dolu bir yazıyı akıcı ve samimi anlatımınla bir solukta okudum ✨Ellerine emeklerine sağlık ????Ve bu kadar olumsuzluğa rağmen dimdik ayakta duran biz kadınların günü kutlu olsun ???????? iyi ki varız ????❤️????
İnanılmaz sade ve yalın bir anlatım ve bir o kadar akıcı. Bu kadar bilgi dolu bir yazıyı akıcı ve samimi anlatımınla bir solukta okudum ✨Ellerine emeklerine sağlık ????Ve bu kadar olumsuzluğa rağmen dimdik ayakta duran biz kadınların günü kutlu olsun ???????? iyi ki varız ????❤️????
Çok akıcı, ilginç, bir solukta nefes almadan okuduğum harika bir yazı olmuş?Emeğine sağlık?
Atalamadım değil mi? Umarım atlamadım. Eklenmesi adına Frida. Acıdan doğan kadındır benim için. Ben yazıya bayıldım. Unutuyoruz her zaman unutuyoruz ve şu an baktığımda aklımdan geçen şey : aslında çok güçlüyüz ve aslında başarabiliriz. ❤️
aslında Frida yazımdaydı ama nedense fotoğrafını silerken sildim ve kaydette basmış bulundum:( ekleyeceğim. sağol
Çok akıcı, ilginç, bir solukta okuduğum harika bir yazı olmuş?Emeğine sağlık?
Gezmeyi seven biri olarak Sabiha Gökçen Havalimanı’nın ismine bayılıyorum.
yazıma ekleyeceğim , iyi ki aklıma getirdin. Hep biri eksik sanki diyordum ve demek Sabiha hanımmış. sağol
Muhteşem, belgesel tadında bir yazı olmuş, bilmediğim birkaç özel ismi de öğrenmiş oldum, yer yer duygulandım, yer yer bizden daha çok olmalıydı diye eseflendim ama sonuçta dünyadan böyle güzel hemcinslerimin geçmiş olması mutluluk verici, kadının gücü yabana atılacak gibi değil. Sevgiler ?❤️
çok haklısınız nice Türk kadını da var daha da olmalı .Çünkü ben bizlerin bu kadar olumsuzluklar içinde çok da sağlam durduğumuza inanıyorum .Sevgiyle kalınız .
Keyifle okudum. Yazida adi gecen kadinlarin coguna ben de hayranim. Amelia Earhart ortaokulda Ingilizce ders kitabimizda ilk kez karsilastigim ve zihnime kazinan bir isim. Vivian Maier’i ise fotograf sevdam sayesinde tanidim ve bana cok ama cok ilginc geldi ve cok sevdim. Iki kadin var beni cok etkileyen. Biri Diana Nyad 64 yasinda 53 saat araliksiz Kuba’dan Florida’ya yuzen ve bunu 5. denemesinde gerceklestiren ustelik kopekbaligi koruma havuzu olmadan. Digeri ise Immacule Ilibagiza. Rwanda katliami ve sonrasinda yasadiklari beni cok etkilemisti. Bu guzel paylasim icin tesekkurler sevgili pustoodunya.