“Bütün mutlu aileler birbirine benzer ama her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.”
Bu cümle tüm zamanların en büyüğü Lev Tolstoy’un o meşhur eseri Anna Karenina’nın ilk cümlesidir. Edebi çevrelerce de en iyi giriş cümlesidir.
19. yüzyılın en büyük Rus yazarlarından biri olan Lev N.Tolstoy, sadece eserleriyle değil, gizemli hayatıyla da dikkat çeken bir figürdür. Bugün sizi zaman yolculuğuna çıkarmaya ve 28 sayısına olan takıntısını keşfetmeye davet ediyorum.
Bakalım bizlere binlerce eşsiz cümleyi armağan eden üstad nasıl bir hayat yaşamış. Gizemli kapılardan içeri girelim ve Tolstoy’un dünyasına adım atalım!
1828 -1910 da yaşamış dünya çapında tanınmış bir Rus yazardır. En bilinen başyapıtları Savaş ve Barış ve Anna Karanina’dır. Eserlerinin her biri şaheser olarak kabul edilir. Bir yanda edebiyatın en “büyüklerinden” biri olan adam; öbür yanda uzun beyaz sakalı ve üzerinde köylü gömleğiyle saygıdeğer bir ihtiyar Tolstoy! Garip bir hayat hikayesi, ailesi, üzüntüler, kalabalıklar ve yalnızlıkların adamı.
Tolstoy’un küçücük bir tren istasyonunda vefat ettiğini bili yor muydunuz? Halen nereye, neden gidiyordu bilinmiyor. Bir hikaye peşinde olduğu kesin! Oysa kendisi şu cümleyi dünyaya hediye etmemiş miydi?
” Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya insan bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”
Konut Moskova’nın aslında biraz ana halkasının dışında denilebilecek bir muhitte. Ormanı andıran bahçe içinde kocaman bir ev. Büyük bahçe kapısından girince solda capcanlı rengi ile insanın içini ısıtan görünüşü var. Zira hava buz gibi. Sorun şu ki biz girmek için sabırsız, bilet kesen kadın da bir o kadar aheste çalışıyor.
Başlıyor kuralları saymaya; fotoğraf çekmek yasak, eşyalara dokunmak yasak, gürültü yapmak yasak! Bunları söylerken de bir bakışı var aman Allahım!
Evin kapısına elimizde biletler gittik. Bildiğiniz misafir gibi kapıyı çaldık, tık tık tık…
Maalesef daha da suratsız bir görevli açtı. Kuralları tekrarladı ve bize ayakkabımızın üstüne giymek kaydı ile keçe deri karışımı terlikleri önümüze attı. Cidden pat diye attı!
Bu terlikleri hani bizdeki mavi galoşlar gibi düşünebilirsiniz. Dışarıdan çamur gelmemesi ve ayakkabıların rahatsız edici sesini engellemiş oluyor. Bence alkışı hakediyorlar, çok başarılı bir yapısı vardı!!!!
Tolstoy ailesi 9 yıl boyunca kış aylarını burada geçirmiş. Yazları ise Yasnaya Polyana kasabasındaki ailenin mülkü olan malikaneye geçerlermiş.
Moskova’daki bu ev Lenin’in isteği üzerine müzeye çevrilmiş. Yeri gelmişken ve unutmadan adresi de şuracığa ekleyeyim.
Adres : Lva Tolstogo St., 21, Moskova 119034 Rusya
Giriş ücreti : 200 ruble
Tolstoy’un 13 çocuğu olmuş fakat dört tanesi vefat etmiş. Çocuklar, çalışanlar üstüne Anna Karanina o kadar beğenilmiş ki ev misafirden geçilmez hale gelmiş. Gorki mi istersiniz Çehov mu, istersiniz hepsi akşam oturmasına gelirlermiş. Boşuna bana misafirini söyle san kim olduğunu söyleyeyim dememişler. gerçi bu cümle böyle değildi de neyse…
Giriş katta salon, misafir odası, yemek salonu var. Her şey olduğu gibi muhafaza edilmiş. Sanki az önce orada derin memleket meseleleri konuşmuşlar henüz kalkıp gitmişler gibi. Ahh bir de o eski ev kokusu yok mu mest ediyor insanı. Hani hafif naftalin hafif lavanta karışımı olandan.
Salonda masa ve üzerindeki zarif yemek takımı ve büfe özenle sergilenmiş. Çok dakik olan Tolstoylar her akşam guguklu saatin 18:00 ‘i vurmasıyla ailece yemeğe otururlarmış. Yemekten sonra oğulları yan odaya geçerek Çin bilardosu oynarlarmış.
Odanın bir köşesindeki değişik soba dikkat çekiciydi. Daha önce hiç böyle bir sistem görmemiştik. Meğer bütün ev bu soba sayesinde ısınıyormuş. Sıcak su borularının bütün evi gezdiği bu sistemi anlamamız biraz zaman aldı ama çaktırmadık.
Yan odada ise çocuklarının müzik aletleri, tahta atları, mama sandalyeleri, kitapları sergileniyordu. Mesela büyük kızları Saşha pek marifetli aynı zamanda çok sevecenmiş. Tolstoy eve gelen misafirlere bir siyah örtüyü tebeşir ile imzalatır Saşha da örtüdeki izlerin üstünden renkli ipliklerle işlermiş. Ne kadar da tatlı bir fikir değil mi? Orada bir sürü konuğun imzasını gördük ama fotoğraf çekmek yasaktı.
Bir diğer odaya açılan kapıdan şöyle bir bakılmasına izin veriliyor burası da büyük resim odasıymış. Dekoru ise Osmanlı tarzında, halısından tutunda yerdeki minderlere kadar aynı İstanbul konaklarının içi gibiydi.
Üst kata çıkan merdivenlerin başında içi doldurulmuş ve iki ayağının üstünde duran ayı vardı. Elinde tepsi öylece duruyor. Ne alakasız bir görüntü diye düşünürken öğrendik ki gelen misafirler bu tepsiye kartvizitlerini bırakırlarmış.
Bu katta ki salon öylesine geniş ki 20 kişilik bir masa ve koltuklar bulunuyor. Tolstoy’un avladığı bir başka ayının postu da piyanonun altında duruyordu. Eh burası Rusya ayı olması normal dedik bu garip detayı da sineye çektik.
Bir diğer köşede Tolstoy’un misafirleri ile oynadığı satranç takımı var. Özellikle de Maksim Gorki ile oynarlarmış.
Büyük piyanoyu zamanında bir zamanlar genç Sergei Rachmaninov‘ da çalmış. Hemen oracıkta Haydn, Chopin, Beethowen’ın notaları duruyor. Bu salona girer girmez ziyaretçilere de eski bir piyano kaydı dinletiliyor. Meğer Tolstoy un kendi bestesi olan bir vals varmış. Bize dinletilen de o besteymiş. O öldükten sonra arşivlerde bulunmuş. Anlayacağınız üzere müze çok kapsamlı düşünülerek hazırlanmış.
Yan koridordan geçinde birkaç basamakla kızların yatak odalarına ve mutfağa iniyoruz. Burada iki şirin oda var. Kızlarının elbise ve ayakkabıları sergileniyor. Bir ayrıntı; Tolstoy kızlarının fazla elbiseleri olmasına kızarmış.
Mutfak ve hizmetçilerin kaldığı odaları da gördükten sonra Tolstoy’un çalışma odasını görüyoruz. Hele yazı masası öyle güzel ki; kalemleri, kağıtları Tolstoy’a gelen mektuplar, zarflar…
Kürklü yakası ile paltosu da orada duruyor… Sadece aramızda birkaç metre olması nasıl da heyecan verici.
Gözleri aşırı derecede miyop olduğundan masanın ayaklarını kısaltarak mum ışığında aydınlanan kağıtlarına yaklaşmayı yeğlemiş. Hemen bitişikteki odada ise sabahları mutlaka dambıl ile egzersiz yapar, odun kesmeye çıkar, çalışma odasındaki sobayı yakarmış, kuyudan su çıkarır kızakla eve taşırmış.
Sonra da evden ayakkabıcılık ile uğraşmak için çıkıp Moskova’ya gidermiş. Ayakkabıcılıkta kullanılan aletleri ve kendi yaptığı ayakkabıları da orada sergileniyor.
Büyük yazar 67 yaşında iken bisiklet sürmeyi öğrenmiş. Şaşırtıcı olan bu durum hiçbir şey için geç değil anlamında kullanılan “Tolstoy un bisikleti ” kavramına sebep olmuş. İşte o bisiklet bu evde görülebiliyor.
Bisiklet ancak o yıllarda Rusya’da yaygınlaşmaya başlamış. Yani daha önce bisiklet görmüş olsa öğrenirdi. Ama mesaj güzel; hiçbir şey için geç değildir !
Paltoydu, masaydı, bisikletti derken son odaya geldiğimizi farkettik. Bahçede karla kaplı ağaçlı yolda yürüdük, kış bahçesine, seraya girdik.
Sonya ile aşkını ise Tolstoy şöyle anlatmış; gençcecik kızın beni sevme ihtimali yoktu. Ama ona aşkımı anlatmak istedim. Açık açık değil bir dizi harf yazdım. Ona bunlar sana söylemek istediğim cümledeki kelimelerin sadece baş harfleri, dedim.
S, G, V, M, D, A, A, B, Ş, Y, V, M, Y, İ, H
Sadece bir ipucu verdim. İlk harfler S ve G idi. Bu ” senin gençliğin ” kelimelerinin baş harfi dedim. Sonra mucizevi şekilde Sonya cümlemin tamamını okudu.
– Senin gençliğin ve mutluluğa duyduğun arzu, acımasız bir şekilde yaşımı ve mutluluk yönündeki imkansızlığımı hatırlatıyor. –
Sanki beynimi okumuş gibiydi. İşte o an bir ömür birlikte olacağımızı anladık.
Evlendiklerinde Sonya 16 yaşında imiş ve toplam 13 çocukları olmuş. Maalesef 4 tanesi ölmüş. Hatta söylenilene göre buna Tolstoy çok üzülür, iyi babalık yapamadığını düşünürmüş.
Neyse karısı Sonya diyordum; çok iyi bir terzi, aşçı, muhasebeci, anne, ev sahibesi olduğu gibi yazarın tüm eserlerini temize çeken kişiymiş. Üstelik birkaç nüsha kopyalarmış. Düşünsenize Savaş ve Barış’ı tam altı nüsha kopyalamış. Fotokopi çekmeye kalksak saatler süren bu işlemi mürekkeple, dolmakalemle, mum ışığı gibi zor şartlarda yapmış kadın. Onca çocuk, gelen giden, evin düzeni bir de bu iş çok zor olsa gerek.
Müze evde gezerken ev şahane bir aşk yuvası gibi aksettirilse de farklı kaynaklarda zaman zaman aralarının bozulduğunu okudum. Bazen büyük tartışmalar yaşarlarmış.
Benden duymuş olmayın da Tolstoy’da azıcık çapkınmış hani. Çalışanlardan biriyle ilişkisi varmış ve ortada Tolstoy’un gayri meşru bir çocuğu da var. Adı Timoty! Denilene göre onca çocuk içinde bir tek babasına tıpatıp benzeyen de oymuş. Buyrun burdan yakın. Üstelik yıllarca Tolstoy ‘un malikanesinde arabacı olarak çalışmaya da devam etmiş. Sonra ne oldu genler devam etti mi bilemem de bana ilginç geldi yazayım siz de duyun istedim.
Efendim karısına dönecek olursak otoriter ama akıllı mı akıllı. Zaten boşa dememişler her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır diye değil mi?
Savaş ve Barış’ın beğenilmesinden sonra Sonya evi tamamen çalışma odaklı hale getirmiş. O kadar hırslıymış ki adamı kendisinden soğutmuş, bezdum daa diyecek hale gelmiş. Kadın her şeyine karışır olmuş. İlerleyen yaşında daha mütevazı hayat yaşamak için Tolstoy ona miras kalan araziyi köylülere bağışlamak istemiş. Karısı Sonya şiddetle karşı çıkmış. Köylü elbiseleri giymesine ise sinir olurmuş.
Aklıma gelmişken yazayım şu Kalaşnikof silahları vardır bilirsiniz. İşte o silaha ismini de veren adam bir mektupla Tolstoy öldüğünde tüm hakları onun olacak şekilde satın almak istemiş. Tamı tamına 1 milyon ruble teklif etmiş. Sonya bir mutlu bir mutlu, tabii ki Tolstoy red etmiş. Sonya buna da deli olmuş. Haydi yine kavga.
Çocuklara dönecek olursak; sadece Saşha babası gibi yazmaya meraklı ve onun daima yanında imiş. Fakat özellikle oğulları babalarını hiç sevmez hatta nefret ederlermiş. Asker olan oğlu Andrey’in “Onun oğlu olmasaydım onu asardım ” diye demeçleri varmış.
Şu an ailesinden ve soyundan gelen birçok kişi halen aynı soy ismini taşıyor.
Yazar hakkında araştırmalar yaparken ilginç bir şey öğrendim.
Tolstoy un büyükbabası İstanbul ‘da görev yapan ilk Rus büyükelçisiymiş.
Padişahla bir anlaşmazlık olunca Yedikule zindanlarına atılmış. Çıkıp ülkesine dönünce Kont ünvanını almış. Belki Tolstoy’un Türkçe ve doğu dillerine merakının kaynağı da burdandır.
Peki ya Tolstoy’un Kafkas cephesinde tercümanlık yaptığını biliyor muydunuz?
O dönem esirlerden birine yanında taşıdığı Kur-an Kerim’i sormuş, aranızda imamlar da var, sizde din adamları da mı savaşır, demiş. Bu diyaloglar yaşandı mı kimse bilemez. Fakat son yıllarında İslamiyete yakınlığı hakkında çok konuşulur oldu.
Bu mevzu 2013 yılında yazarın torunu ve aynı zamanda Putin’in kültür danışmanı olan Vladimir Tolstoy’ a da sorulmuş. Cevaben, sadece İslamı değil tüm dinleri araştırmış olabileceğini düşünüyorum, demiş. İslami çevrelerde ise ölümü hakkında; müslümanlığı seçmişti ve İstanbul’a dinini yaşamak için evden çıkmıştı, deniliyor. Bu kararı Ruslarca tepki aldığından öldürüldü, deniyor. Bence hırslı karısı Sonya’dan kaçtı adamcağız… Ben kadına taktım kafayı başının etini yemiş nasıl takmayayım.
Bana çok ilginç gelen başka bir detay daha var.
Tolstoy vefat ettiğinde başucunda Dostoyevski ‘nin “Karamazov Kardeşler” kitabının bulunması.
Tolstoy araştırmacısı yazar Pavel Basinkski’nin kaleme aldığı “Tolstoy’un 28’leri” oldukça ilginç detaylar içeriyor.
Bu sayıların gerçek bir önemi olup olmadığı veya Tolstoy’un bilinçli olarak bu sayıyı vurgulayıp vurgulamadığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak bazı araştırmacılar bunun tesadüf olmadığını düşünüyor.
İşte bu konuda bazı spekülasyonlar:
– Fakat olayın doğumuyla başladığını görüyoruz. Çünkü 28 Ağustos 1828’de doğdu.
– Savaş ve Barış romanında Moskova’daki hareketliliğin başladığı gün 28 Ağustos.
– Diriliş romanında mahkeme Katyuşa Maslova’nın davasını 28 Nisan’da karara bağlar ve sıkı durun, roman 28 bölümdür.
– Ünlü “Sanat Nedir?” çalışmasında kötü şiire örnek verirken kitaplardan tarafsız seçim yaptığını göstermek adına sadece 28. sayfalardaki şiirleri dikkate alır.
– Oğlu Sergey’in 27 Haziranda doğması beklenirken karısından biraz daha sabretmesini doğumu 28 Hazirana denk getirmesini rica eder.
– Tolstoy’un geri dönmemek üzere Yasnaya Polyana’yı terk ettiği tarih 28 Ekim 1910’dur.
– Peki 82 yaşında vefat ettiğini söylesem, ne var yani dersiniz değil mi? Ama bir de tersten bakın 82 ‘ nin tersi 28 !
İşte böyle sevgili okuyucu Tolstoy ve 28’in çözülemeyen gizemi ile size veda ediyorum. Sitemde başka yazarların az bilinen hayat hikayeleri var. Aman ne dedikodular ne entrikalar çok eğleneceksiniz benden söylemesi:)
Keyifli okumalar
Suç ve Ceza: Dostoyevski’nin St. Petersburg’u
Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.
3 Comments
Teşekkürler, harika bilgiler, inşallah bir gün nasip olur bizde gidebiliriz,çok isterim görmeyi ve oraları gezmeyi, keyifle okudum,sizi takip etmekte ayrıca çok keyifli.sevgiler.
Çok güzel bir yazı olmuş. Özellikle de dedikodular bölümü pek hoşuma gitti doğrusu. Çünkü edebiyatın magazinsel boyutu her zaman ilgi çekici olmuştur. Bizde de yazarlar hakkında bunlara benzer hikayeler var. Her zaman bu hikayeleri okumak hoşuma gider. Bunlar söylenti ekseninde, belki birazı doğru olan edebiyatın magazinsel boyutunu ve üretkenliğini ortaya koyan eğlenceli yazılardır. Zevkle okudum ve size gıpta ettim. Keşke ben de gidip görebilseydim, oranın havasını teneffüs edebilseydim dedim. Kim bilir belki bir gün nasip olur. Kaleminize sağlık.
çok isteyince bir gün olacağına inanırım. Çok zor değil inanın ve benden daha bilinçli daha dolu dolu gezeceğinize de kuşkum yok Önder bey.
İlginç bilgiler